Bir süredir eskisi kadar sık ve güncel konulardan
yazamadığım malumunuzdur. Nedenini bir önceki mesajımda uzun uzun açıklamaya
çalışmıştım. Şartlar açıkçası hiç ama hiç değişmedi. Üstelik daha da
ağırlaşarak devam ediyor. Seçimler, tercihler, ihtiraslar ve kişisel çıkar
oyunları uzak değil hemen yanı başımızdaki sonbaharda ülkemizde yaşanmamış
şeylerin yaşanmasına neden olabilecek gibi görünüyor. Kuzeyimizde ve
güneyimizde yaşanan kirli oyunlar ise yalnızca acı vermekte. Birileri daha iyi
şartlarda yaşasınlar, standartları aman değişmesin diye nice canlar yitip
gidiyor tarih sahnesinden. Tamam tabii ki can candır ama en dayanamadığım
çocukların yaşadığı dramlar. İnsan yeter diye bağırmak ve hatta isyan etmek
istiyor. Bir şey yapamıyorum, bir şey yapamıyoruz. Ne kadar da acı. Çaresizlik
ve çaresizlik seviyesi ile doğru orantılı gelen haberler. Her gün bir başka
dram, bir başka iç acıtan haber. Allah yardımcıları olsun.
İş desen hep aynı. Acımasız bir kıyım sistemi, çarklarını
döndürmeye ve bizleri modern köleler durumuna getirmeye devam ediyor. Her gün,
her hafta ve hatta her ay yaptığım birbirinin kopyası işler. Farkında değil
misiniz hep aynı arabaları kullanıyor, aynı benzer yerlere tatillere gidiyor ve
hep aynı birbirinin kopyası hayatları yaşamaya devam ediyoruz. Orijinallikten,
yaratıcılıktan uzak tekdüze hayatlar. Herkes ya çocuğunu en iyi okulda okutmak
için varını dişine takıyor ya ev veya araba kredisini ödemek için veya tüketici
kredilerini azaltmak için. Hayattaki amacımız nedir diye bırakın bilmeyi bunu
sorabilen bile yok. Düşünün işte o kadar endişelerle dolu bir hayat yaşar
vaziyetteyiz. Bu endişe kapsüllerini bizlere aşılayanlar ne kadar da
başarılılar. Varsa yoksa geleceğimizi ve hatta şimdimizi güven altına alma
çabası ve bu uğurda keyfine varılmadan geçip giden yıllar. İşte bu şartlar
altında ben yazamıyorum. İçimden gelmiyor.
Bununla beraber bu sıralarda söylemeden geçemeyeceğim bir
eğlencem de yok değil hani: Dünya Kupası. Tamam futbol severim ve keyifle
izlerim ama bu konuyu bu satırlara ekleme nedenim bu keyfiyetimden
kaynaklanmıyor. Peki neden mi ekledim? Bir dünya kupasını ilk defa oğlumla
birlikte seyrediyorum. Nasıl ama nasıl keyifli sizlere anlatamam. Hatta şu
kadarını söyleyebilirim; benim için bugüne kadarkilerin en güzeli, en
unutulmazı oluyor. Öncelikle kupa öncesi biriktirmeye başladığımız Panininin
sticker ve kartlarını neredeyse tamamladık.
Hatta tamamlama işini o kadar abarttık ki en az birer tane daha ilave
dosya tamamladık sayılır. Bu nedenle katılımcı takım ve oyuncular hakkında fena
sayılmayacak bilgi birikimimiz de oluşmuş oldu. Kim hangi ülkede ve/veya hangi takımda oynar, kim kimden daha iyi
oynar, pozisyonları nedir gibi bir çok soruya çok rahat cevap verebilecek
bilgilerle donanmış bir şekilde ekran karşısında aldık her defasında
yerlerimizi. Hava sıcak olmasına rağmen aynı koltukta yan yana seyrediyor
olmamız ise benim için her defasında paha biçilmez bir mutluluk oldu. Doğal
olarak favorilerimiz de oluyor her maç öncesi. İnanın kolay kolay hiç bir
taraftarın destekleyemeyeceği şekilde destekliyoruz favori takımımızı. Bir gün
Brezilyalı oluyoruz bir başka gün Arjantinli. Bir gün Neymar Jr diye
bağırıyoruz bir başka gün Messi. Bir gün İniesta ve İspanya için ağlamaklı
oluyoruz bir başka gün Uruguay için ucuz atlattık diyoruz. Her gol sonrası önce
bulunduğumuz koltuğun üzerine çıkıp zıplamaya başlıyoruz. Hemen akabinde de
tshirtlerimizi çıkarıp çılgınca sallıyoruz.
Son olarak da iki dizimizin üzerinde kayıp yumruk show yapıyoruz.
