Orta yaş bunalımı vs zincirlerimizi kırabilmek
Eşim bu sıralar benim orta yaş bunalımına girdiğimi ve tüm
şiddeti ile bu bunalımı yaşadığımı düşünüyor. Kim bilir belki de haklıdır
bilemiyorum ama ben açıkçası öyle olduğunu düşünmüyorum. Benimkisi daha çok
bugüne kadar yaşamadığım ve negatif öğeler içermeyen bir dönüşüm, geç kalmış ya
da belki tam zamanında gerçekleşen bir değişim. Bugünlerde farkındalığım her
zamankinden çok daha aktif, olayların hem içinde ve hem de dışında olabiliyor,
tüm yaşadıklarıma ve yaşananlara dışarıdan ve hatta yukarıdan bakabiliyorum ya
da ben öyle sanıyorum. Bu yeni gelişen yetenek beni doğal olarak tehlikeli
sularda yürümeye de yöneltiyor. Beyinlerimizin bile özgür olmadığını düşünmeye
başladım mesela bu sıralar. Çok geç kalmışsın dostum diyenlerinizi duyar gibiyim. Amacım ne siyasi bir yazı yazmak ne de bir medya
eleştirisinde bulunmak. Yoksa aslında 80 ihtilali sonrası tüm gençliğin nasıl
depolitize edildiğini, nasıl tüketime odaklanmış, kaliteli kitap, şiir ve müzik
yoksunu bir toplumun hedeflendiğini bugün rahatlıkla görülebilmekte. Cahilleştirme,
sıradanlaştırma ve yeşilleştirme operasyonu gayet başarılı bir şekilde uygulandı. Benim
amacım çok daha kişisel bir yazı yazmak bugün.
İnsan kendinden sıkılır mı hiç? Sıkılır efendim, inanın
sıkılır. Ben mesela bir süredir kendimden sıkılmaya başladım. Düşünün ben
kendimden sıkılıyorsam kim bilir başkaları nasıl sıkılıyordur. Peki bu durumun
suçlusu ben miyim? Pek tabii ki benim. Suçu ortama, şartlara, imkanlara bağlama
yalnızca bir şeylerin arkasına sığınmak olurdu. İnsana özgür irade verildiğine
göre - en azından ben buna inandığıma göre - tercih de karar da benim olmuş olmalı ve
içinde bulunduğum durumdan da şikayet etme hakkım bu durumda doğal olarak ortadan kalkmakta.
Kendimden sıkılmamın en baş nedeni içinde bulunduğum durumu tespit ve işaret ediyor olmama
rağmen bu durmadan kurtulmak için harekete geçemiyor olmam aslında. Esasen eşimin yaş
bunalımı ve benim ise değişim dediğim olay tam da bu noktada başlamakta. İzah
edeyim:
Önce size bir soru: En son ne zaman içten gelerek kahkaha
attınız? Ben bir zamanlar karnım ağrıyana kadar gülebilirdim. Öyle büyük zeka
ürünü bir espri ya da şaka olması da gerekmezdi hani. Ufak deli saçması şeylere
dakikalarca ve yerlere düşene kadar gülerdim, gülerdik. Hem biz buna uygunduk,
hem çevremiz ve hem de konu içerikleri. Ne zamandır gülmüyorum oysaki gülmek
gülmeyi, sevmek sevmeyi getirir derler, biliyorum ama uygulayamıyorum, peki ama
neden? Yine bir zamanlar şefkatliydim
ve şartsız sevgiye inanırdım. Her şeyin iyi yanını görmeye çalışırdım,
insancıldım. Hislerimle hareket ederdim ve doğru olanın da bu olduğuna
inanırdım. İlişkide mesela kendimce verici olan taraftım, hoş eşim kıymetimi
hiç bilmez, ona göre yıpranan ve fedakar olan odur. Neyse yazı kişisel
olacaktı, devam ediyorum. Sonraki dönemde bu özelliklere yine sahiptim ama ne
yalan söyleyeyim hayatımda artık eskisi kadar etkili ve söz sahibi değillerdi.
Onların azalttıkları etki alanlarına başka başka, tanımadığım, yadırgadığım ve
dahası hiç alışamadığım özellikler gelip yerleştiler. Daha bir panik, daha bir
depresif özellikler sergilemeye başladım. Yaptıklarımı daha çok bir fedakarlık
olarak görür oldum. Bunlara ek olarak bir de kendime acıma başladı ki çekilir
gibi değildi. Çok şükür ben ve ailem sağlıklıydık, para kazanıyorduk, işte ve
evde çoğu zaman mutlu ve huzurlu bir hayat yaşıyorduk ama hani sanki bir yandan
da kendimi nemli, yapışkan ve karanlık bir deliğe doğru yolculuk yapıyor gibi
hissediyordum. Sessiz çığlıklarım sağır duvarlardan bana yansıyıp duruyordu.
