- the updated one -
Aslında güzel ülkemde yazacak tonla konu her gün karşımıza çıkmakta. Son olarak oyun içerisinde oyun olan TFF’nunun yönetim kademesinde yaşanan istifa olayı bile başlı başına bir yazı konusu. Buna karşılık çok klişe olacak ama bu kendimce güzel köşeyi bu konuyla pisletmek istemiyorum. Bu nedenle başlı başına Fenerbahçe Cumhuriyetinin başarısı olan bu konu hakkında yazı yazmayacağım. Ben artık maalesef bizim ligimizden çok soğudum. Kendi tuttuğum takımı da içeride tutarak, oynanan ve oynananacak bu pis kokulu oyunlar nedeniyle benim futbol seyretme keyfiyetimi elimden alan tüm takım ve idarecilerine yazıklar olsun diyorum.
Tabii günümüzün oldukça geçerli konusu yoğun kar yağışı hakkında da yazabilirdim. Malum yağmaz bu sene bir kere bile yağmadı mırıldanmaları yükselir. Bir yağsa ne güzel mikroplarda kırılır cümlesi de yine Top 10’de olan cümlelerdendir. Yağar bu kez de perişan olduk, sokağa çıkamıyoruz mırıldanmaları yükselmeye başlar. Kimileri Doğu’dakiler ya ne yapsın empatisini gösterirken kimileri taviz vermez bir üslupla onlar alışık canım kolaycılığına kaçarlar. Velhasıl kelam yağsa da konuşulur arkasından yağmasa da ...
Geçen haftaların yine çok konuşulan konularından Can Bonomo hakkında da yazabilirdim mesela ki ben her ne kadar gerek sesi, gerek tarzı ve gerekse imajı nedeniyle Luxux grubunun solistine çok benzetiyor olsam da (ben bu arada Luxux grubunu çok severim ve dinlemenizi tavsiye ederim) kendisini beğenmediğimi de söyleyemem ve dahası bizi temsil etmek için iyi bir seçim olduğunu dahi düşünüyorum.
Ben yine de tüm bunları yazmadım. Asıl üzerinde durmak istediğim konu yine ve yeniden Haydarpaşa Garı. Hatırlayacağınız üzere 28 Kasım 2010 Pazar günkü yangın sonrasında konu hakkında bir yazı yazmıştım. Bazı hidden agenda’lardan bahsetmiştim. Millet olarak balık hafızalı olduğumuzdan ya da yalnızca daha fazla üzülmemek için unutmayı bilinçli olarak tercih ettiğimizden dikkatimizi çekmemiş olabilir ama Haydarpaşa Garı artık seferlerini durdurdu.
Çok tercih ettiğim bir gazete olmamasına rağmen hakkını yememek lazım Radikal gazetesinde konu ile ilgili bir yazı çıktı. Gazetede çıkan habere göre Radikal gazetesi, askıya çıkmayı bekleyen planın detaylarında çarpıcı bir bilgiyi fark etmiş: Yıllardır “Otel olacak mı olmayacak mı” diye çok tartışılan tarihi gar binası, plana göre ‘Kültürel Tesis, Turizm Konaklama’’ alanı olarak ayrılacakmış.
Dahası da var. Plana uygun proje de hazırlandığında 1 milyon metrekarelik ‘Haydarpaşa Port’ta Harem Otogarı’ndan Kadıköy Moda’ya kadar olan kısım dev bir turizm ve ticaret merkezi haline gelmiş olacak. Haydarpaşa’ya yeni bir kruvaziyer limanın yanı sıra, alan içerisine toplam 4 adet de dini tesis yapılacak. 941 bin metrekarelik alanın 817 bin metrekaresine inşaat yapma serbestliği de getirilmiş.