Geçenlerde İtalya & Uruguay maçı esnasında bir yemek
programım vardı. Şirketten çok sevdiğim bir arkadaş başka bir firmaya geçiyordu
ve onun için yemekli bir program yapmıştık. Ben bir yandan yemekli programa
gitmek çok istiyor ama bir yandan da oğlumla maç seyretme zevkini
kaçıracağımdan istemiyordum. Mix feeling yine anlayacağınız. Sonra bir mucize
oldu ve bizim evimizi de kapsayan bir alanda elektrikler kesildi. Bedaş ile
konuşmam sonrasında elektriğin ancak akşam on gibi geleceğini öğrendim. Tüm
akşamı karanlıkta geçirmelerine ve oğlumun maç seyredememesine razı olamazdım.
Arkadaşımdan özür diledim ve program yerine evin yolunu tuttum. Maç yayını
yapan bir yerde bir yandan afiyetle yemeklerimizi yerken bir yandan da maçı
seyrettik. İlk yarı iyi ki gol olmadı yoksa çıplak bir vaziyette tshirt
sallamak zorunda kalacak ve bir çok meraklı bakışa maruz kalacaktım. Çok şükür
o akşam biz yine çıplak tshirt salladık.
Favorilerimize gelince... Biz de favoriler takımdan ziyade
kişilerden kaynaklı belirleniyor. Messi sayesinde Arjantin, Neymar sayesinde
Brezilya, Muslera sayesinde Uruguay. Almanya mı Fransa mı? Belki evet şampiyon
olacaklar ama eğer Arjantin, Brezilya yada Uruguay’a karşı oynayıp kupayı
alırlarsa bilin ki bizim evde zıplama ve tshirt sallama olmayacak. Şili ve Costa
Rica ne kadar iyi oynayıp ne kadar sürpriz yaparlarsa yapsınlar bizim için
fark etmez. Biz onları sembolize edebilecek kişileri tanımadığımızdan
favorilerimiz olamadılar. Bravo iyi çıktı ama artık bir başka kupaya. Şili her
ne kadar maç sırasında tutmuyor olsak da çok iyi idi. Tam bir orta saha takımı.
Muhtemelen kaleci hariç tüm oyuncuları orta saha oyuncularından devşirme idi.
Brezilya’nın defansı iyi idi ama forvet hattı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Diğer taraftan artık biliyorsunuz ki oğlum oldukça erken kalkar. Güneşi üzerine doğurmaz. Böyle olunca da akşam 8-8:30 gibi de doğal olarak uykusu gelir. Uykusu geldiğinde de zaten hep minimum seviyelerde olan dikkat seviyesi de eksilerde seyretmeye başlar. Bu da tehlike demektir. Maçlar başladığından beri ister istemez akşam yatışları maç bitimlerine ötelenmeye başladı. Tehlikenin zırt dediği yerde işte tam burası. Normal maç bitişlerinde yatması bile yaklaşık 45 dakika geç yatması demekken ya maç uzarsa? Hatta ya penaltılara kalırsa? Bu göze alınacak bir durum olamazdı. İlk penaltılara kalınan maç da tehlikeyi önceden gören bir baba olarak daha maçın normal süresi biter bitmez vay be, koskoca Brezilya maçı berabere bitti. Hadi bakalım yatağa diyerek bir oldu bitti ile, zaten uykusu geldiğinden, bir anlık şaşkınlığından yaralanarak onu yatırdık. Ertesi gün ise büyük bir keyifle penaltıları izledik. Akıllı bir çocuk olan oğlum şak diye aslında maçın bitmediğini bu şekilde de anlamış oldu. Geleceğim nokta şu ki maçın son anlarında ilk başta favorim olsun olmasın hiç fark etmez önde olan kimse oğlum için ben onu tutar oldum. Uzun sayılabilecek bir süre Hollanda'da yaşamış bir kişi olarak işte sırf bu sebepten Meksika'yı maçın bir süresinde tuttum. Sonrasında gelen beraberlik golünden sonra ise golü bizim çocuk atmış olmasına rağmen önce içimden küfürler ettim ama sonrasında gelen golle gerçekten de sevinçten deliye döndüm. Anlayacağınız kupada tuttuğumuz takımlar evdeki dengele göre hep değişebilmekte. Fanatik olmamak güzel bir şey.
