Bu Blogda Ara

12 Kasım 2013 Salı

Hoşçakal Acı Vatan Haarlem 1

Bitmek bilmeyen bir tutku


Her ailenin ya tam olarak sorunu tespit edemediklerinden ya da tespit etmiş oldukları sorunla tam olarak yüzleşmediklerinden sürekli tartıştıkları hatta bazen hızlarını alamayarak kavga ettikleri bir ve hatta birden çok konuları vardır. Bunlar ısıtılıp ısıtılıp öne konulan temcit pilavları gibi sıkıntısız ve mutlu gecelerin en büyük düşmanları, kavga için konusuz kalan çiftlerin de en büyük dayanaklarıdır.  Böylesi bir joker kavga sebebi konu bizim gibi kavga etmek veya tartışmak için konu sıkıntısı çekmeyen bir ailede lüks olsa da yine de ziyadesiyle bulunmaktadır.  Olmasa zaten şaşardım. Zamanınız varsa gelin size biraz bundan bahsedeyim. Sıkılırsanız ne yapacağınızı biliyorsunuz.

Bizim konu bundan 6 yıl öncesine dayanır. O zamanlar Hollanda’nın Haarlem şehrinde inanmazsınız  ama mutlu ve hatta mesut yaşayan bir aile idik. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz buzdolabı ve marketlerde, gezip dolaşıyor, günlerimizin tadını çıkarıyorduk. Benim yurt dışı bir görev almam sonucunda, eşim de ne yapıp ne yaptı, araya bir çok tanıdık soktu ve kendine aynı şehirde bir yurt dışı görevi buldu ve benim yanıma geldi. Size söylemiştim onun başaramayacağı şey yoktur. Şaka bir yana ailemiz için bundan iyisi gerçekten de olamazdı. Beraberdik, çok ama çok iyi kazanıyorduk, yurt dışındaydık, özgürdük ve Hollanda gibi son derece liberal bir ülkede yaşıyorduk.

Yönetim olarak öyle midir bilemiyorum ama hayat tarzı olarak Hollanda sosyalist bir ülkedir. Kimin zengin kimin orta gelirli olduğunu (düşük gelirli en azından o dönemlerde pek bulunmazdı) ne oturduğu evden, ne giydiği giysiden, ne de  hayat tarzından anlayamazdınız. Eminim arada belki de uçurum vardır ama öyle bir hayat düzenleri vardır ki dışarıdan anlaşılamazdır. Tabii bu durumun getirdiği bazı zorluklarda vardır ama bizim yaşadığımız dönemlerde oğlumuz da henüz aramıza katılmadığından bu zorluklar bizi hiç etkilemezdi. Bilakis hoşumuza bile gider, tadını çıkarırdık. Dedim ya tonla para vardı, iyi yer, iyi içer, iyi gezerdik. İyi yerlere gider, harcarken pek düşünmezdik. Evimiz şehrin tam merkezindeydi. İşimiz eve yakındı. Kendimizce sosyal bile sayılırdık bu dillerini bilmediğimiz ülkede. Hele ki Noel zamanlarında.  Sokaklar cıvıl cıvıl, ışıl ışıl ve neşe içerisinde, mutluluk içerisinde olurdu, ayrılamazdınız. Tüm şehrin nasıl birer şehir korosuna dönüştüğüne şahitlik ederdiniz mesela. Noel ağaçları süslenir, ışıklı ev, bahçe, cadde süslemeleri yapılırdı. Hediyeler alınır, tebrik kartları verilir ve Noel arifesinde Noel Baba'nın gelişi sokaklarda kurulan çadırlarda simgesel olarak canlandırılırdı. Hatta bu işi abartırlardı.

Noel gecesi herkes akşam ailece yenen yemek için evlerine kapanır ve sonra sanki sözleşmişler gibi, hiç sanmadığınız, tahmin bile edemeyeceğiniz bir dakiklikle, neredeyse aynı anda evlerinden sokaklara dökülmeye başlayıp kendilerini devam ettikleri kilisenin bahçesine atarlardı. Ben böyle bir uyum hiçbir yerde hala görebilmiş değilim. Her bir kilise bahçesine sıcak şarap satıcıları, sosis satıcıları, mum satıcıları hangi arada gelmişler, ne zaman tezgahlarını kurmuşlar ve birden nasıl önlerinde kuyruk oluşturmuşlar bırakın anlamayı her şey olup bitene kadar hani neredeyse görmezdiniz bile. Şaşırarak ve tabi söylenerek sıraya girer ve kendinizi sıcak şarabın tatlı tadına verirdiniz.

