Bir dilek tuttum
Evlenmeden önce yalnızca ben vardım ve yalnızca kendime
karşı sorumluydum. Karışanım çok fazla yoktu. İstediğim kararları alabiliyor
istediğim şeyi yapıyor ya da yapmıyor, dilediğim hayatı olabildiğince
yaşıyordum. Ülke şartlarının değişmesi yalnızca beni etkileyebiliyordu. Sonra
eşimle tanıştık ve hayatımızın bundan sonraki bölümünü beraberce yürümeye karar
verdik. Bir devrin sonu ve bir başka devrin başlangıcıydı. Artık hem kendime ve
hem de her bir anımı büyük bir keyifle geçirdiğim eşime karşı sorumluydum. O
bir yetişkindi. Ona karşı ya da ondan sorumlu olmak zor değildi, hatta bilakis
keyifliydi. Sonra bizler için tüm zamanların en mutlu olayı gerçekleşti ve
oğlumuz katıldı aramıza. Artık yeni, yepyeni ışıltılı bir dönem başlamıştı
bizler için. Baba olmak zordu ama anne olmak çok daha zordu. Sürekli oğlumuz
odaklı bir hayat sürmek, onun mutluluğu, huzuru, alışkanlıkları için sürekli
düşünüyor, çaba sarf ediyor olmak, yemeklerini, kitaplarını, oyuncaklarını
düşünüyor olmak ve üstelik tüm bunları hayatının her bir anında yapmayı sürdürmek
yıpratıcı ve zor bir işti. Soluk almak istediği anlar/anlarımız çok oldu. O
günler de artık çok şükür çok gerilerde kaldı. Orta yolumuzu bulmuş ve ona göre
yaşamaya başlamıştık. Sonra birden yadsınamaz bir çevre faktörü girmeye başladı
hayatımıza. Hatta neredeyse balıklama olarak girdi hayatlarımıza. Nereye me
bağlayacağım konuyu? Korkusuz, güvenle ve başkalarını olumsuz olarak
etkilemeden dilediğimce yaşama özgürlüğümüzün kendi adıma sarsılmaya başladığı
gerçeğine.
Jean Jacques Rousseau’nun çok sevdiğim ve altına imzamı
atacağım bir düşüncesi vardır, ki çoğu kereler sizlerle paylaşmıştım: “Özgürlüğün, insanın canının istediğini
yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Özgürlük daha çok yapmak
istemediğini yapmamaktır..."
Sıkıntılı
hem de çok sıkıntılı bir dönem geçirmekteyiz. Suriye’de yaşanan trajedi
maalesef artık bizim sınırlarımızda, bizim içimizde. Patlayan bombalar, yok
olan semtler, yitip giden canlar. Artık yalnızca birer istatistiki bilgi gibi
geçmeye başlamaları tüylerimi ürpertiyor. Korkuyorum. Her an her şeyin olabilme
ihtimalinden korkuyorum. İster demokrasi tutkunu ülkelerin Irak ve Bosnova’da
unuttukları insaniyetlerini aniden hatırlamaları diye düşünün, ister adı
konmamış bir enerji savaşı deyin ister gizli ajandalı bir komplo teorisi diye
düşünün. Sebep ne olursa olsun savaş artık bize de sıçramış gibi. Umarım
yanılıyorumdur, umarım bu son olur ama korkuyorum işte. Zavallı Suriye halkı
aynı Irak’ta olduğu gibi yalnızca bir piyon gibi ölümü beklemekte. Vurulacaklar
ve cansız olarak yere düşecekler. Eşleri, dostları, çoluk çocukları arkasından
belki ağlayacaklar belki de ağlamaya bile fırsat bulamadan tarih sahnesinden
onlar da çekilecekler. Bu kadar mı değersizler? Evet bu kadar değersizler.
