Kişisel denge noktası: herkes kaderini kendi çizer ile her şey olacağına
varır arasında bir yer
Kuzey Kore'de 2 yıl içerisinde rejim değişikliği olacak...
Şili
şarapları, Fransız şaraplarını tahtından edecek...
Euro çökecek, birlik
dağılacak...
Uzayda yürüyüş 10 yıl içinde herkes için mümkün olacak...
15 yıl
içinde ham petrol kalmayacak...
Atan atana. Tutturabilene aşk olsun! Sürekli bir
tahmin bombardımanı. Önüne gelen ama mantıklı ama değil atıp tutuyor ve bizleri
de ister istemez düşündürmeye, hayal kurmaya ve hatta pozisyon almaya itiyorlar. Bir akıllı ve sabırlı adam da çıkmaz mı yahu bu atan tutanları bir not edelim, hatta ölçelim bakalım ne kadarı
gerçek çıkacak diye. Evet şimdiye kadar ölçen de çıkmamıştı tutan da. Bu nedenle de önüne gelen
tahminlerde bulunup geleceğe ilişkin öngörülerde bulundu, hoş hala da bu durum
devam ediyor. Ne borsa uzmanları, ne astrologlar ve hatta ne bilim adamları sıkıp
sıkıp durdu bugüne kadar.
Berkeley’den bir profesör, Philip Tetlock, üşenmemiş,
kendine iş edinip (ne güzel bir iş, o ayrı) 10 yıllık süreçte toplam 284
uzamanın 82361 öngörüsünü değerlendirmiş. Yani 82361 tahminin (atışın) tutma
oranını incelemiş. Sonuç tam bir hüsran. Peki neden böyle? Neden bu kadar
fütursuzca ve sonuçlarını düşünmeden
bilgi kirliliği bu kadar kolay yaratılabiliyor? Her şeyden evvel, medya bu tür
konu ve kolay manşetleri seviyor. Buna bağlı olarak da bu tür kıyamet
tellalları kendilerine medyada kolayca yer bulabiliyorlar. Harvard’lı ekonomist John Kenneth Galbraith, “gelecekte olanları tahmin eden 2 tip insan
vardır: biri hiçbir şey bilmez, diğeri de hiçbir şey bilmediğini bilmez”
diye yazarak olayı gayet güzel özetlemiştir aslında.
Aslında sorun şu: uzmanlar yanlış öngörüler için bir bedel
ödemiyorlar- ne para, ne de nam olarak. Farklı ifade edersek, toplum olarak bu
insanlara fazladan prim veriyoruz. Öngörüleri tutmazsa kendileri için artan bir
risk yok, ama tutarsa ilgi ve müşteri artışının yanında yayın imkanı da var. Bu
primin bedeli sıfır olduğu için gerçek bir öngörü enflasyonu yaşıyoruz.
Böylelikle giderek daha çok artan öngörünün tamamen rastlantı sonucu doğru
çıkma ihtimali artıyor. Tam bir komedi yani. Piyango kime vurursa!
Siz siz olun geleceğe ilişkin yapılan tahminlere çok kulak
asmayın. Siz yine içinizden gelen sesi dinlemeye devam edin. Bilin ki şimdinin
gözlüğü ile geçmişe bakıldığında açıklama çok kolay yapılabilir iken aynı şey
tersi için geçerli olmuyor.
10.000 yıl öncesinin büyük büyük dedelerimizin zamanından
beri çok belirgin şekilde değişmiş olan şey, içinde yaşadığımız çevre. Artık 50
kişilik gruplar halinde yaşamıyoruz. O
zamandan bu yana dünya muazzam değişti. Bugün alışveriş merkezinde bir saat
dolaşan biri, büyük büyük babalarımızın bütün hayatları boyunca gördüklerinden
daha fazlasını görür hale geldiler. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi
bilemiyorum ama kimse aksini sanırım söyleyemez. Bu süre içerisinde her şeyi
daha incelikli ama daha da karmaşık ve birbirinden bağımlı hale getirdik. Yani
bir kara sineğin sol kanadının altındaki beni inceler olduk, o konuda uzmanlar
yarattık ama yarattığımız bu uzmanlıktaki uzmanlar çoğu kere sineğin kendisini
bilemez, göremez ya daha da kötü görse tanımaz oldu. Sonuç hayret verici bir
başarı ya da tam bir başarısızlık. Parçacı görüş içinde sistemin kendisini
göremez olduk. Kendimize kaoslar yarattık. Ama hemen ardından entropi yasası ile
o kaosları yönetir olduk. Evet muhakkak ki bir evrim gerçekleşti ama bu evrim bizi
mutlak anlamda optimize edemedi.
