Benim hayatımın oldukça basit bir döngüsü vardır. Sabah saat 6:00-6:30 gibi
oğlumun Babaaaaa diye seslenmesiyle başlar. Geceleri
seslenmesinden farklı olarak artık tekrar uyumayıp kalkacaktır. Sizin kaçta
yattığınızın, yorgun olup olmadığınızın ve geceleri seslendi diye kaç kere
kalkıp yanına gitmiş olduğunuzun oğlum için önemi yoktur. Güneş doğmuştur ve
artık kalkılmalıdır. İstisna olmaz, olmaz, olması düşünülemez bile. Bakıcı
ablasının gelmesini takiben uyanabilmek için alınan bir duş ve
sonrasındaki hep beraber edilen kahvaltı ve işe gidiş. Yoğun, stresli,
önceliklerin sürekli ve hatta neredeyse anlık olarak değiştiği ve her tipten,
her düşünceden insanla sürekli görüşülmesi zorunlu geçirilen saatler, dışarı
bile çıkamadan geçiştirilen öğle yemekleri (eskiden öğle yemekleri büyük bir
şölen içerisinde ritüelik olarak geçerken, nazar değdi. Şirketin taşınıp ücra
bir yere gelmesiyle kazananın her daim Yemek Sepeti olduğu yeni ve sevimsiz bir
düzen kuruldu), 19:00 civarlarında eve dönüş, oğlumla geçirilen ve asla yeterli
gelmeyen bir kaç saat, oğlumu yatırma (pijamalarını giydirme, dişlerini
fırçalama...), uyutma (günlük olaylardan konuşma, kitap okuma, masal anlatma...)
ve eşimle yemek yeme. Sonrasında biraz sohbet, televizyon, blog için biraz
zaman ayırma ve tabii ki çok geçe kalmadan yatma. Hafta sonları çok daha renkli
(bir çok defa değişik sebeplerdeki yazılarımda yazmış olduğumdan tekrar
yazmayacağım) ama bir o kadar da daha yorucu geçmekte. Genel bir bakışla ev ile
iş arasında dokunan mekikler ve aileye ayrılan bana göre yetersiz zaman ki
ailemle geçirdiğim zaman dilimi birçokları için çok, bir kısım için yeterli
bulunabilecek bir süre. Benim için ise bırakın yeterli olmasını onları her gün özlememe neden olacak kadar kısa.
İş desen bu sıralar hiç olmadığı kadar yoğun ve yine hiç olmadığı kadar
stresli. İnsanın bazen kafayı sıyırdığı anları oluyor, işte öylesi bir anda
bizim patrondan 23 Nisan üzerine 2 gün de kafa izni istedim. Ya farklı anladı,
ya duymadı, ya da yalnızca acıdı. Açıkçası beni ilgilendiren tek şey kabul
etmesiydi. Diğer güzel bir şey de eşimin kabul etmiş olması oldu. Eşimin kabul
etmesi çok önemlidir zira tüm organizasyonu dakikası dakikasına o yapar, o
planlar. Beraber nereye ve ne zaman gidileceğine karar veririz ve benim görevim
sona erer. Gerisi onun işidir. Uçak ve otel rezervasyonları, bavulların
hazırlanması, gerekli olan alışverişler, gidilecek yerde yapılacaklar,
ilgili transferler hepsi ama hepsi onun görevidir. Biliyorum hayatım çok zor
ama alıştım artık.
İlk önce Evliya Çelebi tadında bir Şubat - Seyahatlerim, ailem ve ben 2 adlı yazımı okumuş olanların
hatırlayacağı üzere uğruna Yalan Dünya’yı
izlemediğim ve birinci olarak şirkette haklı bir fark yarattığımız Karaoke
yarışmasının ödülü olan Antalya’daki otele gidelim dedik. Bedava sirkenin bal
tadında olduğu otele gitmek iyi bir fikirdi ama biz bu hakkımızı Ekim ayında
kullanalım dedik ve eledik. Sonra neden Cunda Adası olmasın ki dedik. Öyle ya
muhteşem bir ortam, rakısı ve balığı da meşhur, daha ne olsun. Sonra oğlumuzun
henüz rakı-balık da bize eşlik etmediği gerçeği geldi aklımıza. Hızlı ve
yalnızca içmek için içilen içkinin ve yalnızca yenilmiş olmak için yenilen
yemeğin fikri de oldukça itici bir düşünce olarak geldi yapıştı aklımıza.
Rakı-balıksız Cunda Adasının, rakısız balık gibi olacağından hareketle bu
yerden de vazgeçtik. Elimizde kalan yer bir dinlenme merkeziydi. Üç öğün
birbirinden leziz yemeğin servis edildiği, oğlumuzun el üstünde tutulup büyük
bir dikkat, özen ve ihtimam içerisinde bakıldığı ve bu sayede dışarılara çıkıp
fink atabildiğimiz, istediğimiz saatlere kadar uyuyabildiğimiz bir merkezdi.
Üstelik sıkı durun şimdi, bu merkez için beş kuruş ödeme yapmamıza da gerek
yoktu. Biraz dinlenmek, biraz eşi dostu görmek ve biraz da hava değişikliği
için eşimin doğup, büyüdüğü eve gitmeye karar verdik. Yılmaz Özdil’in “Türkiye’den sıkıldığım zaman İzmir’e giderim
ben”dediği gibi biz de İstanbul’un yoğunluğuna rağmen durağan hayatından
sıkıldığımızdan biraz güç toplamak, biraz enerjimizi ve moralimizi yükseltmek,
bolca dinlenebilmek, simite gevrek, çekirdeğe çiğdem ve domatese domat
diyebilmek için İzmir’e gitmeye karar verdik. Ne yalan söyleyeyim bugün dönüp
bakıyorum da çok da güzel yapmışız.
İzmir’de neler mi oldu? Tabii ki anlatacağım, zaten bu nedenle başladım ama
artık çok çok uzuuun yazmamaya kesin kararlıyım. Bundan böyle kısa kısa ama
sürekli yazmaya çalışacağım. Konu kısa olarak bitmeyecek gibiyse bugün olduğu
gibi arkası yarın tadında yazmaya çalışacağım. Böylelikle
sizlerle arayı açmamış olacağım. Umarım bu yeni kararım sizler için de
uygundur.
Merhaba,bir İzmir'li olarak resmi gördüğümde anlamıştım İzmir olduğunu(karşıyaka sahil sanırım)Hoşgelmişsiniz,güzel geçmiştir tatiliniz umarım,yazılarınızı keyifle ve düşünerek okuyorum,İzmir detaylarını da bekliyorum...
YanıtlaSilÇok teşekkürler. Fark etmiş olduğunuz üzere Karşıyaka ve evet hem çok eğlendik ve hem de çok dinlendik. O kadar ki ilerleyen bölümlerde de okuyacağınız üzere İstanbul'u neredeyse bırakma noktasına kadar geldik ... :)İzmir gerçekten de yaşanacak bir yer, sakin, huzurlu, yavaş, güzel ve her yere ve her şeye kolay ulaşılabilir ... daha ne olsun ki!
YanıtlaSilYazının devamı da yolda :)