Bu Blogda Ara

25 Şubat 2013 Pazartesi

Ufak miniminnacık bir virüsün bana ettikleri


Kör ile yatan şaşı kalkar derler. Doğru mudur bilemiyorum ama bildiğim hasta ile yatan kesinlikle hasta kalkarmış. En azından bizim evde durum böyle gelişti. Önce oğlum hastalandı. Bir öksürük ki sormayın gitsin, her bir öksürükte tüm vücudu hem de nasıl sarsılmakta. Kim bilir ne kadar da sıkıntılar çekmiştir bu öksürükler devam ederken. Ateş desen zaten her daim ateşi yüksek olmuştur. Gözleri de çipil çipi ve yorgun bakmaktaydı bir süredir. Hiç bana çekmemiş. Ne öksürükten şikayet etti, ne ateşten, ne de yorgunluktan. Ben ama onun adına üzüldüm durdum sürekli. Görseniz hasta hali ile morali yüksek olan hep o idi. İnsanın çocuğunu hasta olarak görmesi nasıl da içini burkuyor  anlatamam. Bir süre içim oğlumun hastalığından sebep kapkaranlık dolaştım durdum.

İşten mümkün olduğunca eve erken dönmeye çalıştım. Tüm zamanımı onunla geçirmeye özen gösterdim. Konu oğlum olunca ne virüs tanırım ne de bir şeye dikkat edebilirim. Bu sefer de öyle oldu zaten. Öyle olunca benim de hastalanmam beklendiği üzere çok gecikmedi. Ben kendi vücuduma genelde güvenirim. Dayanıklı olduğumu düşünürüm. Ufacık, miniminnacık zavallı virüsler de kim oluyormuş ki beni yorgun düşüreceklermiş. Kazın ayağı pek de öyle olmadı. Hastalık ki hem de nasıl bir hastalık geldi, geçirdi, yıktı geçti beni. Ufak ve kurmaya yüz tutmuş dayanıksız kumdan kalelerin dev dalgalara karşı mücadelesi gibiydi benim mücadelem. İlk dalga ile mücadelem kesin bir son buldu. Yere düşene vurulmaz derler ya benim virüsler centilmenlikten hem de çok uzakta kötü zihniyetli yaşayanlar olarak vurmaya tüm güçleri ile devam ettiler. İkinci, üçüncü hatta dördüncü dalga ile bırakın kalenin ayakta kalmasını etrafta kumsal namına bir şey bile kalmadı. Bu kadar acımasız bu kadar gaddar bu kadar yıkıcıydılar anlayacağınız.

Önce öksürmeye başladım. Öksürme ama nasıl haşmetli, nasıl görkemli bir öksürme ki sormayın. Ciğerlerim çıktı çıkacak öyle bir gürleme öyle içten öyle ızdırap verici. Böylesi hastalıkların olmazsa olmazı burun tıkanması hemen peşi sıra hayatıma girdi. Onu boğazdaki rafting takip etti. Burun ne kadar tıkalı ise boğaz bir o kadar hareketli. İşte bu tezatlık zaten adamı bıktırıyor. Tersi olsa güle oynaya geçirebilecekken bu kombinasyon adamı kötü vuruyor.  Böyle kalsa yine de idare ederdim. Hatta bir iki gün böyle de yaşadım, tamam hayat kalitem yerlerdeydi ve burnum patlıcan ama işe de gitmeye devam edebiliyordum. Patronum benim bu durumuma oralı bile olmadan ben de gribim ne var yani bunda tadında bu şekilde gelmemi üstü kapalı teşvik bile ediyordu.