Yine habere göre, projede ‘konaklama’ diye geçen yerler ‘otel’ olacakmış. Alanın çeşitli yerlerine 4 adet dini tesis yapılacakmış ve bu tesislerin toplam alanı yaklaşık 15 bin metrekare olacakmış. İdari bölümlerin toplam alanı ise 7 bin metrekare ile sınırlandırılacakmış. Kültür, turizm ve konaklama için 30 bin metrekarelik alan ayrılırken, 5 adet ticaret alanı içinse 132 bin metrekarelik alan öngörülmüş. 145 bin metrekarelik 3 adet başka bir yapıysa turizm ve ticaret merkezi olarak hizmet verecekmiş.
Projenin bir ucu Harem Otogarı’ndan başlarken, diğer ucu Kadıköy’de Moda sahiline kadar uzanacak. Alanın neredeyse % 60’ı konaklamaya ayrılacağından İstanbul yeni bir oteller bölgesine kısaca merhaba diyecek.
Haydarpaşa Limanı kruvaziyer limana çevrilecek olması sebebiyle bu kapsamda bir yapılaşma olacak ve bu yapılaşma ve limana yanaşacak gemiler nedeniyle Selimiye Kışlası ve Marmara Üniversitesi silüetinin görünmesi de engellenmiş olacak ve doğal silüet de bozulmuş olacak. Bozuladabilir bence önemli olan konu da bu değil. Bana göre önemli olan Haydarpaşa Garı’nın toplumsal hafıza için vazgeçilmez, ulusal kimliğin bir parçası olduğu gerçeği idi. O bizim Mostar Köprümüzdü. O bizim İkiz Kulelerimizdi. O bizim Eyfel Kulemizdi.
Hafızalarımızı tazelemesi adına yangın sonrası yazmış olduğum yazıyı aşağıda tekrar sizlerin dikkatine sunuyorum. Hoşçakal Haydarpaşa Garı.
"Ey İstanbul, sen mi büyüksün ben mi?'' diy
Türk filmlerinin olmazsa olmaz sahnesidir, trenden iniş, Haydarpaşa Garı ile tanışma, ağır ağır peronda yürüme, Sultanahmet'in muhteşem minarelerini, Kadıköy önünde tüm ihtişamıyla uzanan mendireği, deniz fenerini ve hatta hayatlarında ilk kez vapuru görmeleri. Başarılı olanların geçmişleriyle vedalaştıkları, olamayanların ise hayal kırıklıklarının sembolik başlangıcıdır Haydarpaşa Garı. Ama tümü için İstanbul’a varış, İstanbullu olmaktır Haydarpaşa Garı. Bugün artık kimsenin yüzünde Köyden İndim Şehre filminde Metin Akpınar'ın yüzündeki "Bura nere?" şaşkınlığı olmasa bile yine de "Neymiş bu İstanbul, görelim'' diyenlere bir hoş geldin, doğu ile batı arasında bir köprüdür Haydarpaşa Garı.
Her şey aslında 30 Mayıs 1906 tarihinde başlamış. TCDD'nin ana istasyonu olma özelliği taşıyan Haydarpaşa Garı 1908 yılında İstanbul - Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak hizmete girmiş. Binanın bulunduğu sahaya III. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiş. Otto Ritter ve Helmuth Conu adlı iki Alman mimar tarafından hazırlanmış bir proje, Alman ve İtalyan taş ustalarının birlikte çalışmaları ve Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketinin ortaya çıkardığı artık tarih olmuş bir bina. Abdülhamit zamanında yaptırılan bina aslında ne sultana ne de sultanın şehrine şans getirmiş. Haydarpaşa Garı, hizmete girdiği yıl padişah tahttan indirilmiş. Temeline ustaların Lefke'den getirdikleri ilk taşı koymalarından itibaren geçen 10 yıl süresince de güzeller güzeli sultanın bu başşehri bu şansızlıklardan hep payını almış. Bina Birinci Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere yapılan bir sabotaj sonrası çıkan yangın sonucu, büyük bir hasar görmüş sonrasında yeniden onarılmış ve bugünkü şeklini almış.
