Eşim sözde Sosyal
Medya konusunda uzman!!! Alın işte okumaya başladığınız yazı benim bu
konudaki ikinci yazım. Evimizin biricik uzmanının ise konu hakkında ne bir
yorumu ne de bir yazısı var. Yazsın hemen yayımlayacağım. Söz uçar yazı kalır.
Tarihe bir not düşüvermek ve bir nevi eşime ve tüm konunun uzmanlarına karşı
meydan okumak adına bu yazıyı kaleme alıyorum. Eş mi yaman, bey mi yaman! Hodri
meydan!
Aslında her şey bir kaç hafta önce eşimle yapmaya
başladığımız sohbet ile başladı. Konu sosyal medya idi. Eşimin “bugünkü
aklım olsaydı kesin sosyoloji okurdum” diyerek başlattığı konuşmayı yine
kendisinin bir anda monoloğa dönüştürüp beni hem sürklase etmesi ve sonrasında
uyutması ile bir son bulmuştu. Evet evet kelime anlamı ile uyutması ile. Yazımı
hatırlamak isteyenler Özgürlük canının istediğini yapmak değil, daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır... linkinden okuyabilirler. Geri dönüşüm ise Serdar
Kuzuloğlu ve Okan Bayülgen sayesinde muhteşem oldu. TRT’de yayınlanan Sosyal
Medya programında Serdar Kuzuloğlu’nun konuğu Okan Bayülgen’di ve muhteşem bir
programa imza attılar. Programı büyük bir dikkatle izledim ve özümsediğim ve
dahası inandığım, evet işte bu, hislerime
tercüman oldunuz dediğim noktaları sizlerle paylaşmaya karar verdim.
1.
Sosyal medyayı kullanan bizler, ne zaman ve neden nick name kullanacak kadar
çekingen ve mesafeliyken bugün bu kadar tüm hayatımızı paylaşır ve dahası
paylaşmaktan keyif alır ve bunun için çaba sarf eder olduk?
2.
Neden, niçin ve belki de nasıl bu kadar kısa süre içerisinde bu denli
sosyalleşmeyi (tabii buna sosyalleşme ne kadar denirse) başarabildik ?
Programı
izlerken aklımda cevap bulmayı beklediğim ve hemencecik yukarıda sizlerle
paylaştığım iki de temel soru vardı. Programla bu sorulara cevap bulabildim mi
halen bilemiyorum ama bir çok önemli kavramın zihnimde aydınlanmasını vesile
olan bir kaç saat oldu. Program kesinlikle çok keyif verici ve öğretici idi.
Çok yaralandım. Yazdıklarımın bir çoğu bu program sayesindedir ama kendi
çıkarımlarım da vardır. Yani tüm olumlu noktaları programa olumsuz gördüğünüz
noktaları ise bana bağlayabilirsiniz. Umarım siz de beğenirsiniz.
Arap
Baharı gibi sosyal, kültürel, siyasi ve hatta ölümcül ve tarihi olayların
tetikleyicisi olan bir mecra ya da bir teknoloji, ya da bir moda ya da bir
akım, aynı zamanda aynı sayıda tıklamayı ya da okunmayı ya da mesajlaşmayı bir
köpeğin kaybolması sonrasında bulunması için de üretebiliyor. İşin özü ise
yalnızca birileri istiyor diye yalnızca bir takım kanaat önderleri arzuluyor
diye kendi yarattıkları içeriklerin pompalanması işlemi en azından günümüzün
sosyal medya arka planı. Biz gerçekten de her şeyden bu kadar çok haberdar olmak
istiyor muyuz? Başka çok daha yalın bir ifadeyle mal esef bugünün sosyal medyası
gaza getiren yer teknolojisinden
başka bir şey değildir. Peki ama bunun nedeni nedir diye olayı irdelediğimizde
karşımıza çıkan durum oldukça düşündürücü ve bir o kadar da karamsar aslında: Sosyalleşemiyoruz.
Adı sosyal medya olan mecra aslında sosyalleşememenin sebep olduğu kanallardan
beslenmekte. Kendi içinde bir çıkmaz ya
da belki tam bir dilemma. Bugün hemen hemen tüm paylaşılan bilgiler çeşitli
haber siteleri üzerinden yapılmakta. Aksini iddia edebilir miyiz? Oysaki
sosyalleşmek için sokağa çıkmak lazım. Sinemaya, tiyatroya gitmek lazım.