Bugün bir çok karar (iş, eş, yatırım) bunu kabullenmek zor
olsa da bilinçsiz olarak verilmekte. Kararlarımızı saliseler sonrasında bir
açıklama ile yapılandırırız, bu da biz de bilinçli karar verdiğimiz izlemini
uyandırır. Düşünmemiz , tek derdi salt gerçekler olan bir bilimciden çok, çoktan
belirlenmiş bir sonuç için en iyi açıklamayı yapılandırmayı iyi bilen avukatlar
gibidir. Elbette akılcı düşünce sezgisele dönüşebilir. Bir müzik aleti çalmaya
çalışırken , nota nota öğrenir ve her bir parmağa ne yapması gerektiği komutunu
verirsiniz. Ama sonra mesela 10.000 saat piyano çaldıktan sonra artık
parmaklarınız bilinçsiz bir şekilde gitmesi gereken tuşlara gider. Warren
Buffet bir bilançoyu profesyonel bir müzisyenin partisyonu okuması gibi okur.
Bu “yeterlilik çemberi” olarak
adlandıran şeydir: Sezgisel kavrama ya da ustalık. Aynı nefes alıp verirken
düşünmememiz gibi. Meditasyonun özü her bir nefesini takip etmek ve başka bir
şey yapmamak, düşünmemektir. Yalnızca nefes alıp vermeye odaklanmak. Yapın da
işin zorluğunu görün. Nefessiz kalırsınız. Bilinç işin içine ne kadar çok
girerse sonuç o kadar sıkıntılı olur. Bilinçaltı bu işi oldukça sorunsuz
halletmekte. Ona pek karışmamak gerekiyor aslında. Sezgisel düşünmenin harekete
geçmesi için her zaman kişisel ustalık seviyesine geçmiş olmak gerekmiyor. Bu
hem iyi hem de kötü tabii. Hayat işte ne yalnızca siyah ne de yalnızca beyaz.
Peki ne yapmalıyız?
Neticeleri küçük olan durumlarda akılcı optimumdan feragat
edebilir ve kendimizi sezgilerimizin yönlendirmesine bırakabiliriz. Düşünmek zahmetlidir
ve çoğu kere işe de yaramaz. Teoman ne demiş bir şarkısında: Düşünme. Bu yüzden, olası zarar ufaksa
fazla kafa patlatmayın ve hatayı kabul edin. Hayatınız daha kolaylaşır. Hayata
az çok güvenli şekilde ilerlediğimiz sürece-ve önemli olduğunda dikkat
kesildiğimizde- doğa kararlarımızın kusursuz olup olmadığıyla pek ilgilenir
gibi görünmüyor. Bu nedenle gerçekten kontrol edebildiğiniz birkaç şeye odaklanın
ve diğer her şeyi de akışına bırakın gitsin.
Sakın bir üst paragraftan plan yapmanın anlamsız olduğu
sonucu da çıkmasın. Eğer planlarımızı gözlerimiz açık olarak yaparsak, plan
yapmanın önemli olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte sahip olduğumuz iyi
şansın farkına varmalıyız ve belki daha da önemlisi iyi bir şansımızın olduğunu
ön koşul olarak kabul etmeliyiz, hatta buna gönülden inanmalıyız. Gözlerinizi
kapatın ve her zaman size eşlik eden iyi bir şansın varlığına inanın. Sonra bu
iyi şansın değerini bilin, bunun için şükredin. Üstelik her sabah, her akşam ve
hatta aklınıza ne zaman gelse bunun için şükredin. Hayatı nasıl yaşarsan, hayat
da sana onu verir. Başarınıza katkıda bulunan rastgele olayları da fark etmeye
çalışın. Ayrıca, bize acı verebilecek rastlantısal olayları da fark etmeye özen
gösterin. Bunu ister rastgele olaylar, ister şans, ister kader diye tanımlayın
ama böylesi bir düzenin içinde rahat edebileceğiniz bir yer edinin. İnanın siz
rahat edersiniz.
Kendimize mümkün olduğu kadar boş zaman yaratın. Güzel
şeylerin tadını çıkarın. Sait Faik Abasıyanık’ın dediği gibi “Ve denize bir dakika durup bakmaya
vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar ne zevksiz mahluklardı”. Siz siz
olun denize bakın, güzel şeylere zaman ayırın, zevksiz olmayın. Bağımsızlık
sağlayın. Arzularınıza en yakın gelen şeyleri yapın. Ön yargılarımızın bir
kısmının aslında terbiye edilebilir olduğunu bilin ve bunun için uğraş verin.
İnsanlara bir ikinci şans verin.
Herhangi bir alanda en başarılı olan insanları birer kahraman
olarak düşünmek bir trajedi yaratmaz. Hatta belki kabul bile edilebilir (tüm
bu yazdıklarımdan sonra işin büyük bir bölümünün şansa ait olduğunu artık
biliyorsunuz). Ama kendimize olan inancımız yerine, uzmanların ya da pazarın
yargılarına olan inancımızın bizi vazgeçmeye itmesi tam bir trajedidir, aynı John
Kennedy Toole’un ölümünden sonra yayınlanan ve bir çok satan olan Confederacy of Dunces kitabının taslağı
birbiri ardına yayıncı tarafından reddedilince intihar etmesi gibi. IBM’in
CEO’larından Thomas Watson’un dediği gibi,“Başarılı
olmak istiyorsan, başarısızlıklarını ikiye katla”.
