Bu Blogda Ara

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Özgürlüklerimiz 2


Tehlikeli bir yol ayırımı

Cunda Adasında ki balık lokantasında artık yalnızca kahve ve çay içildiğini bir önceki yazımda hatırlarsanız yazmıştım.  Paranın satın alma gücü ve ilave vergilerle ülkemizde alkol kullanımı her geçen gün biraz daha zorlaşıyor, zorlaştırılıyor. Şimdilerde bir de yeni bir yasa geliyormuş. İçki ruhsatlarına artık belediyeler değil valiler bakacakmış. Sebep ise belediyelerin halka karşı kuralları uygulamaları sırasında çok zor durumda kalmalarıymış. Neden bilmem birden aklıma minare-kılıf ikilisi geldi. Hoş gelen tepkilerden sonra yasanın alt komisyona gönderildiği ve bu ve benzeri düşüncelerin geri alındığı söyleniyor ama ne kadar bir zaman için böyle kalır belli değil. Önemli olan aslında bu tür düşünceler için toplumun nabzının tutulmaya başlanmış olması.

Bir ülkede kuralların, regülasyonların olması ve dahası uygulanması çok yerinde ve önemlidir. Gereklidir de. Gerçekten de alkollü içecekler on sekiz yaş altına satış yapılmayabilir ya da alkollü sürücüye en büyük cezalar verilebilir. Bence verilmelidir de. Ehliyetsiz araba kullanana, kırmızı da geçene, aşırı sürat yapana da verilmesi gerektiği gibi. Bunlara karşı tek kelime etmem hatta alkışlarım ama açık havada artık içki içilmeyeceği gerçeği içimi acıtır. Yalnızca kişisel nedenlerle değil, ülke çıkarları açısından da. Ama daha çok ilkesel olarak.

Ülkemizi diğer Müslüman ülkelerden ayıran bazı özellikler vardır. Bunların belki de en önemlisi laik, demokratik bir Müslüman ülke oluşumuzdur. Belki mecburiyetten belki başka bir takım sebeplerden ilk dönemlerde laik bölümü ön plana çıkarılmış, parlatılmış olabilir. Mesela hatırlarım Müslüman ülke denmez  %98 nüfusu Müslüman olan halk ifadesi tercih edilirdi zamanında. Günümüzde ise demokratik ve Müslüman bölümleri daha bir parlatılmakta, laik kelimesi yerini sekülere bırakması için girişimler yapılmakta. Laiklik çok mevzu edilmemekte. Laik, demokratik bir Müslüman ülke olmak tüm dünyada aynı zamanda ilk ve tek olmak da demek. Başta Araplar olmak üzere bir çok ülkeyi bize hayran bırakan içimizde oluşturduğumuz bu dengedir. Farklı, özel, ve tek oluşumuzdur. Başka bir ifadeyle aslında hayat tarzımızdır bu gıptayla bakışın sebebi. Sahip olduğumuz özgürlüklerimizdir. Ya da en yalın ifadeyle laik ve müslüman kelimelerinin dengeli olabilmesi, cümlede bu iki kelimenin birbirlerine ağır basmamasıdır. Eğer birisi ağır basarsa ve denge bozulursa bu cazibe merkezi olma durumumuz da bir son bulur. Sıradan ve muhtemelen mutsuz bir ülke olur çıkarız.

Ramazan ayında eğer alışveriş merkezlerinde öğle yemekleri yenilebiliyorsa ve yemeklerini bitirenler koltuklarını iftar için ötekilere değil, kardeşlerine, komşularına, arkadaşlarına, sevdiklerine devredebiliyorlarsa o ülkede denge sağlanmış demektir.  Ülkemiz inancın her bir derecesinin yaşanabildiği bir ülke olduğu için değerli, özel ve tektir. On bir ay içki içip Ramazan ayında içmeyen niceleri vardır aynı namaz kılmayıp bu kutsal ayda niyetlenenler gibi. Hac görevini sürekli ötelerler ama zekatlarını hiç aksatmazlar. İçimiz iyidir ve genelde sevgi doluyuzdur. Dinimizi farklı farklı derecelerde uyguluyor olsak da yoktur aslında birbirimizden çok farkımız. Hepimiz ulu bir dağın üzerlerindeki taşlarız. Farklı faklı, çeşit çeşit ama hepimiz o dağı meydana getiren unsurlarız.  Bütünü meydana getiren zerreleriz.

Jean Jacques Rousseau’nun sözü yine hatırlanması gerek bir söz olarak karşımıza çıkıyor: "Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Özgürlük daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır..."

Kişisel tercihlere ve hayat tarzı seçimlerine müdahale, regülasyon ve kanunlarla şekil ya da ayar vermeye çalışma hem çok tehlikeli ve hem de günümüzün özgürlükçü, çağdaş, liberal felsefesi ile tezattır. Tek tip insan ve tek tip yönetilebilir toplum görüşü aynı zamanda bir o kadar da korkutucu gelmektedir bana. Kendi bireysel seçimlerimiz sonucunda oluşan bir hayat tarzında hem çok daha mutlu ve huzurlu ve hem de çok daha barışçıl ve üretken olabiliriz diye düşünüyorum. Ben kurallar olmasın demiyorum ama o kurallar hayat tarzlarımız için bir yol ayırımı teşkil etmesin demek istiyorum. Bu kişisel yakarışım benim için tabii ki önemli ama bir sonraki neslin mutluluk, özgürlük ve yaratıcılıkları için çok daha önemli ve zaruri. Başka bir ifadeyle benim bu satırları kaleme almam kişisel bir keyfiyetin tehlikeye girmesi sonucunda oluşan mutsuzluk ve karamsarlık üzerine değil daha çok ilkesel bir yakarış, bir uyarı üzerine.

Dilerim farklı farklı olsak da hepimizin ulu bir dağın birer taşları olduğumuz gerçeği unutulmaz ve özgürlüklerin başkalarına saygı zemininde yaşandığı bir toplum olmayı sürdürebiliriz.


0 yorum:

Yorum Gönder