Ve tatil başlar ...
Altı sene boyunca durup durmak bilmeden ve usanmadan,
bıkmadan ve dahi gram sıkılmadan pazarlamasını yaptığı Haarlem için geçtiğimiz
bayram tatili öncesinde de lobi faaliyetlerine erkenden başladı eşim. Kız
kardeşim ve eşini bir şekilde tavlamış olmalı ki onlar da tutturdular Hollanda... Hollanda.. diye. Hayır kendileri Paris’e giderken bize niye Haarlem’i
kitlemeye çalıştılar anlaşılacak şey değil. Gittiler de üstelik mutlu mutlu Paris’e,
biz Hollanda’ya giderken. Eşim ekonomik biletler buldu, getirip koydu önüme, o
kadar ki neredeyse Antalya’ya daha fazla para vererek uçmak zorunda kalacaktık.
Konaklama için Haarlem’den bir kızcağız bulmuş ucuza bize evini kiralayacakmış.
Daha neler neler... Gidilecek yerleri listelemiş, çocuk için olan faaliyetleri
bastırmış, buluşulacak arkadaşları bile haberdar etmiş ihtimal ziyaretten. Bu
kadar saldırı karşısında savunmam düştü ve bekle
bizi acı vatan Haarlem, sana geliyoruz dedim, hüzünlü bir akşam vakti.
Şimdi düşünüyorum da vermiş olduğum iyi kararlardan bir tanesiydi, böylelikle Haarlem’i
bilmeden tamamen hayatımızdan çıkarmış oldum. Nasıl mı oldu bu mucize? Okumaya
devam edin anlayacaksınız ...
Hostes iniş için
alçalıyoruz dediği zaman eşimin etekleri adeta zil çalıyordu. Etrafımızda
özellikle de eşimin etrafında sanki valse
de vienne çalıyordu. Cıvıl cıvıldı. Yolculuk çok şükür güzel geçiyordu. Ben
uçak yolculuklarını pek sevmem, hatta alenen korkarım. İşin en kötüsü oğlumla
uçarken korkumu saklamam gerekliliği; onun beni korkarken görmesini açıkçası
hem de hiç istemem. Bu yolculukta korkmamı gerektiren bir şey çok şükür
olmamıştı. Eşim hala inanamıyorum
gittiğimize derken son derece keyifli ve bir o kadar da mutluydu. Onu bu
şekilde görmek beni her zaman mutlu etmiştir. Yine çok mutluydum. Kendi kendime
keşke daha önceden de gelebilseydik, bu
kadar istediğini bilmiyordum demeden edemedim. Oğlum ise pek mutlu değildi.
En yakın arkadaşı ve ailesi bayram tatili için Londra’yı tercih etmişlerdi ve
oğlum da biz neden oraya gitmiyoruz deyip deyip duruyordu. Anasına bak oğluna al misali bir şeyi istemeye görsünler, olan
sonuçta hep bana oluyor.
İniş ve sonrasında pasaport kontrolleri de sorunsuz
tamamlanmış, valizler zamanında ve eksiksiz gelmiş, yüzler mutlu, içimiz
huzurlu ve coşkuluydu. Aile olarak keyifliydik. Biz Hollanda’nın bir yerde
yerlisi sayılırız ya, Haarlem’e taksi ile gitmek yerine otobüsü tercih ettik.
Valizleri taşıyan bir kader kurbanı, bir zavallı, bir mahkum nasılsa vardı.
Valizler demişken aman Allahım sadece 6 gün için o kadar kiloya, o kadar
valize, o kadar eşyaya ne gerek vardı tartışmasını yapmaya çalışmışsam da bir
sonuç alamamıştım yolculuk öncesinde. Eşimin annesi de yolculuk öncesi tek
kelime etmemişti valizlerin çokluğu ve doluluğu için ama sonrasında o
valizlerden çıkan eşyaların yeniden yerleştirilmesi ve yıkanması işlemlerinde
bizle bulunmak ve bize yardımcı olmak nezaketinde bulundu ve kızına geç de olsa
bir çok laf soktu durdu bu işlemler için geçen 2 koca gün süresinde. Siz
anlayın artık götürdüğümüz ve çoğunu giymediğimiz eşyaların çokluğunu. Burada
birinci çoğul şahıs kullanmam yalnızca nezaketimdendir. Yoksa bu işin baş
mimarı ve sorumlusu bellidir.
Sırtımda sırt çantası, her bir elimde iki ayrı koca koca
bavul, gereksiz bir çok torba parmak uçlarımda olacak şekilde, köyden indim
şehre tadında ve bir o kadar acınası görüntüde otobüs durağına doğru kendimi
sürükleyip durdum. Güç bela, kan ter içinde ve dahası nefes nefese durağa
vardım. Acele etmem gerekiyordu, çünkü eşim ve oğlum durağa, bir süre önce
gelen otobüse doğru koşmuşlar ve geride bıraktıkları terli hayvan
görüntüsündeki beni hiçe sayarak otobüse sözde bir şeyler sormak için
binmişlerdi bile. Acınası halim ve görüntüm o esnada beni ne kadar
hüzünlendirmişse, şimdi de hüzünlendirmeye devam etmektedir. Durağa tek başıma gelip
otobüse binmeye çabalarken, kapılar bir
anda, şaka gibi üzerime kapandı ve otobüs bensiz evet evet yanlış okumadınız
bensiz içinde sevdiklerimle beraber hareket etmeye başladı. Peşinden koşmayı
düşünemedim bile zaten o kadar yükle ve bu kadar yorulmuşken bunu yapamazdım.