İnsanlarla iletişim içinde olma ve etrafımızda yaşanan, gelişen olaylara
tepkimizi, kendi penceremizden paylaşabilmenin adı olmalıydı sosyal medya. Peki
olan nedir? Akış en basit haliyle televizyon ya da diğer çeşitli haber
sitelerinden alınan bilgilerin farklı kelimelerle paylaşılması.
İnsanlar
yeterince sokağa çıkmıyorlar. Yeterince sosyalleşmek için zaman harcamıyorlar.
Sokağa çıkmadan sosyal medya olamaz. Ama ucundan, kıyısından içinde olmak için
tek kaynaklı haberleri paylaşmaya devam ediyoruz. Büyük bir çaba ve bilgi
birikimi sayesinde bizleri mesajları ile zenginleştiren, geliştiren kişiler
tabii ki var ve iyi ki de varlar ve umarım ki sıkılmadan varlıklarını
sürdürürler ama günümüzün sosyal medyası geleneksel mecranın sözlerini dijital
ortama taşıyan bir aracıdan öteye geçememektedir.
Temel
sorunu aslında tahmin etmek zor değil: Aynı noktaya bakıyor, tek kaynaktan
besleniyor olmamız. Oysaki bu mecranın alanı hani neredeyse sınırsız.
Yapabilecekleri hayal gücümüzün de ötesinde. Belki bu yeni alanın gelişimine ve
bu yeni alana bizim alışabilmemize daha çok zaman tanımalıyız. Yorumlarımızda
ve değerlendirmelerimizde çok da acımasız olmamalıyız. Sonuçta kimsenin elinde
sihirli bir değnek yok ve öyle ya da böyle konuştuğumuz yalnızca bir teknoloji
ama yine de bize bir takım tespitler yaptırtabilen bir teknoloji. Önemli olan
bu tespitlerden hareketle bu sınırsız dünyaya açılabilme olmalı. Twitter mesela
aynı sözlükler gibi insanları sosyal olarak rahatsız edebilmeliydi. Tamam sözlükler
çoğu kere yalnızca olumsuz şeyler üzerine kalem oynatılan bir yer ama en
azından samimiyet var. Bugün Erol Köse dışında twitter için bunu söyleyebilir
miyiz? Sözlüklerin bakış açısı varken twitter ve diğer sosyal medya mecraları
için yalnızca aynı yöne bakmak var.
Günümüzde
artık izleyici, seyirci, okuyucu kavramları da yerlerini takipçi kavramına
bırakmaya başladılar. Televizyon ile sosyal medya arasındaki en temel fark da
bu zaten. İnsanların profilleri ve istekleri değişmeye başladı. Zamanlar artık
hiç olmadığı kadar daralmış durumda. Karşılıklı etkileşim, yorum yazma, cevap
alma kısacası aktif hatta interaktif olma bugün artık mecraları öne çıkaran en
önemli olgular haline geldiler. Yarının televizyonları da zaten bu yola girmek
için çabalamakta. Girmeyenin hayatta kalma şansı da bence yok.
Sorularıma
gelince. En azından ikinci sorumun cevabı belli. Maalesef sosyalleşmeyi henüz
başaramadık. Yolumuz uzun ve yürümeye devam ediyoruz. Bizim yaptığımız ise
geleneksel mecranın sözcülüğünden başka bir şey değil. İlk sorumun cevabını ise
kısmen aldım. Halen arayışlarımız, uğraşlarımız devam etmekte. Herkes kendine
göre bir stil, bir yol bulmaya çalışıyor. Zamana ihtiyacımız var. Rejimler
sonrası kaybedilen kilolar sonrasında bile vücutlarımız için kilonun bir oturma
süresi var. Çılgınca bu çok cazip dünyanın içinde savrulup durmaktayız. Bu
hızlı farklılık hep keşfetmeye olan isteğimizden kaynaklanmakta. Su yolunu
bulur. Gün gelip gerçek anlamda tek bir kaynağın ürünü olmayan, kendi
üretimimiz paylaşımlarla dolu bir sosyal medya dünyasına kavuşacağız. O zamana
kadar da arayışlarımız hep devam edecek.
Bir
önceki aynı konulu yazımı bitirdiğim paragrafla yine bu yazımı sonlandırmak
istiyorum, Jean Jacques Rousseau’nun o çok sevdiğim sözü ile: “Özgürlüğün, insanın canının istediğini
yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Özgürlük daha çok yapmak
istemediğini yapmamaktır..."
Dilerim
yapmak istemediklerimizi yapmak zorunda kalacağımız günleri hiçbir zaman
yaşamayız ...
0 yorum:
Yorum Gönder