Fizyolojik ve biyolojik olarak birbirlerine benzeyen farklı
ülkenin insanlarında bile inanç, düşünce, tutum ve olayları algılayış tarzı
bakımından farklıklar vardır. Bu farklılığı ortaya çıkaran etkenlerin başında
içinde yetiştikleri toplumun kültürel
yapısı gelmektedir. Çok kaba bir tanımla, bir toplumun tarihsel süreç
içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi
özelliklerin bütününe kültür denmektedir. Başka bir ifadeyle kültür, bir
toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür,
toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Toplumsal dayanışma ve birlik duygusu, biz olma bilincidir. İnançlar,
gelenekler, normlar ve düşünce biçimleri de etkiler bu biz olabilme sürecini, binalar, her türlü araç-gereç ve giysiler
de. Dahası kültürün maddi ve manevi öğeleri arasında sürekli bir etkileşim de
vardır, birinde meydana gelen bir değişim diğerini de etkiler.
Haydarpaşa Garı - kişisel
fikrimdir- filmlerimize, dizilerimize, yaşantımıza, düşüncelerimize,
sembolik dünyalarımıza mal olmuş bir kültür parçamızdır. O kadar ki bu kültürel
parça hem maddi ve hem de manevi olarak vücut bulmuş bir kültürel zenginliğimiz,
bir hazinemizdir belleklerimizde.
Tarihi
Haydarpaşa Garı'nda, 28 Kasım 2010 Pazar günü saat 15.30 sıralarında, henüz
belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Basit bir tamirat işlemi, özensiz ve
muhtemelen tarihi binalar konusunda deneyimsiz bir tamirat firması ve yerel
yöneticilerle ilişkilendirilen rant dedikoduları. İçinde yer aldığı belediye “bizden alınmış bir onarım ruhsatı yoktur,
çalışma kaçaktır” diyerekten topu üzerinden atıyor. Mimarlar Odası “biz öncesinde uyarıda bulunmuştuk, uyarımızı
dikkate almadılar” ifadesiyle adeta bir çocuk gibi küstüğünü, darıldığını
ilan ediyor. Gar müdürü itfaiyeye hemen haber verdiklerini söyleyerek, kısa
sürede söndürdükleri için itfaiyeye methiyeler sıralıyor. Herkes yanan çatı
özelinde. Hadi tamam kalın bu özelde de hiç olmazsa “nerede iş müfettişleri” diye
sorun, “çatı çalışanları sigortalı mı”
diye incelemede bulunun, “tamiratı yapan
kişilerin ehliyetli olup olmadıklarını” sorgulayın mesela, “yangın
güvenlik önlemi niye alınmamış” diye hesap sorun, hiçbirini yapamadın temel
kurulması gereken sistem olan “çatı
springer sistem neden kurulmamış” bunu izah etmelerini isteyin. Normal
şartlarda bu eksikleri olan binlerce işveren milyarlarca lira ve hapis
cezalarına çarptırılmakta, sahi takip edece k/edebilece k misiniz bunları sorumlu ve ilgili birimler
olarak. Diğer taraftan da bazıları konuyu garın sınırları içinde yer aldığı belediyeye
yıkma hesapları içerisinde bir kulp bulma isteklerinden.
İstanbul’un en güzel silüetlerinden birine sahip olan
Haydarpaşa Garı ve çevresi hakkında yangın öncesinde ve sonrasında yazılan ve
dillendirilen bir çok dedikodu oldu. Haydarpaşa Garı yeni bir dönüşüm
projesiyle anılmaya başlanmış güya beş yıldızlı otel ve alışveriş merkezi
ihtiyacını karşılayacakmış. Hatta proje kapsamında liman ve gar bu bölgeden
çıkarılacakmış yerine iş ve eğlence merkezleri, gökdelen, yat ve kruvazör limanlarının
olduğu bir bölge haline getirilece kmiş.