Birileri sahip olduğu vatandaşını düşündüğünden ve o vatandaşının daha iyi
koşullarda yaşamasını istediğinden onları bu kadar değersiz görebilmekte, yok
kabul edebilmekteler. Karışıklık işine yaradığı için karışıklığı yaratanlar mı
daha suçlu, yoksa onların ağına düşüp karışıklık için tetik çekenler mi daha
suçlu benim için hiç önemli değil. Önemli olan birileri yalnızca birileri daha
refah içerisinde yaşasınlar diye ölmekte. Ben de onlar gibi olma şansızlığına
erişmek istemiyorum. Görünen kötü bir gidişata doğru yol aldığımız. Yurt
dışı dinamikleri anlayacağınız pek parlak değil. Yanı başımızda savaşlar çıktı
çıkacak. Bizim etkilenmememiz ve belki de savaşa girmememiz söz konusu bile
değil ki bence son yaşananlar bunu en azından destekler nitelikte. Kişisel
fikrim ki umarım ve dilerim yanılıyorumdur bu yıl sona ermeden bir kıvılcımın
çakacağı yönünde. Umarım olmaz, olacaksa da umarım bize sıçramaz. Bu bir kaç
ayda olmazsa illaki bir kaç yılda olacaktır diye düşünüyorum.
Yurt
içi dinamiklerini gelince, eğitim alanında olan değişiklik ve belirsizliklerden
kişisel olarak sıkıntı, üzüntü ve tedirginlik duymaktayım. Düz liselere bir
anda yapılan dönüşümler, eğitim sistemindeki son anda ve bir çok parametre
düşünülmeden gerçekleştirilen oldu bittiler, sınavlarda bir biri ardına yaşanan
güven erozyonları ve sorumluların yerlerini hala koruyabilmeleri, alışılagelmiş
düzenin anlatılmadan ve belki de çok irdelenmeden değiştirilmesi bunlardan
yalnızca bir kaçı. Müfredat olayına hiç girmeyeceğim bile. Sağlık diğer bir
nokta. İleride umarım ki iyi yetişmiş doktor bulmaya devam edebiliriz. Cunda
Adasında ki balık lokantasının kahve içilecek yere dönüşmesi ise yalnızca içimi
acıtıyor. Money talk! Yoksa zorla
olan hiçbir şey yok. Keza alkollü içkilere birbiri ardına yapılan vergi
zamları. Hitler’in danışmanlarından Joseph Goebbels’in meşhur sözünü unutmamak
lazım: "Bana vicdansız bir medya
temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım..." Bugün ne kadar özgür bir
basından bahsedebiliriz onu da bilemiyorum. Diğer kurumlara girmekten gerçekten
korkuyorum ve es geçiyorum. Günlük hayatın stresine, çalışma şartlarının her
geçen gün biraz daha da zorlaşıyor olmasına, hayat pahalılığına, kalabalıklığa,
stresten kaynaklı kabalık ve hoyratlıklara hiç girmiyorum bile.
Korkusuz,
güvenle ve başkalarını olumsuz olarak etkilemeden dilediğimce yaşama özgürlüğüm
işte yitip giden başka bir özgürlüğüm. Yitirmek istemiyorum ama yaşadığımız
dönem ve şartlarda gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı denge ve dinamikler
sanki buna engel olmaya başlayacakmış gibime geliyor. Kendim için tabii ki korkuyorum ama eşim ve oğlum için
olan korkum çok daha ağır basmakta. Belki sürekli olarak bununla yatıp
bununla kalkmıyorum ama acı haberleri okudukça, değişimleri gördükçe kendimi
çok çaresiz hissediyorum. Hala çözüm bulmamış olmak da içimi daraltıyor. Enseyi
tamam karartmak istemiyorum ama çok geç kalmadan da onların ve tüm
sevdiklerimin güvenliği, sağlık, mutluluk ve huzuru için kendimce bir yol
bulmalı daha huzurlu hissetmeliyim diye düşünmeden de edemiyorum işte. Çözümler
ancak başka baharlarda bulunabilecek gibi. Bugün elimizde kalan yalnızca
dileklerimiz, umutlarımız. O halde gelin bir dilekte bulunalım.
Dilerim yapmak istemediklerimizi yapmak zorunda kalacağımız
günleri hiçbir zaman yaşamayız ...
0 yorum:
Yorum Gönder