Aradan saatler saatler geçti ve sonra depresif, gri bir akşam üzeri iş yerinde ateşim yükselmeye başladı. Ellerimin soğukluğundan ve alnımın yanmasından ateşin yüksek olduğunu anlayabiliyordum. Genelde çekmecemde bilumum ilaçlar olurdu. İlginç ve bir o kadar kaderin bir cilvesi olarak tek bir ilaç dahi yoktu. Bir şekilde kullanmış ve yerlerini büyük bir düşüncesizlik eseri doldurmamıştım. Hata benimdi ve kaderime boyun eğmekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Ben de öyle yaptım. Bir süre işte dayanmaya çalıştım. Suratım alev alev olmaya başladı. Sonra üşümeler başladı. Odanın sıcaklığını açtıkta üşümelerim daha da arttı. Bir süre sonra daha fazla dayanamayıp beni eve bırakmaları için pozisyonumum ağırlığını kullanmak zorunda kaldım. Eve varışımda ateşim 39 kusur olmuştu bile. Kısa sürede ateş uzun bir süre kalacağı seviye olan 39.6’ya ulaştı. Sonrasında aldığım ilaçlar, uyguladığım yöntemler hiçbir işe yaramadı ve ateşim yaklaşık 6 saat boyunca 39 ile 39,6 arasında gitti geldi ama daha da azalmadı.

Önce 15 dakikalık bir duş maceram oldu. Öyle ya 15 dakikalık ılık duş nasıl işe yaramayabilirdi ki? Yaramadı efendim. Önce göstermelik ateş 38,5 oldu ve beş dakika geçmeden yine huzur bulduğu aralığa geri dönüş yaptı. Elimizdeki silahlar yavaş yavaş tükenmeye başlıyordu. Bir doktor arkadaşı arayıp çaresizliğimizi belirtince duşun işe yaraması için en az 30 dakikalık olması gerektiğini öğrendik. Şımarık hipofiz bezlerinin keyfi ancak 30 dakikada yerine geliyormuş. Yorganın içinde dahi tir tir titreyen ben büyük bir kabulleniş ile vakur bir şekilde titreye titreye yataktan kalktım ve üstümdekileri çıkarıp bir saat içinde ikinci defa ılık duşa girdim. Burada bir kaç kelime ile anlattığım olayı gerçekleştirmek hiç de bu kadar kolay değil. Büyük bir irade gerektirmekte. Bir ara yapamayacağımı bile düşündüm ama yapamazsam beni bekleyen iki çözüm de içimi açmıyordu. Ya ambulans çağırıp evde müdahale ve sonrasında hastaneye sevkimi sağlayacaktık ya da paşa paşa ben hastaneye gidecektim. Zor da olsa duş seçeneğini uygulamam lazımdı.

Duş almaktan hiç bu kadar nefret etmedim. Sürekli ürpermeye ve her ürperme ile tekrar tekrar titremeye devam ettim durdum. Zor hem de çok zor bir yarım saatten sonra çıkıp iki tane aspirin içtim. Eğer bu da işe yaramazsa istikamet hastane olacaktı. Çözümler sona ermişti ve artık bekleyip ateşin düşüp düşmeyeceğini gözlemleyecektik. Çok şükür o akşamı evde geçirdik ama sonrasında bu duşlar da işe yaramadı ve biz bir hafta içerisinde iki defa hastaneye gitmek zorunda kaldık. Hastanede serumlar mı dersiniz, oksijen vermeler mi, iğneler mi vurmalar, kan testleri mi yapmalar, ne ararsanız vardı. Ama benim tercihim röntgen ve en çok mutlu olduğum anda röntgen sonucunda zatürre olmadığımı öğrendiğim an olmuştu.

Virüsün hakkını da vermek lazım adını bağışlamamıştı ama çok gaddar çıkmıştı. Beni ezdi geçti. Esamem okunmadı. Ne reikiler, ne meleklerle konuşmalar, ne dualar hiç biri kendisini etkilemedi. Belki de etkiledi tabii ve çok daha kötü olmaktan kurtuldum ama benim gözlemlediğim virüsün beni vurup devirdiği idi. İrademin kuvvetli olduğunu ve istediğim her şeyin olacağını düşünürdüm.  En azından istemediklerim kolay kolay olmazdı. Yemezlermiş. Virüs karşısında tir tir titredim durdum. O ise vücudumda dolaşmaya ve keyif çatmaya devam etti. Bugün bile ki neredeyse iki hafta oldu hala onu tam olarak yenebilmiş değilim. Belki fiziksel olarak beni çoktan terk etti ama etkisi, psikolojisi hala devam etmekte. Zaman zaman yine ateşimin çıktığını sanıyorum. Birden ellerim buz kesiyor ya da bana öyle geliyor. Yorgunluk ise sevgili birtanecik virüsümden bana kalan hatıra gibi sürekli benimle. Kilo da verdim. Aslını isteseniz iyiden iyiye zayıfladım. Bakmaktan hiç haz etmediğim göbekten de bu sayede kurtulmuş oldum. Böylesi bir veda inanın beni çok da mutlu etmedi hani. Göbeğimin vedası oldukça unutulmaz oldu benim için.

