Hoşçakalın çocukluk
hayallerim, hoşçakalın anılarım
Eşimin içeriden “Galatasaray
Universitesi yanıyormuş, hemen televizyonu aç” diye bağırması ile hemen
televizyonu açtım. Eşime ve tabii doğal olarak bir çok insana göre yanan
Galatasaray Üniversitesi idi oysa benim için yanan üniversite binası değil,
yıllarımı geçirmiş olduğum eski lise binamızdı. Yaşadığım acı yanan binanın
üniversite binası olması sebebiyle değil, söz konusu yıllarımı geçirmiş olduğum
binanın geçmişte lisenin bir parçası olması sebebiyleydi. Tüm Galatasaray
kurumlarına can veren bana göre hep lise olmuştur ve Ortaköy binası Galatasaray Lisesinin tarihten
gelen ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bağlamda aslında benim için ilk yangın (içimdeki)
daha söz konusu binanın üniversiteye tahsis edilmesiyle başlamıştı. Üç sene
araştırma görevlisi olarak üniversitede çalışmama rağmen, üniversiteyi
Galatasaray Lisesi ruhunun ortağı hele hele bir üst kurumu olarak hiç görmedim,
göremedim. Bundan sonrasında da bu fikrimin değişebileceğini pek sanmıyorum.
Ortaköy binası Mektepli
olunmaya başlanan yerdi. Galatasaray’ın giriş kapısı, Galatasaraylılığın
başladığı okuldu. Türkiye’nin bir çok yerinden gelen çocukların birbirleriyle
ilk karşılaştıkları, kaynaştıklı ve Galatasaray kültürünü ilk gördükleri yerdi.
Böylesine sembolik olarak büyük anlam taşıyan bir yer, bir yapı bana göre
ritüelik bütünlük açısından hep aynı görevi sürdürmeliydi. Yazık ki
sürdüremedi.
Çok kaba bir tanımla, bir toplumun tarihsel süreç içinde
ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin
bütününe kültür denmekte. Başka bir ifadeyle kültür, bir toplumun kimliğini
oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve
düşünüş tarzıdır. Toplumsal dayanışma ve birlik duygusu, biz olma bilincidir.
İnançlar, gelenekler, normlar ve düşünce biçimleri de etkiler bu biz olabilme
sürecini, binalar, her türlü araç-gereç ve giysiler de.
Ortaköy binası - kişisel fikrimdir- bir mektepli olarak
yaşantımıza, düşüncelerimize, sembolik dünyalarımıza mal olmuş bir kültür
parçamızdı. O kadar ki bu kültürel parça hem maddi ve hem de manevi olarak
vücut bulmuş bir kültürel zenginliğimiz, bir hazinemizdi belleklerimizde.
Düşündükçe içim burkuluyor, üzülmeden edemiyorum. Yanan bir
ev, bir okul, fabrika veya bir tiyatro salonu yerine, zamanına, konu ve
koşullarına göre farklı derecede insanları üzebilir. Kişisel olarak, benim için
yanan yalnızca bir bina, bir çatı değildi, çocukluk hayallerimdi, anılarımdı,
çocukluğumdu, gençliğimdi, camiamız olarak ise tarihimizdi, kültürümüzdü, biz
olabilme bilincimizdi. Yazık hem de çok yazık oldu.
80’li yılların ortalarında güneşli bir Eylül Pazartesisinin
sabahında babam, annem ve ben ilk olarak bu muhteşem ortama adımımızı atmıştık.
Bugün üniversite kantini olan yerde benim zamanımda basket ve voleybol sahaları
bulunmaktaydı.İşte boğazın hemencecik yanı başında, bu sahaların üzerinde, bayrak
direğinin hemen altında sıraya soktular bizi. Anne ve babalar kenarda, setin
hemen üstünde kümelenmiş bize bakıyor ve el sallıyorlardı. Hepimiz artık onlardan
uzakta yeni bir hayata başlıyorduk. Yeni, yepyeni bir dönem bizler için
başlıyordu. İyi şeyler olacağını daha hissedemeyecek kadar küçüktüm. Hemen
hemen tepkisiz sağa sola bakıyor, zaman zaman annem ile babama el sallıyordum. Daha
sonra herkes sıralar halinde sınıflara çıkarıldı. Bugün yanan binaya girişim de
sıradaki diğer çocuklarla beraber ilk o gün olmuştu. Tantanalı saltanat
günlerinden günümüze ulaşmış süslü tavan geleceğimizin ne kadar da parlak
olacağını müjdeler gibi bize göz kırpıyordu sanki.
