Bir sene önce oturup size doğum günüm ve o güne ilişkin hislerimle ilgili bir yazı kaleme almış ve bu yazıyı blogumda paylaşmıştım. Merak edenler bu yazıyla aynı başlıklı yazıyı bulup okuyabilirler. Yine merak edenler merak buyurmasınlar çünkü aşağıda aynı yazıyı bazı satırlarını çıkararak (çok uzun bir yazıydı ve bu kadar uzun bir yazıyla sizleri sıkmak istemediğimden) tekrar yayınlıyorum. Bunun nedeni sanılmasın ki yazmış olduğum yazının yıllara meydan okuyabilme özelliğine sahip bir klasik olması, değil tabii, yıllar üstü klasik yazılar yazan büyük üstatlar gibi keşke olabilesem ama değilim ve bunun farkındayım. Benimkisi daha çok içinde bulunduğum mikro dünyanın geçen seneden bu yana pek değişmemesi. Bundan mutlu mu olmalıyım yoksa üzerinde kara kara düşünmeli miyim bilemiyorum. Geçen sene ki yazıma baktığımda benzer düşünceler içinde olduğumu fark ettim ve bu nedenle de kısaltarak sizlerle paylaşmakta bir sakınca görmedim. Yazının sonunda tekrar görüşmek üzere.
“Bugün benim doğumgünüm. 39 sene önce babam artık beklemeye
ara verip tost yemeğe bir büfeye gittiği bir arada dünyaya merhaba demişim. Bir Salı günüymüş ve öğlene vaktine daha 50 dakika
varmış. Halam babama haber verdiği zaman tostunun yarısında bile değilmiş. Ben
aynı hataya düşmeyip oğlumun doğumunda eşimin elini tutuyordum. Yoksa yemeğimi
yarıda bırakıp apar topar bir yere yetişmeye çalışmak kesinlikle beni
kızdırırdı. Bir daha ki sefer olur mu olursa bu mucizevi olaya tanıklık eder
miyim bilemiyorum ama ikinci çocuk olursa ve erkek olursa bildiğim birşey var:
Ya 3 günlük iken sünnet ettirmeyeceğim ya da sünnet sırasında ben yanında
olmayacağım. Ben bu kadar etkilendiğim ve çıkışta hemen ve üstelik bu yaşta
ağlamaya başladığım başka bir durum yaşamadım.
Eskiden doğum günü bana çok önemli görünmezdi. Tamam tabii
ki sembolik bir önemi bir anlamı vardı ama beni kimin aradığı, kimin aramadığı
hiç ama hiç etkilemezdi. Arayanı da aramayanı da düzenlediğim buluşmalara
çağırır, bol bol içki içip, deliler gibi eğlenirdim. Artık belki de böylesi
buluşmalar düzenlemediğimden, belki artık yaşlanıyor olduğumdan aranmak neden
bilmem çok istiyorum. Sorun şu ki bir kaç yakın arkadaşım ve aramaya kendini
mecbur hisseden akrabalar dışında ne arayan var ne de soran (Ufak bir ekleme:
Geçen sene bir kaç yakın arkadaşlarımın da büyük çoğunluğu aramayı unuttu).
Bizlerin başarısızlığı başarısı olan Facebook’dan gelen
mesajlar ise hiç fena sayılmaz. Günlük hesaplarına bakan ve sayfanın sağ üstte
beliren bugün bilmem kimin doğum günü uyarısını dikkate alan bazı arkadaşlarım
benim sanal duvarıma genelde aynı mesajları bırakıp durmuşlar. İlkokul
arkadaşım da mesaj bırakmış, iki oda yanımda çalışan iş arkadaşımda. Bir önceki
ve son iş yerindeki aynı hedef için bir yerde zorunluluktan ya da rastlantısal
olarak bir araya geldiğimiz bir kaç çalışma arkadaşımın da birbirinin kopyası
mesajları yine duvarımı süslemekte. Aslında yüzlerce arkadaşım içinden bu
uyarı mesajını dikkate alanların sayısı az olsa da gün daha sona ermedi belki
arar ya da mesaj çekerler. Ben beklemeye devam ediyorum. Aslında kimi ve neden
bekliyorum onu da bilmiyorum. Davetiye göndermem zorunlu birçok arkadaşım var
ama görüştüklerim el parmaklarımın toplamından daha az. O halde neyi
bekliyorum?