Yerli Manhattan olacakmış başka bir ifadeyle. Programa verilen başka bir ad ise
Dünya Ticaret Merkezi’ymiş. Gar ve liman çevresine, New York'ta 11 Eylül
saldırılarıyla yıkılan ikiz kulelerin benzerlerinin inşa edilmesi düşünülüyormuş.
Projenin mimarının ismi bile belliymiş. Daha neler neler... Belçika’lı meşhur
firma Atelier D'art Urbain tarafından hazırlanan ve Venedik tarzı kanalların
yer aldığı projeler, konut, ofis, otellerin yanı sıra alışveriş merkezi, kongre
merkezi, fuar alanları ve marina da bulunduğu bir yapılandırma, Kadıköy ile
Üsküdar ilçelerinden arazileri de kapsayan merkezler, rekreasyon alanları. Bazıları
ise direk hedefe yönelik yapıyor dedikodusunu: “Proje temel olarak Haydarpaşa Garı ve liman sahasındaki TCDD işletme
faaliyetlerinin durdurulması ile bu alanda mevcut tarihi gar binasını da içerece k şekilde yeni rant merkezleri oluşturulmasını
hedefliyor.” Tabi tüm bunlara karşı alınan önlemler de sıralanmakta daha doğrusu
arkalarına sığındıkları tek bir karar sürekli dillendirilmekte: "Garın Kentsel ve Tarihi SİT alanı olarak kabul edilmesi kararı "...
Kültür durağan
değildir. Zaman içinde değişir, maddi öğeler daha hızlı değişir. Bir kültürde
ortaya çıkan maddi veya manevi kültür öğesinin dünyadaki başka kültürlere
yayılması olarak tanımlayabilece ğimiz
kültürel yayılma karşı değilim. Kim İtalyan’ların spagettisini sevmez mesela ya
da ulusçuluk fikrinin ortaya çıktığı Fransa’dan hangi ülke etkilenmediğini
iddia edebilir, Kuzey Amerika yerlilerinden
öğrenilen tütün kullanımı hala insanları zehirlemiyor mu... Benim karşı olduğum
öncelikle kültür emperyalizmidir. Başka bir ülkenin bizleri kitle iletişim
araçlarıyla etkilemesi ve kendine benzetmesidir. Bunun bugün kim olmadığını
söyleyebilir ki? Bu çalışmanın en vahim tarafı sömürgeciliği kolaylaştırması.
Ama benim bundan bile daha çok karşı olduğum ve dikkat edilmesi gereken nokta Kültürel
Yozlaşmadır. Yabancı kültürlerin olumsuz etkisi ve toplumun kendi öz
değerlerine yeterince sahip çıkmaması sonucu meydana gelen bozulma. Yardımlaşmanın
yerini çıkarcılığın ve duyarsızlığın aldığı kanserli yapı. İşte bu anlayış
beraberinde rant için her yol mübahtır,
gerisi teferruattır düşüncesini getirir. Bu anlayış üniter devlet yapımızı
yok eder, kardeşi kardeşe kırdırır ve birgün yok olmamıza neden olur.
Ulusal çıkarlar ve ülke menfaatleri için yapılacak her bir
proje bana göre desteklenmelidir. Yeter ki iktidar olsun, muhalefet olsun, tüm
kesimlerin, tüm bireylerin aynı kültür içersinde yoğrulmaları ve millet
olabilme özelliğini taşıyabilmesidir. Önemli olan paylaşılan hayallerin ve
vizyonun aynı olabilmesidir. Önemli olan aynı yöne tüm bireylerin bakabilmesidir.
Binalar işte bu uğurda korunadabilir Berlin’de olduğu gibi yıkıladabilir.
Dilerim ortak bir kimlik ve sadakat hissi etrafında birgün toplanabilir
ve tek bir kişi gibi çalmayı başarabiliriz ...
0 yorum:
Yorum Gönder