Bu süre içinde ölüme kendimi oldukça yakın hissettim. Düşünün patronum Cuma ameliyat olup Pazartesi iş başı yapmış ben ise ateşten başımı kaldırıp işe gidemiyorum. Patron ayıp ben bu ameliyatlı halimle geldim sen grip oldun gelmiyorsun sarkastik ve oldukça içten ve hatta sevecen laf sokmalarını bile anlamamazlıktan gelmek zorunda kaldım, o denli kötüydüm.  

Ve ne anladım biliyor musunuz?

 Hayatın gerçekten de boş hatta bomboş olduğunu. Hayatın aslında nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu. Para, hırs, güç savaşlarının hastalık ve ölüm karşısında ne de boş olduklarını. Asl olanın sağlık olduğunu ve hemen peşinden de mutluluk ve huzurun geldiğini. Hayatı doya doya yaşamak gerektiğini, iyi birer insan olup, kalp kırmamak gerektiğini öğrendim. Ya da belki bu şekilde aydınlandım birden. Biliyorum bir kaç güne kalmaz yine unutur gider ve eski gerilimli, bol stresli hayatıma geri dönerim ama belki de unutmayıp dönmem.

Ne diyeyim ki umarım ki dönmem de hastalık göbek dışında başka bir işe daha yaramış olur.

4 yorum:

  1. çok geçmiş olsun ikinize de....
    ahh keşke bu çıkardığımız sonuçları,her hangi bir tetikleyici olmadan sürekli uygulayabiliyor olsak...

    YanıtlaSil
  2. Aynen belirtmiş olduğunuz gibi bir şekilde olmuyor. Tetikleme bile olduktan bir süre sonra insan unutuyor. Süreklilik bir kazanabilsek en başta zaten bizler mutlu olabileceğiz. Belki de oyun zaten bunun üzerine kurulu, bizler unutup unutup tekrar hatırlayacağız taa ki gerçekten hazır olana kadar ...

    Mesajınız ve iyi dilekleriniz için çok teşekkürler.

    Sevgi ve saygılarımla,

    YanıtlaSil
  3. Kış biterken epey ağır bir darbe olmuş bu hastalık. Çok çok geçmiş olsun...

    Hastalıktan çıkardığımız sonuçlar süreklilik kazansa, bizlerde sürekliliği olan "aydınlanma" gerçekleşir ki, bu da anlık "aydınlanma"dan daha farklı bir irade ve zihinsel güç gerektirir. O nedenle şimdilik anlık "aydınlanma"larla devam :)

    Sevgiler :)

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkürler. Bahar geldi her şey güzel olacak derken hemen hemen 3 hafta süren bir hastalığın içinde buldum kendimi. Hala da tam iyi olmuş sayılmam. Umarım yakında tam anlamıyla geçer :)

    Hayat zaten öyle iyi kurgulanmış ki bir şekilde anlıktan öteye geçemiyor aydınlanmalar. Keşke süreyi uzatabilsek ama bir şekilde o koşuşturmaca içerisinde normalde hiç önemli olmayan şeyler için kıyametleri koparabiliyoruz işte üstelik hiç gerek yokken. Yine de sürenin uzamasını her şeye rağmen tercih ederdim :)

    Yorumun ve iyi dileklerin için çok teşekkürler.

    Selam ve sevgilerimle,

    YanıtlaSil