Tüm hayatını kimseyi kırmama üzerine kurmuş ve bu uğurda
aslında birçok kereler hem de hiç hak etmeyen insanları ve en başta da kendimi
bir çok kereler kırmış biri olarak sanırım geride bıraktığım senelerin ne kadar
işe yaradığını, kendimle ne kadar gurur duyacağım işler yaptığımı, kendimi ne
kadar da çok sevdiğimi bana hatırlayacak telefonları bekleyip duruyorum. İyi
olmak kolaydır, zor olan adil olmayı başlarabilmektir. Kendime ve hayata adil
davranabildiğimi gösterecek telefonlar aslında beklediğim ama dediğim gibi ne
arayan var ne de soran.
Doğum günüm artık benim için sıradan bir gün olmaktan çok
uzakta. Hesap günü gibi oldu çıktı. Kendimi sorguladığım bir gün adeta.
Aklımdan geçirdiğim düşünceler, vermiş olduğum ya da vereceğim kararlar,
sürdürdüğüm, dört elle tutunduğum hayatım, tercih ederek, sözde bilinçli bir
şekilde girdiğimi sandığım yollar, benimle, gerçek nüvemle, hani bir an yüz
yüze geldiğim ama sonra hemen korkarak arkalara ittiğim gerçek benimle ne kadar
uyumlu? Bunlar benim tercihlerim mi yoksa yalnızca kendimi bunlara mı
uyarlamaya çalışıyorum? Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik düşüncesindeki
gibi daha iyileri vardı da ben mi seçmedim mi diyorum yoksa halimden memnun
muyum? Yaşadığım hayatım ne kadar gerçek? Gerçekten içimden geldiği gibi,
kendimle barışık olarak mı yaşıyorum yoksa yalnızca tüm bunların benim kendi
seçimim olduğu rolünü mü oynayıp duruyorum? İşte belki de beklediğim telefonlar
bu sorulara, bu içsel tartışmalara cevap verebilecek nitelikte ki telefonlar.
Mazeret mi? Hem de tonla, ne kadar istersen ... Zamanım
tabii ki yok. Yoğunluk had safha da. Sorumluluk hemi de istemediğin kadar çok.
Ahh biraz daha varlıklı olacaktım da beni görecektiniz ... Mazeret mi yoksa
utancımı, tembelliğimi, üzüntümü bohçalayıp saklayan ya da saklamaya çalışan
birer sis perdeleri mi?
Doğumgünlerim artık benim için tehlikeli olmaya başladılar
çünkü dedim ya kendimi sorgulamaya başladığım günler haline dönüştüler.
Sorgulama sonucunda ise ortaya çıkan ulaşılmayan hayaller ve vazgeçilen
hobiler.
Benim oldukça geniş
bir müzik arşivim vardır. Bu arşivi oluşturmak, şarkıları bulmak, her geçen gün
biraz daha genişletmeye çalışmak ve sonrasında kategorize etmek benim için
adeta bir hobi niteliği taşımaktaydı. Saatlerimi harcadığım ve büyük keyif
aldığım bir uğraş. Tabii bu hobi ile uğraşırken bir de hayalim vardı. Tüm
bu müzik arşivini değişik akşam yemekleri için, farklı farklı kişilerin yer
aldığı birbirinden değişik temalı organizasyonlar için kullanabilmek. Birgün
bir İtalyan gecesi olur ise saatler sürecek, keyifle dinleyebileceğimiz İtalyan
müziklerimiz de olmalıydı. Flamenko ya da Fado gecesi de olabilirdi, operaların
dinlendiği bir gece de. Alaturka da olabilirdi, rum gecesi de. Sonra baktım
böyle tek bir gecemiz bile olmamış. Tek bir organizasyon bile yapamamışız bu
şarkıları dinleyebileceğimiz. Ben boş bir hayal için saatlerimi harcayıp
durmuşum. Böyle tek bir toplantı bile olmamış çünkü böyle bir toplantıyı
gerçekleştirmek içimden bugüne kadar gelmemiş. İçimden gelmemiş çünkü hayatımda
öncelikle bir duruma hiç gelememiş. Hep bir koşuşturmaca ve birbirine kopya
günler geceler içinde tek bir geceyi dahi özel kılamamışım, kılmak için çaba
sarf etmemişim. Ben de bıraktım toplamayı. Yeni hoşuma giden parçaları
her duyuşumda bir an içim acıyor sonra geçiyor.
