Bu Blogda Ara

8 Mayıs 2012 Salı

Yeniden, içten, sıcak bir merhaba!


Benim hayatımın oldukça basit bir döngüsü vardır. Sabah saat 6:00-6:30 gibi oğlumun Babaaaaa diye seslenmesiyle başlar. Geceleri seslenmesinden farklı olarak artık tekrar uyumayıp kalkacaktır. Sizin kaçta yattığınızın, yorgun olup olmadığınızın ve geceleri seslendi diye kaç kere kalkıp yanına gitmiş olduğunuzun oğlum için önemi yoktur. Güneş doğmuştur ve artık kalkılmalıdır. İstisna olmaz, olmaz, olması düşünülemez bile. Bakıcı ablasının gelmesini takiben  uyanabilmek için alınan bir duş ve sonrasındaki hep beraber edilen kahvaltı ve işe gidiş. Yoğun, stresli, önceliklerin sürekli ve hatta neredeyse anlık olarak değiştiği ve her tipten, her düşünceden insanla sürekli görüşülmesi zorunlu geçirilen saatler, dışarı bile çıkamadan geçiştirilen öğle yemekleri (eskiden öğle yemekleri büyük bir şölen içerisinde ritüelik olarak geçerken, nazar değdi. Şirketin taşınıp ücra bir yere gelmesiyle kazananın her daim Yemek Sepeti olduğu yeni ve sevimsiz bir düzen kuruldu), 19:00 civarlarında eve dönüş, oğlumla geçirilen ve asla yeterli gelmeyen bir kaç saat, oğlumu yatırma (pijamalarını giydirme, dişlerini fırçalama...), uyutma (günlük olaylardan konuşma, kitap okuma, masal anlatma...) ve eşimle yemek yeme. Sonrasında biraz sohbet, televizyon, blog için biraz zaman ayırma ve tabii ki çok geçe kalmadan yatma. Hafta sonları çok daha renkli (bir çok defa değişik sebeplerdeki yazılarımda yazmış olduğumdan tekrar yazmayacağım) ama bir o kadar da daha yorucu geçmekte. Genel bir bakışla ev ile iş arasında dokunan mekikler ve aileye ayrılan bana göre yetersiz zaman ki ailemle geçirdiğim zaman dilimi birçokları için çok, bir kısım için yeterli bulunabilecek bir süre. Benim için ise bırakın yeterli olmasını onları her gün özlememe neden olacak kadar kısa.

İş desen bu sıralar hiç olmadığı kadar yoğun ve yine hiç olmadığı kadar stresli. İnsanın bazen kafayı sıyırdığı anları oluyor, işte öylesi bir anda bizim patrondan 23 Nisan üzerine 2 gün de kafa izni istedim. Ya farklı anladı, ya duymadı, ya da yalnızca acıdı. Açıkçası beni ilgilendiren tek şey kabul etmesiydi. Diğer güzel bir şey de eşimin kabul etmiş olması oldu. Eşimin kabul etmesi çok önemlidir zira tüm organizasyonu dakikası dakikasına o yapar, o planlar. Beraber nereye ve ne zaman gidileceğine karar veririz ve benim görevim sona erer. Gerisi onun işidir. Uçak ve otel rezervasyonları, bavulların hazırlanması, gerekli olan alışverişler,  gidilecek yerde yapılacaklar, ilgili transferler hepsi ama hepsi onun görevidir. Biliyorum hayatım çok zor ama alıştım artık.

İlk önce Evliya Çelebi tadında bir Şubat - Seyahatlerim, ailem ve ben 2 adlı yazımı okumuş olanların hatırlayacağı üzere uğruna Yalan Dünya’yı izlemediğim ve birinci olarak şirkette haklı bir fark yarattığımız Karaoke yarışmasının ödülü olan Antalya’daki otele gidelim dedik. Bedava sirkenin bal tadında olduğu otele gitmek iyi bir fikirdi ama biz bu hakkımızı Ekim ayında kullanalım dedik ve eledik. Sonra neden Cunda Adası olmasın ki dedik. Öyle ya muhteşem bir ortam, rakısı ve balığı da meşhur, daha ne olsun. Sonra oğlumuzun henüz rakı-balık da bize eşlik etmediği gerçeği geldi aklımıza. Hızlı ve yalnızca içmek için içilen içkinin ve yalnızca yenilmiş olmak için yenilen yemeğin fikri de oldukça itici bir düşünce olarak geldi yapıştı aklımıza. Rakı-balıksız Cunda Adasının, rakısız balık gibi olacağından hareketle bu yerden de vazgeçtik. Elimizde kalan yer bir dinlenme merkeziydi. Üç öğün birbirinden leziz yemeğin servis edildiği, oğlumuzun el üstünde tutulup büyük bir dikkat, özen ve ihtimam içerisinde bakıldığı ve bu sayede dışarılara çıkıp fink atabildiğimiz, istediğimiz saatlere kadar uyuyabildiğimiz bir merkezdi. Üstelik sıkı durun şimdi, bu merkez için beş kuruş ödeme yapmamıza da gerek yoktu. Biraz dinlenmek, biraz eşi dostu görmek ve biraz da hava değişikliği için eşimin doğup, büyüdüğü eve gitmeye karar verdik. Yılmaz Özdil’in “Türkiye’den sıkıldığım zaman İzmir’e giderim ben”dediği gibi biz de İstanbul’un yoğunluğuna rağmen durağan hayatından sıkıldığımızdan biraz güç toplamak, biraz enerjimizi ve moralimizi yükseltmek, bolca dinlenebilmek, simite gevrek, çekirdeğe çiğdem ve domatese domat diyebilmek için İzmir’e gitmeye karar verdik. Ne yalan söyleyeyim bugün dönüp bakıyorum da çok da güzel yapmışız.

İzmir’de neler mi oldu? Tabii ki anlatacağım, zaten bu nedenle başladım ama artık çok çok uzuuun yazmamaya kesin kararlıyım. Bundan böyle kısa kısa ama sürekli yazmaya çalışacağım. Konu kısa olarak bitmeyecek gibiyse bugün olduğu gibi arkası yarın tadında yazmaya çalışacağım. Böylelikle sizlerle arayı açmamış olacağım. Umarım bu yeni kararım sizler için de uygundur.

2 yorum:

  1. Merhaba,bir İzmir'li olarak resmi gördüğümde anlamıştım İzmir olduğunu(karşıyaka sahil sanırım)Hoşgelmişsiniz,güzel geçmiştir tatiliniz umarım,yazılarınızı keyifle ve düşünerek okuyorum,İzmir detaylarını da bekliyorum...

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler. Fark etmiş olduğunuz üzere Karşıyaka ve evet hem çok eğlendik ve hem de çok dinlendik. O kadar ki ilerleyen bölümlerde de okuyacağınız üzere İstanbul'u neredeyse bırakma noktasına kadar geldik ... :)İzmir gerçekten de yaşanacak bir yer, sakin, huzurlu, yavaş, güzel ve her yere ve her şeye kolay ulaşılabilir ... daha ne olsun ki!
    Yazının devamı da yolda :)

    YanıtlaSil