Sultan Abdülaziz döneminden mimar Sarkis Balyan tarafından
1871 yılında inşa edilen İbrahim Tevfik Efendi Sahil sarayı 1992 yılında da
üniversiteye devredilene artık benim okulumdu, en güzel yıllarımı geçireceğim
yuvamdı.
1996 yılında ilk kez şaşkın ve ufacık bir öğrenci olarak
girdiğim binaya bu kez koskoca devlerin memuru, Galatasaray Üniversitesinin bir
araştırma görevlisi olarak girdim. Girdim de girmesine de bu kez girer girmez
heyecan yerine yüreğim burkuldu. Bıraktığım yuvam bir hayli değişmişti.
Değişmek zorundaydı belki ama görmeyi umduğum gibi değildi. Sınıfların olduğu
kattaki büyük tahta salon birçok bölmeye ayrılmış, odacıklar yaratılmıştı.
İlerleyen yıllar içerisinde odalar ve odalardaki silme doluluk daha da arttı.
Bizim yasak olmasına rağmen top oynadığımız, masa tenisi oynadığımız yerler
artık birer oda olmuştu. Her bir alan, her bir metre kare sinekten yağ
çıkarırcasına kullanılır olmuştu.
Zaman geçtikçe öğrenci sayısı arttı ve binalar yetersiz
kaldı. Hopppppp hemen 2003 yılında Çırağan Caddesi'nin öteki tarafına Yiğit
Okur Kampüsü ve Suna Kıraç Kütüphanesi inşa edildi. Sonra da caddenin iki
tarafında kalan okulun iki kısmı 2004 yılında Selahattin Beyazıt Alt geçidi ile
birbirine bağlandı. Yangın sonrasındaki elimizdeki tek teselli de ana
kütüphanenin caddenin öbür tarafında kurulmuş olması. Bu sayede kütüphanemiz
kurtulmuş oldu.
Binaya geri dönecek olursak bu kadar oda ve içindekileri
düşündüğümüzde bırakın çekip tehlike yaratabilecek elektrik yükünü, yer
çekimine bağlı ağırlık bile tehlike yaratır seviyelere ulaşmıştı. Muhteşem
boğaz karşısında kim odası olsun istemez ki! Ya da burada odası olan öğretim
üyelerini kim suçlayabilir ki?Kablolar, borular, halılar ile iç içe geçmiş
adeta dekoru tamamlar nitelik almışlardı. Tüm bunlara bir de özel sobaları ve
su ısıtıcıları ekleyin. Aslında gerek yanan binanın ve yanındaki binaların bugüne
kadar yanmamaları mucizeydi.
Sonradan okudum öğrendim, elektrik tesisatı tamir edileli
neredeyse 30 yıl olmuş. Fatih Altaylı ne
de güzel yazmış köşesinde “yenilendiği
zaman daha bilgisayar hayatımızın parçası değildi. Elektrik dediğin lambaları
yakardı. Belki bir-iki de elektrikli aleti. Ona göreydi elektrik altyapısı.
Söndürme sistemi zaten hiç olmadı”.
Yangın pompaları yoktu, sprinkler sistemi yoktu, elektrik
sistemi yetersizdi. Ne bekleyebiliriz ki? Bizim zamanımızda bile bence çok daha
güvenilirdi. Koridorlarda yangın için, 15-20
tane ip gibi dizilmiş, dışı kırmızı boyalı, içi su dolu , üstü kalasla kapanmış
kovalar hazır dururdu. Komedi değil mi ama en azından o zamanlar elektrik yükü
yalnızca aydınlatmak için güç harcıyordu.
Fatih Altaylı zaten tek bir cümle ile durumu köşesinden
anlatmış: “Öğretim elemanlarının “Günde birkaç kez sigortalar atardı” cümlesi
aslında işin anahtarı gibi”.
Oysaki ölçerek kablolama ve elektik sistemini kurmak, güç
dağıtımını bu hesaba göre düzenlemek, kablolamayı özel çelik kanallar içerisinde
tutmak bu güzel 150 yıllık binayı kurtarabilirdi.
Bir kaç söz de bu tür eski binaların elektrik ve bilgisayar
kurulumlarını yapan profesyonel çözüm ortaklarına. Bu bina bu yükü çeker diye
yalan konuşanlar, sözüm sizlere.Yazıklar olsun! 3-5 kuruş için güzelim bina ve
bir çok kişinin anısı, geçmişi yok oldu. İçiniz hiç mi sızlamaz sizlerin?
Peki New York İtfaiyesi ile ancak karşılaştırılabilen
İstanbul İtfaiyesine ne dememiz gerekir. İtfaiye gelmiş, müdahalede bulunmuş,
'yangın söndü' diye zabıt tutup çıkarlarken; yangın yeniden başlamış.