Doğumgünleri sanırım belli bir yaştan sonra artık yalnızca
takvimden koparılan bir sayfadan öteye geçiyorlar. Bir durum değerlendirmesi
ister istemez yapmaya başlıyorsun. Ben nerede olmak istiyordum sorusunun
cevabı ile ben şu an neredeyim sorusunun cevabını ister istemez
karşılaştırmaya başlıyorsun. Sonuç çoğu kere parlak çıkmıyor. Çünkü çocukken
herşey, gençken de bir çok şey yapılabilir sanılıyor. Arkadaşlarım hala
35 yaşına girdiğim zaman onları götüreceğim Paris gezisini hatırlatıp
duruyorlar. Unuttum, hatırlamıyorum diyorum
ama aslında hem de çok net hatırlıyorum. Çiçek Pasajı’nda vermiştim bu sözü.
Üstelik yazılı olarak ve imzalı olarak bu sözü vermiştim. Çok şükür ortada bu
yazılı ve imzalı kağıt dolaşmıyor. Kimbilir kimdeydi ve kimbilir ne zaman
annesi pantalonunu yıkamak için ceplerini boşalttıp çöpe atrmıştı. Oysaki bana
o kadar yapılabilir geliyordu ki! Kazın ayağının öyle olmadığını gördüğünüzde
de duvara toslamış gibi kala kalıyorsunuz. İster istemez başlıyorsunuz
kendinizi suçlamaya. Suçlama hem de kendini suçlama kötü hem de çok kötü
birşey. Hani içki gibi tüm kötülüklerin belki de ikinci anası. Nasıl ki bir
insanı ve özellikle de kendimizi sevmekle başlayacaksa herşey ve tüm
güzellikler, yok oluş da bir suçlama ile kendimi suçlama ile başlıyor.
Doğumgünümde kendime verdiğim hediye işte bu: Tüm değerlendime boyunca ne
olursa olsun, sonuç ne çıkarsa çıksın, kendimi suçlamayacağım.
Yolun yarısının hem de çok geride kalmış olması ve
değerlendime sonucunun pek de parlak çıkmaması ve hatta hayalini kurduğum hayat
için sürenin sürekli azalıyor olması beni zaman zaman üzüyor olsa da umutsuzluğa
kapılmıyorum. Başarılı olduğum şeyler de hiç yok değil hani. Önemli olan
değerlendirme sonrasında olumsuzların peşinde koşmak değil, olumlu noktalara
tutunabilmek. Ben bu sene bunu yapmaya çalışıyorum. Arkadaşlarıma Paris gezisi
sunamadım ama oğluma iyi bir eğitim sunmaya çalışıyorum. Profesyonel bir briç
oyuncusu hala olamadım ama iyi bir kurs buldum. Bu hafta yine ve üstelik en alt
seviyeden başlıyorum (hala devam ediyorum ve büyük keyif alıyorum. Bu sene
2.seneye de başladık. Devam edeceğim)
İnsan hayatı insanı mutlu eden mucize anlarla dolu. Bazen
oğlunuzun bir gülüşünde bazen eşinizin bir dokunuşunda. Önemli olan bunları
fark etmek ve kaçırmamak. Mutluluk bu anlar sonrasında zaten kendiliğinden
gelecektir.
