Senin yaşamını senden başka
kimse değiştiremez
Kendine güven bir çok alandaki dengenin anahtarı. Hani
boynumuzda asılı olan anahtar vardı ya göremediğimiz, kullanamadığımız işte
belki de o anahtarın çok büyük bir bölümü insanın kendisine olan güveni oluşturuyor. Onu geliştirmek kendimize gelişkin bir hayat
sunmamıza hem de çok fazla yardımcı olacaktır.
Kendine güven konusunda hepimiz aynı potansiyeller ile
doğarız. Sonra anne ve babamızın, çevremizdekilerin, öğretmenlerimizin,
arkadaşlarımızın yorumlarını alırız. Bu yorumların bazıları olumsuz ve bazıları
da olumlu olabilir. İşte olur da bir talihsizlik eseri hepsi olumsuz yönde
görüş, sitem, ve eleştiri bildirirlerse dikkatimizi kusurlarımıza, hata ve
başarısızlıklarımıza çekerlerse o zaman yetersizlik ve özeleştiri duygusu
düşünce alışkanlıklarımızda yer alır. Sonunda en ufak becerisizlikler bile bizleri
rahatsız etmeye, en önemsiz yenilgiler bile kendimizden şüphe etmemize yol açmaya
başlar. Eleştirilerin en önemsizi dengemizi bozar, hatta ve hatta elimizdeki
imkanları yitirmemize yol açar. Beyin olumsuz tepki göstermeye çalışır, nöron
bağları bağlanmaya başlamıştır bir kere, ne yapsak artık nafile.
Bir su damlasının kumda ilk başta zorlanarak da olsa bir yol
çizdiğini düşünün. Ardından gelen damlalar kolaya kaçarak hep bu yolu takip
edeceklerdir. Biz başka bir damlanın başka bir yol izlemesini istiyorsak
dışarıdan ona destek vermemiz gerekir. Sakın yanlış anlaşılmasın, senin
yaşamını senden başka kimse değiştiremez. Gücün de, özgürlüğünde senin için de.
Dışarıdan destek damla içindi yoksa biz değişmek istediğimizde bize yardımcı
olacak yine kendimizizdir ancak.
Peki ama ne
yapmalıyız?
Özgüvenimizi bir anda yükseltecek öyle mucizevi bir çözüm
yok maalesef. No pain no gain yine
karşımızda anlayacağınız. Çok basit ama bizler için yeni bir şey ile yine de başlayabiliriz.
Her akşam on dakikamızı ayırarak geçen günümüzü düşünmek ve yaptığınız ve gurur
duyduğumuz 3 şeyi bir kenara not etmek iyi bir başlangıç olabilir. Dedim ya
kolaya kaçmak yok. Nöronların iyice bağ yapabilmesi için bu gurur duyacağınız
muhteşem üçlüler en az 100 gün (yazı ile yüz gün) devam etmeli. İlle de bir eylem
olması gerekmiyor. Gösterdiğimiz ve gurur duyduğumuz bir tepki, yapmış
olduğumuz bir jest, bir mimik, bir düşünce, ya da bizleri genelde sinirlendiren
bir durumda sakin kalmayı başarabilme hep senin hanene yazabileceğin artılar
olabilirler.
Verilen görevi küçük bir kartopu gibi görmek de fayda var. Dağın
tepesinden bu kartopunu yuvarlıyoruz ve dahası bir süre onunla biz de yuvarlanıyoruz
ki zarar görmesin. Sonrası artık kısmet. Kartopu büyür de bizlerin yaşamında
olumlu değişime neden olabilecek bir çığ olur ise ne mutlu bize.
Hayatın sizin hayatınız olduğunu ve keyifli geçirmek ya da
sıkıntılar içerisinde boğulmanın hep sizlerin birer tercihi olduğu gerçeğini
biliniz, hatırlayınız. Hayat bizlerin
hayatları. Nasıl olacağına ilişkin kararı da ancak bizler verebiliriz.
Kişilik alanlarınızı yaratın ve sahip çıkın. Bu kadar empati
artık fazla. Kurmuş olduğunuz empatinin fazlasının sizden götürdüğünü bilin.
Kendinize zaman ayırın. Hobiler edinin. Bol bol hayaller kurun ve bu
hayallerinizin peşinden koşun. Kendinizin değerini bilin. Sizden bir tane daha
yok bu dünyada. Kendinizi sevin ve dahası gurur duyun ve daha da dahası
kendinize güvenin bu güven ilk başlarda size boş bile gelse. Yüz günlük
çalışmayı olmadı iki yüz günlere çıkarın dahası bunu hayatınızın bir parçası
yapın.
Dibe vurmayı ya da kahkaha atmamayı beklemeyin. Zorunda kalarak bir savunma psikozu ile değil, bilinçli bir seçim bir tercih olarak bu yolculukları gerçekleştirmeğe çalışın. Ulaşılacak yer, ya da hedefin çok da önemli olmadığını bilin, yolculuğun zaten kendisi yeterince heyecan verici. Siz önce elinizdekinin tadını çıkarın. Varılacak limanı düşünerek yolculuğun güzelliğini kaçırmayın.
