Tehlikeli bir yol ayırımı
Cunda Adasında ki balık lokantasında artık yalnızca kahve ve
çay içildiğini bir önceki yazımda hatırlarsanız yazmıştım. Paranın satın alma gücü ve ilave vergilerle
ülkemizde alkol kullanımı her geçen gün biraz daha zorlaşıyor, zorlaştırılıyor.
Şimdilerde bir de yeni bir yasa geliyormuş. İçki ruhsatlarına artık belediyeler
değil valiler bakacakmış. Sebep ise belediyelerin halka karşı kuralları
uygulamaları sırasında çok zor durumda kalmalarıymış. Neden bilmem birden aklıma
minare-kılıf ikilisi geldi. Hoş gelen tepkilerden sonra yasanın alt komisyona
gönderildiği ve bu ve benzeri düşüncelerin geri alındığı söyleniyor ama ne
kadar bir zaman için böyle kalır belli değil. Önemli olan aslında bu tür
düşünceler için toplumun nabzının tutulmaya başlanmış olması.
Bir ülkede kuralların, regülasyonların olması ve dahası
uygulanması çok yerinde ve önemlidir. Gereklidir de. Gerçekten de alkollü
içecekler on sekiz yaş altına satış yapılmayabilir ya da alkollü sürücüye en
büyük cezalar verilebilir. Bence verilmelidir de. Ehliyetsiz araba kullanana,
kırmızı da geçene, aşırı sürat yapana da verilmesi gerektiği gibi. Bunlara
karşı tek kelime etmem hatta alkışlarım ama açık havada artık içki içilmeyeceği
gerçeği içimi acıtır. Yalnızca kişisel nedenlerle değil, ülke çıkarları
açısından da. Ama daha çok ilkesel olarak.
Ülkemizi diğer Müslüman ülkelerden ayıran bazı özellikler
vardır. Bunların belki de en önemlisi laik, demokratik bir Müslüman ülke oluşumuzdur. Belki
mecburiyetten belki başka bir takım sebeplerden ilk dönemlerde laik bölümü ön
plana çıkarılmış, parlatılmış olabilir. Mesela hatırlarım Müslüman ülke denmez %98 nüfusu Müslüman olan halk ifadesi tercih
edilirdi zamanında. Günümüzde ise demokratik ve Müslüman bölümleri daha bir
parlatılmakta, laik kelimesi yerini sekülere bırakması için girişimler
yapılmakta. Laiklik çok mevzu edilmemekte. Laik, demokratik bir Müslüman ülke
olmak tüm dünyada aynı zamanda ilk ve tek olmak da demek. Başta Araplar olmak
üzere bir çok ülkeyi bize hayran bırakan içimizde oluşturduğumuz bu dengedir.
Farklı, özel, ve tek oluşumuzdur. Başka bir ifadeyle aslında hayat tarzımızdır
bu gıptayla bakışın sebebi. Sahip olduğumuz özgürlüklerimizdir. Ya da en yalın
ifadeyle laik ve müslüman kelimelerinin dengeli olabilmesi, cümlede bu iki
kelimenin birbirlerine ağır basmamasıdır. Eğer birisi ağır basarsa ve denge
bozulursa bu cazibe merkezi olma durumumuz da bir son bulur. Sıradan ve
muhtemelen mutsuz bir ülke olur çıkarız.
Ramazan
ayında eğer alışveriş merkezlerinde öğle yemekleri yenilebiliyorsa ve
yemeklerini bitirenler koltuklarını iftar için ötekilere değil, kardeşlerine, komşularına, arkadaşlarına,
sevdiklerine devredebiliyorlarsa o ülkede denge sağlanmış demektir. Ülkemiz inancın her bir derecesinin
yaşanabildiği bir ülke olduğu için değerli, özel ve tektir. On bir ay içki içip
Ramazan ayında içmeyen niceleri vardır aynı namaz kılmayıp bu kutsal ayda
niyetlenenler gibi. Hac görevini sürekli ötelerler ama zekatlarını hiç
aksatmazlar. İçimiz iyidir ve genelde sevgi doluyuzdur. Dinimizi farklı farklı
derecelerde uyguluyor olsak da yoktur aslında birbirimizden çok farkımız.
Hepimiz ulu bir dağın üzerlerindeki taşlarız. Farklı faklı, çeşit çeşit ama
hepimiz o dağı meydana getiren unsurlarız.
Bütünü meydana getiren zerreleriz.
Jean
Jacques Rousseau’nun sözü yine hatırlanması gerek bir söz olarak karşımıza
çıkıyor: "Özgürlüğün, insanın canının
istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Özgürlük daha çok
yapmak istemediğini yapmamaktır..."
Kişisel
tercihlere ve hayat tarzı seçimlerine müdahale, regülasyon ve kanunlarla şekil
ya da ayar vermeye çalışma hem çok tehlikeli ve hem de günümüzün özgürlükçü,
çağdaş, liberal felsefesi ile tezattır. Tek tip insan ve tek tip yönetilebilir
toplum görüşü aynı zamanda bir o kadar da korkutucu gelmektedir bana. Kendi
bireysel seçimlerimiz sonucunda oluşan bir hayat tarzında hem çok daha mutlu ve
huzurlu ve hem de çok daha barışçıl ve üretken olabiliriz diye düşünüyorum. Ben
kurallar olmasın demiyorum ama o kurallar hayat tarzlarımız için bir yol
ayırımı teşkil etmesin demek istiyorum. Bu kişisel yakarışım benim için tabii
ki önemli ama bir sonraki neslin mutluluk, özgürlük ve yaratıcılıkları için çok
daha önemli ve zaruri. Başka bir ifadeyle benim bu satırları kaleme almam
kişisel bir keyfiyetin tehlikeye girmesi sonucunda oluşan mutsuzluk ve
karamsarlık üzerine değil daha çok ilkesel bir yakarış, bir uyarı üzerine.
Dilerim
farklı farklı olsak da hepimizin ulu bir dağın birer taşları olduğumuz gerçeği
unutulmaz ve özgürlüklerin başkalarına saygı zemininde yaşandığı bir toplum
olmayı sürdürebiliriz.
0 yorum:
Yorum Gönder