The Shawshank Redemption diye bir film vardı. Bilmem
hatırlar mısınız? Tim Robbins ve Morgan Freeman başrollerdeydiler. Çok net
hatırlıyorum, o zamanlar hemen hemen her hafta sonu en az bir kez sinemaya
giderdim. O hafta gitmek istediğim filmlere ya geç kaldığımdan ya da gittiğim
sinemada o filmler oynamadığından gidememiştim. Sırf başka film olmadığından ve
saatlerim uyduğundan yani aslında bir yerde mecbur kaldığımdan The Shawshank
Redemption’a gitmiştim. Beklentim hiç yoktu. Filmin sonunda en sevdiğim 10-15
film arasına girmişti. İşte o filmde bir söz vardı: Umut iyi bir şeydir ve iyi bir şey asla ölmez. Umudunuz hep olsun içinizde ve hiç
kaybolmasın. Buna izin vermeyin.
Kadınlar alışveriş, erkeklerde de mesleki statü mutluluk
etkisi yaratıyormuş. Alışveriş yapın ve umarım terfi tez zamanda edersiniz.
Terfi ettiğiniz zaman karşılaştırma grubunu değiştirmemeye çalışın. CEO olan
kendini CEO’larla muhatap tutarsa mutluluk etkisi balon gibi sönüyormuş. Terfi
etmezseniz de çok takmayın zira kariyerinde basamak yükselmiş olan insanlar
ortalama 3 ay sonra tekrar eskisi kadar mutlu ya da mutsuz oluyorlarmış. Üstelik
bunun bir de süslü adı var: hedonik uyum.
Benzer şey ikramiye için de geçerliymiş. Yani büyük ikramiye size çıkmadı diye
çok da üzülmeyin. Dönüp dolaşacağınız nokta bir süre sonra yine aynı olacakmış.
Çalışıyoruz, ve yükseliyoruz, bunun sonucunda kendimize daha çok ve güzel şeyler
alsak da daha mutlu olamıyoruz. Benzer durum çok şükür kötü olaylar için de
geçerli. 3 ay sonra tekrar gülmeye başlayabiliyoruz. Boşuna dememişler zaman en iyi ilaç diye.
Akıl Oyunları filminden bir replik yazmanın işte tam sırası:
“Mutlu olmak her şeyin yolunda olması
demek değildir. Mutlu olmak, görmezden gelme konusunda ustalaşmak demek”.
Nasıl düşünmeyin diye tavsiyede bulunmuşsam benzer şekilde görmezden gelin de
demek isterim. Marifet karşı tarafın bir şeyini yakalamak değil, bilakis
yakalanmış olanı görmezden gelebilmektir, en başta kendi mutluluğunuz için.
Bunun için kendimi aptal yerine koyamam da demeyin zira asl olan sizin
mutluluğunuz gerisi zaten boş lakırtı.
Bir de madem konu döndü dolaştı yine kişisel gelişime geldi,
siz siz olun egolarınızdan kurulmaya çalışın. Derinliklerde sakladığımız ve
sevgiyi engel olan korkularınızdan sıyrılmaya çalışın. Kendinizi ve geçmişimizi
affederek başlayın her şeye. Gidip sessiz bir yer bulun ve kapatın gözünüzü
sizde size kötü gelen şeyleri sıralayın ya da geçmişte yaptığınız ve size bugün
utanç, üzüntü ve pişmanlık veren şeylerden ötürü kendinizi affetmeye çalışın. Zor da değil hani kendimi affediyorum deyin ve gülümseyin hepsi bu işte. Derinlere
itmiş olduğumuz, sanki hiç yokmuşlar gibi yaşamaya devam ettiğimiz ve içinde
öfke ve kin barındıran tüm olayları, tüm yaşanmışlıkları sevgiye
dönüştürebilmek için affetmek en başlıca işlem. Kendinizden sonra buna neden
olan kişileri de affedin. Yine hayal gücünüzde bu insanlarla karşılıklı gelin
ve yaptıklarını sıralayıp, tüm bunlardan ötürü kendisini affettiğinizi söyleyin
ve gülümseyin. İlk sefer sonuç alınmazsa ikinci,üzüncü seferleri deneyin.
Hayatın akışını kontrol etmeye çalışmayın, yapamazsınız,
boşa küre çekmeyin. Savrulduğunuzu düşündüğünüz yerler için de şikayet etmeyi
bırakmaya çalışın. Herkes kaderini kendi çizer ile her şey olacağına varır
arasında bir yer edinin ve hayatın tadını çıkarın. Kahraman olmayı, başarılı
olmayı tabii ki bekleyin ama olmuyorsa çok da takmayın kafanıza. Olanlar da
zaten şansa oluyorlar, bunu unutmayın, rahatlayın.
Dilerim her şey gönlünüzce olur ...
0 yorum:
Yorum Gönder