Yüce milletimizin
yetiştirdiği büyük değerlerden olan tanınmış animasyon ve masal kahramanı
Pepe’nin de dediği gibi “önemli olan oyun
oynamak” olmalı. Sonuçlara odaklanmak yerine içinde bulunduğumuz yolculuğun
ve aktivitelerinin tadını çıkarabilmek amaç olmalı. Sonuç için sürecin
keyfinden mahrum kalınmamalıdır. Bu yapabilmek için de eeğlenebilmeyi
becerebilmeliyiz. Her şeyi ciddiye almayı bırakmanın belki de tam zamanı. Biraz
geri çekilin ve bu sınavı bir oyun gibi görün. Ne kaybedersiniz ki? Bunu
yaparsam herkesin gözünden düşerim, imajım yerle bir olur, itibarımız beş
paralık olur ya da en basitinden utanırım demeyin. Zaten hayatın kendisi büyük bir oyun değil mi?
Kaybedecek hiçbir şey yok, yalnızca deneyimlenecek şeyler var. Rahat olun ve Pepee
gibi düşün.
Suçlama, beğenilme isteği, aldatılma, aldatma, parasızlık,
aşağılanma, yalnız kalma... Korkuların nedenini bulma yerine bunları yok sayma
ve suçu hep başkalarında arama, bu korkuları hep üzerimize çekmekte. Evren bizlere
her defasında bu korkuların çok daha ağırlarını yaşatmakta. Ne ekersen onu biçersindir bu gerçek. Ya
da başka bir ifade ile hayatı nasıl
yaşarsan, hayat da sana onu verir.
Korkularınızla yüzleşin. Derinliklerde sakladığımız ve
sevgiyi engel olan korkularımızdan. Bir nevi yapılan bu yolculuk korkularımızın
sevgiye dönüştüğü bir sistem aslında. Anahtar kelime ise bu dönüşümde affetmek.
Kendimizi ve geçmişimizi affetmek. Derinlere itmiş olduğumuz, sanki hiç
yokmuşlar gibi yaşamaya devam ettiğimiz ve içinde öfke ve kin barındıran tüm
olayları, tüm yaşanmışlıkları sevgiye dönüştürebilmek için affetmek. Siz de
hemen affedin. Sünger çekin ve fabrika değerlerinize geri dönün.
Her defasında “Neden
ben” yerine “Ne öğrenebilirim”
sorusunu sorun. Subjektiflikten bir parça yukarı yükselin ve resmin bütününü
görmeye çalışın. Bakın bakalım bu kötü paketlenmiş hediye ile melekler bizlere
nelere getirmiş.
Sizi ruhsal yönden daraltan insanlardan uzak durun. Sinemaya, tiyatroya, konserlere gidin.
Arkadaşlarınızla gezin ve sorunlardan değil, eğlenceli şeylerden konuşun. Bol
bol gülün, kahkahalar atmaya çalışın. Bırakın bu sizde alışkanlık haline
dönüşsün. Ruhsal sıkıntılarınızın çoğunu yine kendinizin yarattığını bilin.
Kuruntulardan kurtulmaya çalışın.Sürekli gelecek kaygısı ile yaşamak yerine anı
yaşamaya çalışın. Ne ve kim olursa olsun bırakmayı bilin.En önce sizin
geldiğinizi unutmayın.
Mutluluğunuz varsa sıkıca sarılıp nedenini düşünmeden,
sorgulamadan tadını hem de sonuna kadar çıkarın. Size heyecan veren, hayatınıza
neşe ve anlam katan ne ve kim varsa düşünmeden peşinden gidin hatta koşun.
Hayatın anlamını hepimiz öyle ya da böyle aramaktayız.
Şanslı olanlarımız heyecan verici ipuçları bulurken bazılarımız kısa sürede
vazgeçebilmekteyiz. Bana göre hayatın anlamı insanın kendisiyle tam anlamıyla
barışık bir hayat yaşamasıdır. Barışma çabalarım ve bu uğurdaki yolculuklarım
halen devam etmektedir. Bir gün biliyorum, kendimle karşılıklı gelip,
gözlerimizin taa içlerine bakıp, huzur, mutluluk ve özgürlük hisleriyle dolu
olarak kadeh tokuşturacağız. İşte o gün benim Tanrısallaştığım ilk günüm olacak.
Her birimiz ulu bir dağın üzerlerindeki taşlarız. Farklı faklı, çeşit çeşit ama
hepimiz o dağı meydana getiren unsurlarız.
Bütünü meydana getiren zerreleriz ve her şeyin en iyisini hak ediyoruz.
Yeterki bunu bilelim, inanalım ve buna göre yaşayalım.
Sizlere de bu keyifli ve öğretici yolculukta içten başarılar
dilerim ...
0 yorum:
Yorum Gönder