Traji-komik için ne de güzel bir örnek. Benzer durum geçen ay yanan yine tarihi
bir bina olan İl Milli Eğitim Müdürlüğü için de geçerli. İstanbul İtfaiyesi'nin
yetkinliği olduğunu artık söyleyebilir miyiz?
İki aynı hata ve iki kül olmuş tarihi bina. Aktör ise tek ve aynı. 'Yangın yok' diyor ve arkasından bina
yanarak yok oluyor. Umarım itfaiye ile ilgili bir soruşturma başlatılır. Yine
sonradan okuduk öğrendik, ahşap binalarda söndü zannedilen yangınlar duvarların
içinde ilerleyerek daha şiddetli şekilde yeniden alevlenebiliyormuş. Bu nedenle
5 dakikada söndürdükleri yangını 3-4 saat boyunca soğutma yapmaları ve yangının
tamamen söndüğüne emin olmaları gerekmekteymiş. Benim için yeni olabilir ama
onlar için böylesi temel bir durumu öğrenmemiş ya da atlamış, unutmuş
olabilirler mi?
Peki şimdi ne olacak?
Bir otel olacaktır
söylentisidir gidiyor. Hoş öyle bir şey
olmayacaktır diye demeç verenler şimdiden oldu. Çok değil yalnızca 300 –
500 metre ilerideki Gaziosmanpaşa İlkokulu yandığı zaman da İstanbul Valisi
televizyonlara çıkıp “Okul olarak
kalacak. Onarılacak. Açılacak” demişti. Malum onarılıp açılacak denen okul
artık DOCO ile THY’nin ortak oteli olarak açılacak. Bu bağlamda bu söylentiyi
çıkaranlar çok da haksız düşünmemiş olurlar ama diğer taraftan Galatasaray
Üniversitesi kurulurken Fransa Hükümeti’yle yapılan anlaşma gereği “Yıkılan, yanan bir binanın yerine başka
amaçla yapılaşma yapılamaz” diye bir madde varmış. Bu maddeden hareketle
kolay kolay o bina otele dönüşemez diye düşünüyorum. Tabii sanılanın aksine bir
Vakıf Üniversitesi değil devlet üniversitesi olan Galatasaray Üniversitesi için
kamu yararına bir nevi el konulup başka bir yere mesela Bahçeşehir’e
gönderilebilir de.
Bu süreçte önemli olan iyi organize olmak ve süreci iyi
yönetebilmektir. Sahip olduğu seçkin insan kaynakları yapısı ile bu süreç çok
kolay aşılacaktır. Tüm bu yeniden doğuş için fon bulmak ise bizim camiamız için
yalnızca bir ayrıntıdır.
Cazda “mükemmel bir
durumda olmak - being in the groove
” diye bir deyim vardır. Bu deyim bir topluluğun “ tek bir kişi olarak çalmasını ” anlatır. Bir olabilmektir mükemmeliyet.
Dilerim fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür Galatasaray
kimliği etrafında kısa sürede toplanabilir ve tek bir kişi gibi çalmayı
başarabiliriz ...
Sarıkırmızı sevgi ve saygılarımla,
Bir Galatasaraylı olarak değil ama bir mimar olarak benim de içim yandı :( Güzelim tarihi niteliği olan yapılar birer birer "yanarak" yerlerini niteliksiz, birbirinin aynısı binalara bırakıyor.Şehri şehir yapan, İstanbul'u İstanbul yapan değerler bir bir yok olup gidiyor :( Galatasaray için umut var mı dersin?
YanıtlaSilBir yazı okumuştum geçenlerde yapılan "kentsel dönüşüm"ün niteliğine ilişkin, belki bir göz atarsın: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22447382.asp?utm_source=hurriyet&utm_medium=yazarlar&utm_campaign=yazarsonyazi
Çok kıymetli bir kentin hep beraber canına okuyoruz ne yazık ki... Geçmiş olsun...
Ne kadar da doğru yaklaştın, yazdıklarına katılmamak mümkün değil. Benim için evet farklı bir anlamı ve değeri vardı ama onun dışında da İstanbul'u İstanbul yapan binalardandı. İstanbul'un bir bir nevi kimliğinin bir parçasıydı. Hele ki benim gibi bir çokları için apayrı bir öneme sahipti. Yazık oldu.
YanıtlaSilYazıyı okudum ve çok da beğendim. Paylaşımın için çok teşekkürler. En çok da "Binaları yıkabiliyorsunuz ama gelişmiş zihinleri yıkamıyorsunuz" sözünü sevdim. Zaten bu söze güvenerekten binanın tekrar aynı şekilde inşa edileceğine inanıyorum. Dilerim öyle de olur.
Mesajın ve değerli katkıların için çok teşekkürler.
Sevgi ve saygılarımla,