Talihsizce kaderime boyun eğdim ve akıp giden otobüsün ardından bir süre
bakakaldım. Henüz telefonumu bile açmadığımdan eşimle de hemen haberleşemedik
(hatlarda sorunlar vardı ve yaklaşık bir on beş dakika sonra telefonum
konuşmaya hazır duruma gelebildi). Bu on beş dakikada ne mi oldu? Ben gelen bir
sonraki otobüse bindim, tek başıma, güç bela, öfleye ve pöfleye. Eşim ise bir
sonraki durakta inip, beni tek başıma bıraktığı durağa doğru hareket etmiş
yanında oğlumuzla beraber. Hiç uzatmadan sonuca geleyim, sözün özü, ayrı ayrı
otobüslerle, farklı zamanlarda yolculuk yaparak altı sene sonra vardık
Haarlem’e.
Otobüs yolculuğu sırasında açık olan hava yerini bir süre
sonra bulutlara ve oldukça kısa bir süre sonrada yerini yağmura bıraktı.
Haarlem’e yağmurla vardım. Yine yağmur altında, yanımda valizler eşimi ve
oğlumu bekledim. Muhtemelen eşim ve oğlumla ayrı düşmemden hüzünlenip yağmaya
başlayan rahmet üç gün durmadan devam etti üzüntüsünü bize göstermeye. Eve
vardığımızda ıslaktık. Sahip olduğumuz cılız şemsiye bizleri korumaktan çok
uzaktı. Yanımızda işe yaramadan tüm yolculuk boyunca boş yere dolaşıp durdu.
Kaldığımız ev verdiğimiz parayla tam bir uyum
göstermekteydi. Ne kadar ekmek o kadar köfte hesabı ne oğlum beğendi evi ne de
ben. Eşim ise kuyruğunu dik tutmayı sürdürüp evin ne kadar güzel olduğunu
söylemeye başladı eve girişimiz hemen sonrasında. Kendisi de inanıyor muydu
bilemiyorum ama evin güzel olan tek yanı merkezle olan yakınlığıydı. Küçüktü,
bana göre pisti, oğlumuzun hareketli ve araştırmayı seven yanıyla tamamen
uyumsuz dik merdivenlerden oluşuyordu. Banyonun tepesi camdı ve yağan yağmurun
bir kısmı evin içine giriyordu. Işık sistemi birbirlerini deli gibi seven
romantik çiftler içindi: loş ve kendini aydınlatan. Tencere, bardak, çanak, bıçak, çatal, kaşık
alenen pis hatta bence yağlıydı da. İnsanın elini kolunu hiç bir yere koymak
istemeyeceği bir yerdi. Evet kabul etmek gerekiyor ki biz değişmiştik. Benzer
görüntü ve şartlar yıllar öncesindeki bizleri etkilemiyor, içinde bulunduğumuz
anın tadı daha ağır basabiliyordu. Bugün ise oğlumun bu ortamda olması beni
rahatsız ediyordu. Nefes darlığı çeken insanların nefese olan ihtiyacı gibi
daha fazla hijyene ihtiyaç duyuyordum.
Hızlıca yerleşip kendimizi yağmurun o doyumsuz keyfine
bıraktık. Bir süre sonra sırılsıklam olup pişman olduysak da geri adım atmadık.
Evet özlemişiz. Değişen hemen hemen hiç bir şey yoktu. Aynı suratlar, aynı
mağazalar, hemen hemen aynı insanlar. Süpermarkette çalışan kadın bile yok artık dedirten şekilde aynıydı.
Cumartesi günleri Pazar kurulur ve balıkçılar balık, istiridye, kalamar, vs
satarlardı. Bizim en favori yerimizdi. Balıkçı bile aynıydı. Adam bir de beni
hatırlamaz mı? Eşime seni değil ama kocanı çok net hatırlıyorum demez mi?
Unutulmaz bir tipim olduğunu teyit etti etmesine de keşke bu teyidi onun yerine
birbirinden alımlı kızlardan biri yapmış olsaydı. Hatırlamasının şerefine
kendisiyle selamlaştım, hatıra fotoğrafları bile çektirdik. See you next year diyerekten seneye
mutlaka bizi beklediğini söyledi. İstiridye ve dil balığımızı aldık kendisinden.
Akşam yanına riesling beyaz şarapla
enfes bir şekilde yedik.