Sonra bir elinizde kırmızı şarap diğer elinizde yanan mumla, tüm kalabalığın söylediği duaları, şarkıları dinlemeye başlar ve Hz. İsa’nın gelmesini beklerdiniz. Ben sordum soruşturdum şimdiye kadar geldiğini gören yok ama gelmesine umut hep devam etmekte. Bu vesile ile buradan belirtmek isterim ki ben biraz şarabın da etkisiyle gelmesini her seferinde çok istemiş hatta bu kadar hazırlık ve kişiye rağmen gelmemesine yine her defasında bozulmuşumdur.

Yalan değil ne keyif almıştık orada yaşamaktan. Eşim İstanbul’a hiç dönmek istememişti. Belki yaşadığımız dönemin şartlarının iyi olmasından, belki fazlasıyla özgür olmamızdan, belki de gerek kültür gerek karakter ve gerekse yaşam tarzı olarak oradakilere İstanbul’dakilere göre çok daha fazla benziyor oluşundan. Ben mi? Ben ne yalan söyleyeyim dönmek istemiştim ama nedenini hiç düşünmeden sanki yalnızca dönmek zorunda hissettiğimden. Çok eğlenmiş, çok gezmiştik. Huzurluyduk. Kendimize zaman ayırabiliyorduk. Kitap okuyabiliyor, sinemaya gidebiliyor, yolculuk yapabiliyorduk. Rüya gibi bir dönemdi ve dedim ya neden dönmek istedim hiçbir fikrim yoktu taa ki geçenlerde, yani 6 sene sonra yaptığımız ziyarete kadar.  Seneler önce neden dönmek istediğimi aslında son ziyaretimiz sırasında fark ettim.Hayatımı orada kalarak ötelemek istemiyordum her şeyden evvel. Çocuk sahibi olmak istiyordum ve çocuğuma en iyi şartları sunabilmek. O yıllarda belki farkında bile değildim ama hijyeni tercih ediyordum hem kendim hem eşim ve hem de çocuğum için. İkea’nın minik miniminnacık model evlerinde değil, daha büyük evlerde yaşamak istiyordum. Hasta olduğum zaman ya da sevdiklerimden biri hasta olduğu zaman sorunsuzca ve sualsizce hastaneye gidebilmek istiyordum. Bunun için mahalle doktorundan izin alıp, hastalığımı ona kanıtlamak durumunda kalmak istemiyordum. Hollanda bir çok yönden çok iyi bir sistem kurmuş durumda. Bir çokları için ideal, uygun ve hatta belki rüya gibi ama bana göre, bize göre değildi sistemleri. Ben bunu hissediyordum. Dönmemiz gerektiğini biliyordum. Biz oraya değil buraya aittik. En iyisine, en uygun olanına, en güzeline değil belki ama bizim olanına aittik. Bunları eşime hiç söylemedim çünkü bu son gezimize kadar ben de bunları bilmiyordum. Ortaköy dedim, arkadaşlarım dedim, rakı –balık- boğaz dedim, kim bilir daha neler neler dedim ve biz geri döndük.

Dönüşümüz sonrasında ki süre boyunca bu konu aile gündemimizde haklı olduğu yeri sürekli olarak korudu durdu. Özellikle ülkemizin son zamanlarındaki konjonktürü gereği yurt dışında yaşama şartları hep bir açık konu olarak gündemimizde kaldı. Tabii ilk akla gelen yerde Haarlem oldu. Tekrar gidip, oralarda bir hayat kuralım mı konusu bizim ailenin en sıcak konusu oldu aylar boyunca. Konu bununla da sınırlı kalmadı, tatil planlarımızın da içine sızmayı bildi. Ben ne zaman yurt dışına çıkalım desem eşim Haarlem dedi ben ise yurt dışına gitmekten vazgeçtim. Ben şarap, peynir, sıcak hava diyorum, eşim varsın yağmur olsun yine de Haarlem olsun diyordu. Peki ne yapacaksın orada, gel İtalya’ya, İspanya’ya, hatta Portekiz’e gidelim dediğimde o ısrarla Hollanda reklamı yaptı durdu. İyi de oldu valla, aile bütçesine bu şekilde yardımcı olmuş oldu. Ben Haarlem’e gitmek istemediğimden yurt dışı seçeneklerini de birer ikişer yok ettik durduk ve vize gerektirmeyen, daha ucuza çıkan, dilini, huyunu bildiğimiz bizim olanı hep tercih ettik yıllar içinde. Taa ki geçtiğimiz bayram tatiline kadar.

Bayram tatilinde ne mi oldu?

Neler olmadı ki. Anlatacağım efendim ama kısa bir aradan hemen sonra. Yakında görüşmek üzere.


Sevgi ve saygılarımla,

0 yorum:

Yorum Gönder