Tüm bunlarda bir terslik vardı, olmalıydı.
Yaşadığım, tercih ettiğim hayat da tüm bu hislerimi
destekliyordu. Evden işe, işten eve bir hayatım vardı ve neredeyse
birbirlerinin kopyasıydı. Monotonluğun ve sıradanlığın gücü ve etki alanı o
kadar kuvvetliydi ki ne zamandır hobilerimi bile boşlar olmuştum. Siz de fark ettiniz
mi kazançlarınız arttıkça alternatiflerin arttığı gerçeği yalnızca bir illüzyon
aslında. Gerçek ise tam tersine belli bir seviyeye kadar artan kazancın
alternatifleri yalnızca azalttığı. Domatesi aldığımız yer bile aynıdır bizim.
Tercih ettiğimiz tatil yerleri birbirinin aynısıdır. Gidilen yerlerde mutlaka
ama mutlaka bize benzer arkadaşlarımızı görürüz. Bizler de birbirimize benzeriz
aslında: Bir veya en fazla 2 çocuk sahibi, orta düzey gelir seviyesine sahip,
Jetta veya muadili araba kullanan, şarap ve rakı tüketen, büyük çoğunluğu
sigara içmeyen ya da bırakmış örnek kabul edilen aileler. Arayışımız ve
amacımız hep ortaktır: Güvenlik ve Garanti. Günlük stres, yorgunluk ve
yılgınlıktan alternatif aramaya ne zamanımız vardır ne de gücümüz. Oysaki bir
zamanlar ne renkli tatillere çıkar, ne maceralar yaşar, ne umursamaz yaşardık.
Seçenekleri kısıtlı, beyinleri zincirli yaşayan bizlerin herhangi bir sebepten
finansal kazançları azalırsa yaptıkları ilk işlem zincirleri daha da
kalınlaştırmak olur koparmak yerine. Kalınlaşan zincir hem çok daha kuvvetlenir
ve hem de varlığını çok daha fazla hissettirip çok daha fazla rahatsız etmeye
başlar. O kadar ki zaman zaman her şeyi geride bırakıp dünyanın öbür ucuna
gitmeyi bile düşlerken bulabilirsiniz kendinizi. Hoş hemen sonrasında geride
kalanları nasıl özleyeceğinizi düşünüp bir anda vazgeçersiniz bu hayalinizden.
Aslında tüm ihtiyacınız bir tshirt ve kot giyip Starbucks’a ya da Caffe Nero’ya
oturmak, içilen bir kahve eşliğinde laptop’unuzdan işinizi yürütebilmektir,
amaçsız saatlerce boş boş yürüyebilmektir, geleceği en azından bir saat olsun
düşünmemektir. İhtiyacımız olan özgür olabilmektir. Ben demiyorum bahçelerdeki
sularla dans edip ıslanalım, elbiselerle denize atlayalım ya da saatlerce balık
tutup, kumsallarda gitar çalalım. Ben yalnızca zincirlerimizi ve zorunlu
dayatılan şeylerden bir an olsun uzaklaşabilelim diyorum.
Hareketsiz ve hep aynı olan hayatımda eksik olan neydi
peki? Öyle ya tüm yukarıda yazmış olduğum özlemlerimi aslında istesem pekala
yapabilirdim ama yapmıyordum. Mutluluk mu, huzur mu? Diyelim ki evet ama
bunların ikisi de kök neden olamazlardı. Başka eksik olan bir şey vardı, olmalıydı.
Sonradan onu da buldum: Heyecan. Benim zincirlerim bana son zamanlarda öylesine
ağır gelmeye başladılar ki acımasızca içimdeki heyecanı yok ettiler.
Uzun zamandır öyle ya da böyle bir şekilde kendimi
nedensiz bir baskı altında, kısıtlanmış olarak hissettim durdum. İşte bu
kısıtlanmışlık hissi ben de eşimin orta yaş benim ise zincirleri kırma
diyebileceğim bir dizi dönüşüm ve değişikliğe neden oldu, oluyor. Farkında
olarak ya da olmayarak bir süre çeşit çeşit kendimce depresyonlara girip
çıktım. Çoğunda çıkmaya çalıştıkça daha da dibe sürüklendim durdum. Sebebini
kimi zaman yıldızlara kimi zaman yaşıma kimi zaman da benim dışımdaki nedenlere
bağladım. Sonra farklı düşünmeye başladım. Tüm içinde bulunduğum durumun
aslında yapmış olduğum hataların farkına varma, hayatımı süzgeçten geçirip
istediğim hayata adım atacak bir fırsat olarak görmeye başladım. Sonra da aşağıda
sizlerle paylaşacağım bazı noktaları kendimce belirledim.