Orada yaşadığımız sürece haftada en az 2 hatta belki 3 kere
gittiğimiz muhteşem pizzacımızı da ziyaret ettik. Ziyaret ile sınırlı kalmayıp
pizzamızı da yedik yanında Chianti
kırmızı şarap ile. Lezzeti aynıydı, yani muhteşem. Zaman adamın melakesinden
hiç bir şey alamamıştı. Tıfıl oğlu büyümüş, babasına artık yardım eder olmuştu.
Aferim çocuğa dedim ve kendisini
içten içe takdir ettim. Eşi belki de zaman yenik düşmüş olacak, üst kattaki
evlerinde dinleniyordu. Kendisine selamlarımızı iletmeyi ihmal etmedik. Adam
bizi hatırladı mı bilemiyorum ama biz kendisini bir an bile unutmamıştık.
Yıllardır görmediğimiz bir dostu görmüş gibiydik. Kriz onları da etkilemiş.
Eski neşesi ve dükkanlarının eski hareketliliği yok olmuştu. Tam zamanında geri dönmüşsünüz demekle
yetindi, tabii anlayana. Hemen yanında benim berber vardı. Ona da merhaba demek
istedim ama dükkan dolup taşıyordu. Hatırlayacağı bile belli değilken içeri
girip kendimi o kadar Hollandalı içinde maymun etmek istemediğimden selamımı
içten yaptım.
Yine güzel yemekler yedik ve yine güzel şaraplar içtik. Bol
bol dolaşıp enfes kahveler tükettik. Birbirinden lezzetli ve birbirinden
değişik bir sürü çay denedik. Haarlem ve yaşadıklarımız güzeldi güzel olmasına
da bir şey eksik gibiydi. Eski hareketliliği, eski kıvılcımı, eski havası yok
gibiydi kentin. Belki de bana öyle geliyordu ama sanki içinde hala insanlar
varken terk edilmiş bir havası vardı. Kent belki de yağan yağmurdan fazlasıyla
hüzünlü fazlasıyla yalnızdı. Haarlem eski Haarlem değildi. Belki de Haarlem
yine eski Haarlemdi ama biz aynı kişiler değildik, bilemiyorum. Bildiğim aynı
sokak, aynı cadde, aynı mağaza ve aynı insanların artık farklı olduklarıydı.
Füzyon kelimesini ilk duyduğum ve mutfağını ilk tattığım
yerlerden bir tanesiydi Specktakel. Gidilmese
olmazdı. Pahalıydı ama benim pahalı
olmasına rağmen değerdi diyebileceğim ender yerlerdendi. Pinot Noir üstelik Bourgogne yöresi olanından sipariş verdim. Sonrasını ise eşime
bıraktım. O böylesi garip yemekleri benden çok daha iyi bilirdi. Yediklerimden
yine ziyadesiyle memnun kaldım. Eşim ise seçe seçe timsah seçti. Hayır ayakkabı
yada çanta olarak değil yemek olarak. Yanında ise bildiğiniz muz vardı hem de
sıcak sıcak ve daha kim bilir daha neler neler. Halinden memnun gibiydi. Sürekli
olarak yemeklerin ve bizlerin fotoğraflarını çekip facebook’a koyuyordu. Ben
ise bir yandan keyifle pinotmu içiyor bir yandan da tabii ki içimden sürekli
yahu bunları yemeyenler var (hoş zaten kim bir timsah yemek ister ki), buralara
gelemeyenler var, nazara geleceğiz deyip duruyordum. Akşam çok güzel sona erdi
ve bol bol para saçıp yağmur altında evimize giriş yaptık. Bir kaç saat
sonrasında ise oğlum ateşlenmeye başladı. Nazar değmişti (en azından bana göre).
Güzel giden tatil sona ermiş, yerini bir kabusa bırakmıştı.
Yazının bundan sonraki bölümü küçük çocuklarıyla tatile
gitmeyi düşünen ebeveynler için uygun değildir. Bu tanıma uygun kişilerin
buraya kadar ki okumaları yeterlidir. Yazının geri kalanını okumamaları şiddetle
tavsiye edilir. Meraklarına yenilmesinler ve büyük hata yapıp gerisini okumasınlar
diye bu yazıyı burada şimdilik noktalıyorum. Devamını daha sonra yazacağım.
Tanıma uyan kişiler bir sonraki bu konunun devamı olan yazımı okumasınlar.
Sevgi ve saygılarımla şimdilik aranızdan ayrılıyorum.
Nasıl yani? O kadar merakla okurken burada bırakmamızı beklemiyorsun herhalde? :))) Çocuğumuzla seyahati seviyoruz ama ben gerisini de okumaya niyetliyim, söyleyeyim şimdiden ;)
YanıtlaSilBen uyarımı yaptım :) Grisi size kalmış tabii ... :) Ama şu kadarını söyleyebilirim bizim için unutulmaz kötü bir tatil oldu ... Şimdi çok şükür gülerek yazabiliyorum, dalgasını geçebiliyorum ama yaşarken oldukça keyfimiz kaçtı ... Hayat tabii her zaman planladıklarımız olmuyor.
YanıtlaSilSelam ve sevgilerimle,