Güzel bir öğle vakti. Güneş Mart ayında olmamıza rağmen
sıcacık, insanı ısıtıyor. Eşim ki kolay üşür, dışarıda oturalım demiş. Masamıza
kurulmuş, yüzümü güneşe doğru vermişim. O sıcacık ışınların yüzüme vurmasıyla
biraz daha mutluluk hormonu salgılayıp duruyorum. Az önce soğuk biramdan bir
yudum daha içmiş, siparişini verdiğimiz yemekleri bekliyoruz. Oğlum bazen
Ipad’i ile oynuyor bazen de sıkılıp ben dolaşmak istiyorum diyor. Masada
durduğu sürece söylenmesi beni pek de etkilemiyor açıkçası. Eşimin zaman zaman
sorularına da kısa cevaplar veriyorum. Oğlum bir süre önce hobisel
çalışmalarını tamamlamış, bir hayli de yorulmuş. Şimdi de güneş ile bol bol
temas halinde. Birazdan da yemeği gelecek. Huzur ve mutluluk bu olsa gerek. Mutluyum ve huzurluyum ama duyarsız değil. Sonunda oğlumun
dolaşalım yakınmalarına dayanamıyorum ve onunla tenis topu bulmaya ve
bulduğumuz tenis toplarını havuza atmaya başlıyoruz. Boğaziçi Mezunlar Derneği
Lokalindeyiz. Etraf yemyeşil, hava güneşli, ve biz havuz kenarında gevşemiş bir
halde bu güzel ortamın tadını çıkarıyoruz.
Bir süre sonra yemekler geliyor. Biralar yenileniyor.
Keyifler parlayıp, mideler doluyor. Oğlum ben
havuz kenarındayım, sopa ile suya vuracağım diyor. Gözümüzün önü, izin
veriyoruz. Nasıl mutlu, başlıyor yeşilliklerden bulduğu bir dal parçası ile
suya vurmaya. Güneş ısıtmaya, mutluluk hormonu salgılanmaya devam ediyor. Gözüm
bir yandan hep oğlumda ama gevşemişlik düzeyim de bir hayli yukarılarda.
Önce dal parçası suya düşüyor. Çıkardığı ses, oğlumun
vurduğu andaki çıkan sesten biraz daha az çıkıyor. Sonra oğlumun sağ ayağı
havuza doğru hareketleniyor. İşte tüm masalsı anlatım, yor’lu kullanım, gevşeme durumu, salgılanan hormon bu hareketlenme
ile bir son buluyor. Ayağın suya girmesi ile vücuduma bırakın mg seviyelerini gram seviyesinde kafein girmiş gibi oluyor. Tüm duygu ve kas
sistemim alarm durumuna geçiyor. Mutluluk hormon salgısı yerini adrenalin salgısına
bırakıyor. Dizinin suya girmesi ile yolu yarılamıştım bile. Havuz kenarına
ulaştığımda saçının son kısımları daha yeni ıslanmıştı. Tuttuğum gibi çekip
çıkardım oğlumu sudan.
Islanmış, korkmuş, üşümüş, ve kendisine kızmıştı. Ağlamaya
başladı. Doğal olarak tüm ilgi üstümüze yöneldi bir anda. Sürekli olarak belki
de panikten ayakkabılarım su içinde ama diyordu.
Meğer ayakkabılarını ne de çok seviyormuş. Sakince oğlumu yatıştırdım. Yıllarca
her zaman ve her gittiğimiz yere boş yere taşıyıp durduğumuz ve içinde oğlum
ile ilgili her şeyin olduğu dopdolu çanta ilk defa işe yaramıştı. Ayakkabı hariç
her şeyi vardı içinde. Hemen üstünü değiştirdik. Bu kadar gevşeme bize fazlaydı,
yeter dedik ve eve geri döndük. Hala istemeden de olsa antibiyotik
kullandığımız bir dönemde oğlum buz gibi pis suya düşmüştü. Hemencecik yıkayıp
pakladık.
Lokale ilk giriş yaptığımızda oğlum hadi havuza girelim
demişti. Ben de ona havuz mevsiminin henüz açılmadığından bahsetmiştim. Oğlum
ise ısrarla havuza girelim diye tutturmuştu. Banyo sonrası oğlum ben havuza zaten girerim demiştim demez
mi! Kaza ile mi düştü yoksa nasılsa babam
burada ben bir girip çıkayım mı diye mi düşünüp atladı hiç bir zaman
bilemeyeceğiz. Çıktığı andaki şaşkınlığı kaza ile düşme ihtimalini artırsa da
banyo sonrası bu sözleri oldukça düşündürücüydü.
Siz bakmayın bu kadar kolay anlattığıma, insanın ömründen
ömür gideceği bir olaydı ve kelimenin tam anlamıyla anlık bir hadiseydi . Allah
korusun dalabilirdik, o sırada başka bir şeyle ilgileniyor olabilirdik ya da en
basitinden fark etmeyebilirdik. Anne babalık kesinlikle 24 saatlik bir iş. Tamam
çok keyifli ama bir o kadar da dikkat isteyen bir iş. Gevşemeye asla yer olmayan
bir iş. Siz siz olun aman dikkatli olmayı elden bırakmayın.
Dilerim biriktirdiklerimiz hep güzel anılar olur ...
0 yorum:
Yorum Gönder