Kendime nice güzel yıllar diliyor ve doğumgünümü en içten
dileklerimle kutluyorum... ”
Bu güzel dileklerime gönülden katılıyorum. Bir yıl daha
iyisiyle kötüsüyle ve ne mutlu ki sizlerle beraber geçti. Hala blogumu tutmaya
ve yazılar yazmaya devam ediyorum. Yorum gelmiyor olmasına rağmen pes
etmiyorum. Bugün benim doğum günüm. Otuzlu yaşlarım artık geride kaldı. Yeni bir dönem artık başlıyor. Mutlu olmak için her şeye sahibim. Önemli
olan mutlu olmayı benim istiyor olmam. Ben mutlu olmayı istiyorum ve dahası ve
güzel olanı ben mutluyum çünkü bunu hak ettiğime inanıyorum. Dilerim bu sene
benim için çok güzel yazılmıştır.
Oğlum bu sabah beni uyandırıp sana ne alacağız diye sordu. Hemen arkasından da sana alacağımız hediyeyi ben de sevmeliyim, bu nedenle oyuncak olsun dedi. Ben de kendisinden 40+ lego istedim. Tercihimi çok beğendi. 4+'lardan 40+'lara. Hayat durmuyor ve kimseyi beklemiyor. İyisi mi tadını çıkarmalı, daha da fazla zaman kaybetmeden. Oğlum bizim aile için Şaşkın Aile diyor. Nedeni ise evde birbirimize sürekli olarak yaptığımız süprizler ve sonrasındaki şaşırmalarımız. Dilerim güzel süprizler ailemiz de ve hayatlarımızda hep devam ederler ve biz şaşkın bir aile olmaya devam ederiz.
Oğlum bu sabah beni uyandırıp sana ne alacağız diye sordu. Hemen arkasından da sana alacağımız hediyeyi ben de sevmeliyim, bu nedenle oyuncak olsun dedi. Ben de kendisinden 40+ lego istedim. Tercihimi çok beğendi. 4+'lardan 40+'lara. Hayat durmuyor ve kimseyi beklemiyor. İyisi mi tadını çıkarmalı, daha da fazla zaman kaybetmeden. Oğlum bizim aile için Şaşkın Aile diyor. Nedeni ise evde birbirimize sürekli olarak yaptığımız süprizler ve sonrasındaki şaşırmalarımız. Dilerim güzel süprizler ailemiz de ve hayatlarımızda hep devam ederler ve biz şaşkın bir aile olmaya devam ederiz.
En içten sevgi ve saygılarımla ...
35 yaşına gelmiş bir insan olarak yazdıklarına tamamen katılıyorum.İnsan belli bir yaştan sonra geçen yıllarını nasıl tükettiğini sorgulamaya başlıyor ve bence hiç kimse hayallerine tamamen ulaşabildiğini düşünmüyor.Önemli olan hayallerinin peşinden koşmak değil onları kimlerde ve nerelerde bulabileceğini bilmek ve sen bunu çoktan bulmuşsun.Umarım bundan sonraki yaşlarında şaşkın ailen ile birlikte hak ettiğin bütün mutluluklar ve süprizler sizinle olur.
YanıtlaSilÖncelikle değerli yorumun ve güzel dileklerin için çok teşekkürler.
YanıtlaSilHayal ettiklerimizin hepsine keşke ulaşabilsek ama haklısın bu her zaman mümkün olmuyor. Aslında belki de önemli olan hayallerimize ulaşamasak bile aynaya baktığımızda, karşımızdaki ile göz göze gelip dahası bir süre bu şekil kalabilmek ve hatta gülümseyebilmek olmalı. Yani kendimizle barış içerisinde olabilmek yoksa gerisi zaten boş lakırtı.
Umarım mesajlarının devamı da gelir.
Saygı ve selamlarımla,
36 yaşını devirmek üzere olan biri olarak ben de mutluluğun beklentilerini kontrol altında tutabildiğin müddetçe hep yanında olduğunu öğrendim. Şimdilerde bunu deniyorum ve galiba başardım:) ve senin için eğer şartlarınız uygunsa en az 1 çocuk sahibi daha olmanı temenni ederim. Yeni yaşın sana iyi gelecek bundan eminim...
YanıtlaSilÖncelikle değerli katkınız ve güzel dilekleriniz için çok teşekkürler.
YanıtlaSilBeklentilerinizi nasıl kontrol altına alabiliyorsunuz paylaşabilirseniz çok sevinirim. İşin en can alıcı kısmı zaten bu isteği kontrol altında tutabilmek. Gerçekten bilmek çok isterim.