Bu bağlamda sizlere naçizane tavsiyelerim öncelikle
hayatın sizin hayatınız olduğunu ve keyifli geçirmek ya da sıkıntılar
içerisinde boğulmanın hep sizlerin birer tercihi olduğu gerçeğini bilmeniz,
hatırlamanız. Buradan hareketle sizi ruhsal yönden daraltan insanlardan
uzaklaşmaya başlayın. Hem de hemen. Kendinizi daha fazla sosyal ortamlara atın. Sinemaya, tiyatroya,
konserlere gidin. Arkadaşlarınızla gezin ve sorunlardan değil, eğlenceli
şeylerden konuşun. Artık dertleri dinlemeyin, hayatın neşeli yönlerini
paylaşın. Bizler hep kötü gün dostu olmayı matah sayarız. Bence yanlış. En az
o dönemler kadar iyi günlerin de dostu olmaya çalışın ve olun. Bol bol gülün,
kahkahalar atın. Ruhsal sıkıntılarınızın belki de çoğunu yine kendinizin
yarattığını bilin. Kuruntulardan kurtulmaya çalışın. Sürekli gelecek kaygısı
ile yaşamak yerine anı yaşamaya çalışın. İlişkiniz yanlış ise, bırakın.
Sürdürmeyin, ayrılın. Bırakmayı bilin. Yeni ve daha mutlu edecek bir ilişki
illaki gelecektir, emin olun. Yok eğer ilişkiniz doğru ise ama bazı sorunlar
varsa ki illaki olacaktır (dikensiz gül bahçesi ütopyasına inanmak hata
olacaktır), bu sorunların da en azından bir kısmının sizin kararsızlığınızdan,
kuruntularınızdan veyahut hatalarınızdan kaynaklanıyor olduğunu, olabileceğini
biliniz. Kişilik alanlarınızı yaratın ve
sahip çıkın. Bu kadar empati fazla artık. Kurmuş olduğunuz empatinin fazlasının
sizden götürdüğünü bilin. Kendinize zaman ayırın. Hobiler edinin. Bol bol
hayaller kurun ve bu hayallerinizin peşinden koşun. Kendinizin değerini bilin.
Sizden bir tane daha yok bu dünyada. Kendinizi sevin ve dahası gurur duyun ve
daha da dahası kendinize güvenin bu güven ilk başlarda size boş bile gelse.
Mutluluğunuz varsa sıkıca sarılıp nedenini düşünmeden, sorgulamadan tadını hem
de sonuna kadar çıkarın. Size heyecan veren, hayatınıza neşe ve anlam katan ne
varsa düşünmeden peşinden gidin, hatta koşun. Unutmayın bu dünyaya en azından ön
bilinçli olarak yalnızca bir kere geliyoruz. Hayat bizlerin hayatları. Nasıl
olacağına ilişkin kararı da ancak bizler verebiliriz.
Tercihlerimizin hayal dünyamıza giden yollar olması dileklerimle.
Tercihlerimizin hayal dünyamıza giden yollar olması dileklerimle.
Tüm bunların yanında bir de; "Başarmışlık hissi" yaşatın kendinize. En güzel o gelir insana. Bir puzzle tamamlamak, planladığınız bir olayı gerçekleştirmek (Pazar günü sinemaya gitmek de olur bu, iş yerinizdeki bir proje de), her neyse işte... Biz insanoğlunun her şeyden önce bu hisse ihtiyacı olduğunu düşünürüm. Bu aralar "başarmışlık hissi"ni bana kızım yaşatıyor. "Yaşasın başardı başardı! Sırtüstü dönüyor!!!" :P
YanıtlaSilSevgiler...
Değerli katkınız ve yorumunuz için çok teşekkürler. Katılmamaya imkan yok. Çok haklısınız. İnsanın bu yolculukta büyük olsun küçük olsun kesinlikle zaferlere, başarılara, kendini iyi hissettirtecek yaşanmışlıklara ihtiyacı var. Kişisel motivasyon ve yola devam için olmazsa olmaz bir noktayı aslında işaret ettiniz.Tekrar çok teşekkürler.
YanıtlaSil