Diğer taraftan artık biliyorsunuz ki oğlum oldukça erken kalkar. Güneşi üzerine doğurmaz. Böyle olunca da akşam 8-8:30 gibi de doğal olarak uykusu gelir. Uykusu geldiğinde de zaten hep minimum seviyelerde olan dikkat seviyesi de eksilerde seyretmeye başlar. Bu da tehlike demektir. Maçlar başladığından beri ister istemez akşam yatışları maç bitimlerine ötelenmeye başladı. Tehlikenin zırt dediği yerde işte tam burası. Normal maç bitişlerinde yatması bile yaklaşık 45 dakika geç yatması demekken ya maç uzarsa? Hatta ya penaltılara kalırsa? Bu göze alınacak bir durum olamazdı. İlk penaltılara kalınan maç da tehlikeyi önceden gören bir baba olarak daha maçın normal süresi biter bitmez vay be, koskoca Brezilya maçı berabere bitti. Hadi bakalım yatağa diyerek bir oldu bitti ile, zaten uykusu geldiğinden, bir anlık şaşkınlığından yaralanarak onu yatırdık. Ertesi gün ise büyük bir keyifle penaltıları izledik. Akıllı bir çocuk olan oğlum şak diye aslında maçın bitmediğini bu şekilde de anlamış oldu. Geleceğim nokta şu ki maçın son anlarında ilk başta favorim olsun olmasın hiç fark etmez önde olan kimse oğlum için ben onu tutar oldum. Uzun sayılabilecek bir süre Hollanda'da yaşamış bir kişi olarak işte sırf bu sebepten Meksika'yı maçın bir süresinde tuttum. Sonrasında gelen beraberlik golünden sonra ise golü bizim çocuk atmış olmasına rağmen önce içimden küfürler ettim ama sonrasında gelen golle gerçekten de sevinçten deliye döndüm. Anlayacağınız kupada tuttuğumuz takımlar evdeki dengele göre hep değişebilmekte. Fanatik olmamak güzel bir şey.
Bence ama turnuvanın en dikkat çekici yanı kalecilerin
başarılarıydı. Aklımda bir sürü ülkenin başarılı kalecileri kalırken aynı
durumu başka mevkilerde oynayan oyuncular için söyleyemiyorum. Bu kupa en azından şimdiye kadar ve
bana göre kalecilerin kupası oldu gibi. Hepsi birer yıldıza dönüştüler. Julio Cesar’ın yeri ise bir başka. Şili
maçında taşıdığı yük hiç de kolay değildi. Düşünün ev sahibi olduğunuz bir
turnuvada ve favori iken maç sürpriz bir şekilde penaltılara kalmış. Vücudundaki
adrenalin düşünebiliyor musunuz? Penaltı atışları öncesi ağlamaya başlaması
zaten bunun tezahürüydü. Çok da başarılı kurtarışlar yaptı. Şili’ye sempati
bile beslemeye başlamış olsam da Cesar için çok ama çok sevindim. Bazen
bazıları şanslı olurlar. Yıldızlar, gökler, dualar hep ondan yana olur. Cesar
için öyle bir gündü.
Para kazanmak, geleceği büyük ölçüde garanti altına almak önemlidir. Gereklidir. Ama bu çok hızlı bir şekilde yapılırsa sorunlar olabilir. Başka bir ifadeyle ruhsal doyum olmadan yalnızca fiziksel bir doyuma ulaşmak iyi değildir. Göze batarsınız, kötü anlamda dikkat çekici olursunuz. Daha doğrusu ne yapacağınızı bilemezsiniz. Oldukça ironik ama doyuma ulaşmak bu kadar kolayken bir anda doyumsuz olursunuz. Yine bu turnuvada gözümüzün içine
sokulan bir durum da bu oldu. Neydi o futbolcuların saçları öyle? Hepsi birbirinin
kopyası ve bir o kadar da kötü. Birincilik bu konuda bir çok ülkeye gidebilir, o
kadar kötü saç modelli futbolcular var. Sosyo-kültürel düzeyi yüksek ve zengin
ülkelerin futbolcu saç modelleri gayet bakımlı ve iyi iken futbolda başarılı ama fakir ve gelişmekte olan ülkelerin futbolcu saç modelleri bir o kadar kötü idi. Ben ne yaparsam yakışır zihniyeti bu sefer işlememiş. Yakışmamıştı. Her şeyin başı
gerçekten de denge.
İşte böyle. Bir turnuva daha başladı ve sürüyor. Keyfimiz bu
anlamda oldukça yerinde. Önemli olan aslında kupa da değil, kupa yalnızca bir
araç. Bu araçlardan faydalanıp hatıraları, anıları, güzel dakikaları toplayıp
anı kesesine atabilmek asıl başarı. Yoksa gerisi hep boş. Keşke en yukarıda
saydıklarım olmasalar ya da daha az olsalar da kesemizi daha rahat
doldurabilseydik. Hep sevgiyle, mutlulukla kalın ve anı kesenizi mutlaka ama
mutlaka doldurmaya devam edin. Unutmayın ki yıllar sonra elimizde ve bizden
sonra sevdiklerimizin hatıralarında yalnızca bu kese kalmış olacak.
Doldurabildiğiniz kadar doldurun çünkü siz buna değersiniz.