2.çocuk bizim için zor bir karar. Bir süre daha düşünmeyi tercih ediyorum bu sıralar :)
Selam ve sevgilerimle,
kendinizi bu konuda denetleyebilmek hayatla alışverişinizle ilgili birazda yani sizin hayata yüklediğiniz anlam nedir? ben bir dönem evliliğimde bir takım sıkıntılar yaşadım geçmiş zaman kullanmak yersiz hala da zaman zaman herkes gibi yaşarım. tecrübelere de yani yaşanmış hayatlara da önem veririm. çevremde şunu gördüm ve uyguladım. karşınızdaki insanı olduğu gibi kabul edip değiştirmeye uğraşmazsanız, siz gibi ya da sizin düşündüğünüz gibi olmasına çalışmazsanız daha pozitif bakabiliyorsunuz. Çünkü bozmak ve ortadan kaldırmak çok kolay ve ilkel bir metod. Sizin zorluklara karşı manevra kabiliyetiniz, süspansiyonunuz iyi mi o önemli... Evet aynı bir araba gibi. Ben hep derim ki karı-koca aynı geminin tayfasıdır ne rakiptir ne de üstün... Bu tabii hayatın tamamı için mutluluk formülüne bir örnek olamaz. Ancak sonuçta hepimiz doğduğumuz gibi birgün öleceğiz. Beklentilerin yüksek oluşu, vardığınız hedefler ne olursa olsun hepimizin gideceği yer aynı... Dedemin bir lafı var hala kulaklarımda "huzuru yakalamak için gayret sarfetmelisin" der... Biz .... olunca mutlu olmayı .... olduğu halde ya da olmayınca neden mutlu olamadığımızın soru-cevabında aramaya çalışıyoruz. İçinizi her daim dingin tutmak yazıldığı kadar kolay değil biliyorum ama mutluluk bu mücadeleye değer hepimiz biliyoruz... umarım bir nebze kendimi anlatabilmişimdir. sevgiler,
YanıtlaSilÖncelikle kırmayıp açıklamada bulunduğunuz için çok teşekkür ederim. Değerli yorumunuzu bir kaç kez okudum ve çok haklı olduğunuzu söyleyebilirim. Ama dedenizin lafına bayıldım :"huzuru yakalamak için gayret sarfetmelisin" Çok doğru. Bize gelmesini beklemeyip hem huzur ve hem de mutluluk için uğraş vermeliyiz. Aslında dinginlikte bu mücadeleyi gösterip göstermemenizde yatıyor. Gösterdiğiniz mücadele kadar dinginsiniz aslında. Gemi ve tayfa benzetmenizde çok yerindeydi. Aile içinde hep bir mücadele ve hep bir baskın olma çabası var ve bu aile içi, huzur ve mutluluğu olumsuz yönde (en azından bana göre)etkilemekte. Oysaki taraflar aynı gemideler. Amaç sakince yol almak olmalıyken nefsin devreye girmesi ne kadar da büyük bir şansızlık. Bir elmanın iki yarısı olun demiyorum, her şeye aynı bakın da demiyorum ama birbirinizi tamamlayın diyorum. Bir kez daha yorumunuz ve katkınız için çok teşekkürler. Yorumlarınızın umarım ki arkası gelir.
YanıtlaSilSelamlarımla,
Geçen yıl yazdığın doğumgünü yazını çok net anımsadım tekrar okuyunca. Ama bu yazının başlığını görünce şaşırdım, tarih erken geldi bana, haklıymışım geçen yılki 18 ekimde yazılmış :)))
YanıtlaSilSana harika geçecek 40'lı yıllar diliyorum, öyle güzel ve mutlu geçsin ki, 50'lerine "40'lı yıllarım ne güzel geçti" diyerek gir :)
Nice güzel yıllara... Doğumgünün kutlu olsun!
Doğum günlerim her sene biraz daha geriye geliyor :)
YanıtlaSilGüzel dileklerin ve değerli yorumun için için çok teşekkürler :) Dilerim öyle olur :)