Bu yazı bir özeleştiridir. Kişisel bir sorgulamadır. Hani ben bu sayfanın hem yaratıcısı ve hem de takip edeni olacaktım ya işte o yönde yazılmış bir yazıdır. Objektif değildir, hatta tamamen subjektiftir ve üstüne üstlük hafif depresif bir modda yazışmış bir yazıdır.
Az önce Steel Heart’tan She’s gone’ı dinledim. Yıllardır dinlemiyordum. Saçlarımı uzatıp, siyah t-shirt’ler giydiğim ve bol miktarda bira içtiğim dönemlerden kalma bir parça idi. Madem o dönemlere girdim devam edeyim dedim ve şimdi Deep Purple’dan Child in Time’ı dinliyorum. Bu şarkıyı çok severim. Bir kaç kez daha dinlemeyi düşünüyorum. Yıllar önce bir Milliyet Şarkı Yarışması’nda bu parça ile birinci olmuştu bizim lise. Hemen sonrasında da Kabataş Erkek Lisesi ile kavgaya tutuşmuştuk. Kavga tabii ki güzel değildi ama o yıllar gerçekten de çok güzeldi. Şimdi ne kadar da uzakta geliyor bana. Sahi her bir anını bu kadar net, bu kadar dünmüş gibi hatırlayıp ama bu kadar uzakta olmasını bilmek dahası bunu hissetmek başlı başına bir ikilem değil mi?
Diyeceğim o ki, yazı depresif öğeler taşımaya müsait bir ortamda yazılıyor. Bu nedenle gününüzü karartmayın, canınızı sıkmayın, isterseniz hemen okumayı bırakın. Dışarıda güzel , aydınlık, güneşli bir gün var. Tadını çıkarın. Ben sizin sonuna kadar okuduğunuzu ve aferin bak çok güzel yazmış dediğinizi düşüneceğim. Bu nedenle gönül rahatlığı içerisinde sağ üst köşedeki çarpıya basabilirsiniz. Alınmak gücenmek benim adıma olmayacak.
Aslında nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Bu sıralar hayatımda canımı sıkan ve yüzleşmekten korktuğum bazı noktalar var ve bunun bu şekilde içimde devam etmesini istemiyorum. Bir şekilde yüzleşmek ve gerekirse savaşmak istiyorum. Kim galip gelir ise de onun dediği olsun icabında. Nasıl başlayacağımı bilmemekle beraber nasıl devam edeceğimi ve nasıl sonuçlandıracağımı da bilemiyorum. Aslında tek istediğim bir şekilde başlamak, sonrasının çorap söküğü gibi gideceğini yalnızca umabiliyorum. Belki tek bir yazı olur belki ise yine bir seriye giderim, kim bilir.
Köprüden önceki son çıkış. Bence devam etmeyin, bırakın okumayı, ben çünkü yazmaya devam edeceğim. Eğer okumaya devam ediyorsanız beklenti düzeyinizi lütfen düşük tutun çünkü ilk defa sonunda nereye varacağımı düşünmeden yazıyorum.
Geriye dönük baktığım zaman, hatırladığım kadarıyla ilk hayalimi, ilkokulun beşinci sınıfında iken kurmuştum. İlk dört seneyi aynı şubede okuduktan sonra, son sene başka bir şubeye transfer olmuştum. Dört sene boyunca beni okutan öğretmenimin mezun olmamıza bir sene kala tayini Antep’e çıkmıştı. Transfer olduğum şubenin öğretmeni ise özellikle test olaylarında çok iyiydi. Zaten öğretmenim de gittiğinden ailem müdür ile görüşüp transferimi hemencecik ayarlamışlardı.
Sıra arkadaşım yuvadan tanıdığım bir çocuktu, bu nedenle yeni gittiğim sınıfta hiç yalnızlık çekmedim. İlk aşık olduğum seneydi. Görür görmez elim ayağım karışmıştı birbirine. Sıra arkadaşım sürekli yanımda gözler kalbin aynasıdır şarkısını söyleyip söyleyip duruyor, benimle dalga geçiyordu. O şarkı bugün artık pek söylenmez oldu. Ender de olsa duyduğum zaman o eski, saf ve çocuksu günleri mutlulukla hatırlıyorum.
5.sınıf aynı zamanda ilk hayalimi kurduğum seneydi. Belki ilk hayalimi çok daha öncesinden kurmuşumdur ama en azından benim gerilere yönelik olarak hatırlayabildiğim ilk hayal o yıla aitti. Neydi tam olarak onu bile hatırlamıyorum ama aşık olduğum kız ile ilgili olduğu kesindi. Muhtemelen ya yakalamaç oyununda, onunla aynı takımda olmak ve onu kurtarıp kahramanı olmaktı ya da kimsenin yapamadığı soruları yapıp onun beğenisini kazanmaktı. Yakalamaç oyununda ben tam bir yıldızdım. Oldukça hızlıydım ve çok ani yön değiştirebilirdim. Kısacası yakalanmaz armadaydım. Soru çözmekte de oldukça ustaydım. Yani aslında boş hayaller kurmamıştım. Olması yüksek ihtimalli olayları kafamda önceden yaşamıştım o kadar.
Ben hiçbir zaman mesela uçma hayali de kurmamışımdır. Ne süpermen olmayı hayal ettim ne de ışın kılıcı kullanmayı. Ama okul takımının yıldızı olarak el üstünde çok taşınmışımdır. Kurduğum tüm hayallerim olması mümkün olan olaylardı. Kimisi oldu kimisi hala olmayı bekliyor.
Hayal dünyasına girdiğim o seneden sonra ne hayaller beni bıraktı ne de ben hayallerimi. Yatmadan önce uyumam sırf bu nedenle uzun dakikalarımı alırdı. Ama değerdi sonrasında ne rüyalar görürdüm. Her ruh halime, her duygusal anıma başka bir hayalim vardı.
Hayaller ile tercih edilen hobilerin birbirleriyle hep alakalı olduğuna inanmışımdır. Hayallerim için hobilerim oldu ve hobilerimdeki durumun yeni hayallerimi yarattı durdu senelerce. Neler neler yapmadım ki. Yüzme ile başladı, sonrasında su topu ve kürek. Derken Galatasaray minik, küçük ve yıldız takımında oynayacak kadar basketbol. Galatasaray’ın her branşında faaliyet gösterip durdum. Başarılı da oldum ama sonunu bir şekilde hiç getiremedim. Getiremedim çünkü hayallerim değişti ve buna bağlı olarak da hobilerim. Maymun iştahlı olduğumdan değil ama değişen hayallerdi beni bu şekilde hobilerimi değiştirmeye iten.
Sonra bir şeyler oldu. Ne zaman ve nasıl oldu ve daha da önemlisi ne oldu bilemiyorum ama bir şeyler oldu ve ben hayallerimden ve hobilerimden vazgeçmeye başladım. Yavaş yavaş uzaklaşmaya ve sonrasında da tamamen kopmaya başladım. Beni neden bıraktılar, ben onlara ne yapmıştım bir türlü anlayamadım ama hayatımdan bir anda çıkıp gittiler ve ben sonrasında kendimle bir daha hiç barışamadım. Boş vermiş gibi davrandım durdum, önemsemedim, ilgilenmedim dahası düşünmemeye çalıştım ama olmadı. Yavaş yavaş her şey değerini yitirmeye başladı çünkü en başta benim kendime atfettiğim değer azalmaya başladı.
Sonra ne mi oldu?
Bir sonraki yazıda devam edeceğim.
İnsanın kendiyle yüzleşmesi kolay değil, ufak bir mola rica ediyorum.