Bu Blogda Ara

15 Ocak 2013 Salı

Mutluluğa yolculuk 3


Kişisel yüzleşmem
Kederler, düşüncelere dönüştükleri anda bize acı çektirme güçlerini yitirirler

En son ne zaman içten gelerek kahkaha attınız diye sormuştum bir önceki yazımı bitirirken ve tam bu noktadan devam edeceğimi sizlere söylemiştim.  Buyurun devam edelim ...

Ben ne zamandır kahkaha atmıyorum. Çoğu zaman tebessüm ediyorum hatta güldüğüm de oluyor zaman zaman ama ne zamandır karnımın etleri ağrıyana kadar derler ya hani o şekil kahkaha atmadım. Atmak istemedim değil, Allah biliyor ya hem de çok istiyorum ama bir türlü denk gelmedi işte. Bir zamanlar büyük zeka ürünü dahi olmayan bir çok şeye gülebilir, çoğu anlatılması dahi gereksiz ve zor durumlar için kahkahalar atabilirdim. Peki ama ne değişmişti hayatımda? Aslında hiçbir şey ya da belki aslında her şey... Eskiden yalnızca kendim için yaşardım. Yalnızca ben vardım ve sonrasında diğerleri. Ben mutlu olmalıydım. Sonra nerede o kopukluğu, o travmayı yaşadım bilemiyorum ama bir şeyler oldu hayatımda ve ben fazlasıyla empati yapmaya başladım. Aslında sonrasında anladım empati yapmadığımı yalnızca empati yapmanın arkasına saklandığımı. Nasıl ve niçin oldu bilemiyorum ama ben sonra sonra anladım artık kendi hayatımı kimseye dayatamadığımı ve başkalarınınkini kolayca hayatıma buyur ettiğimi. Bir anda kendimi başkaları için çabalarken buldum. Yaptığım fedakarlıkların fark edilmesini ve sonrasında bunun için minnet duyulmasını istedim. Önce çok şansızım, istediğim gibi olmuyor, bana da yazık yahu demelerim başladı . Sonra yavaş yavaş kendimi daha az sevmeye başladım ve birgün bir baktım ki kendimle küsmüşüm. Aynalarda dahi gözlerimizi birbirimizden kaçırır olmuşuz. Bu noktadan sonrası zaten artık bilinç dışı yapılan mecburiyetlerimdi, sorgulamadan, tartışmadan yaptığım. Elimden özgürlüğüm, mutluluğum alınmıştı. Farkında dahi olmadan kendimi kısıtlamış, demir parmaklıklar arasına hapsetmiştim.  Nasıl oldu dedim ya bilemeden, anlayamadan, insanların beni sevmeyeceği korkusuyla kendi hayatımdan yine kendim vazgeçmiştim. Başkaları için attığım her adımda kendimi biraz daha kanatır olmuştum.Sinirli biri olmuş çıkmış, daha az gülen ve kolay kolay kahkaha atmayan biri olmuştum. İşte bu nedenle önemlidir nedensiz kahkaha atmak, atabilmek. Sizin hangi aşamada olduğunu ortaya koyan turnusol kağıdı gibidir. Eğer atabiliyorsanız sorun yok bu yolda devam edin ama yok atmıyorsanız bir tıkanıklık var demektir.

Sonra ne mi oldu? Şefkatim ve şartsız sevgim zamanla yerlerini biraz daha korkuya bırakır oldular. Daha az tahammül gösteren biri olmuştum artık. Her şeyin iyi yanını görmeye çalışan insancıl yanım törpülenmeye başlamıştı. Tek enayi ben miyim yeter artık demelerim arttı sonra. Tanımadığım, yadırgadığım ve dahası hiç alışamadığım özellikler gelip yerleştiler kişiliğime ve doğaldır hayatıma. Daha bir panik, daha bir depresif özellikler sergilemeye başladım. Yaptıklarımı artık yalnızca bir bir fedakarlık olarak görmeye başladım. Bunlara ek olarak bir de kendime acıma başladı ki çekilir gibi değildi. İşin en kötü yanı ise tüm bunların nedensiz (en azından ben neden olabilecek bir travma hatırlamıyorum) başlaması ve ne olduğunu dahi anlayamadan bu noktalara erişmesi sanırım.

Sonra yine nedensiz heyyy ne oluyor? Artık kendine gel dedim kendime. Tüm bunlarda bir terslik vardı, olmalıydı.Ben kurban değildim ve olmamalıydım, olamazdım. Çok şükür ben ve ailem sağlıklıydık, para kazanıyorduk, işte ve evde çoğu zaman mutlu ve huzurlu bir hayat yaşıyorduk. Kendimi bırakmam nankörlük gibi gelmeye başlamıştı. Tamam bir yanım nemli, yapışkan ve karanlık bir deliğe doğru çekiliyordu ama diğer yanda da sevdiklerim vardı ama daha da önemlisi kendi hayatım vardı. Bir kere karar verdiniz mi her şey o kadar hızlı ve kolay oluyor ki şaşarsınız. Siz hazırsanız istediğiniz, dilediğiniz, ihtiyacını duyduğunuz her şey gelip sizi buluyor. Öyle de oldu. Dışarıdan yardım da alabilirdim ama ben kendimle yüzleşerek kendi girdiğim kuyudan çıkmayı başarabildim. Yüzleşebilme ve bunu yüksek sesle ifade edebilme çok önemli.

Düşünsenize dünyada sizi rahatsız edebilecek hiçbir durum olmasa yaşamımız neye benzerdi? Fena olmazdı değil mi? Kabul edin bu durumdan kim şikayetçi olabilir? O noktaya varmanın tek yolu zor da olsa gerçekle yüz yüze gelebilmemizdir. Korkularımız taa ki yok olana dek korkularımızın nesnesiyle karşı karşıya kalabilmemizdir yapmamız gerekli olan. Korkularımızı görmezden gelmek, ötelemek, yok kabul etmek, kaygılarımızı büyütmekten başka hiçbir şeye yaramaz. Onları sığınaklara saklamak yerine gün ışığına çıkarmamız gerekir. Unutmayalım ki korkularımızı yaratanlar da yine bizleriz. Hayatlarımızda bizleri korkutan şeylerden uzakta durmaya çabaladıkça, korkularımızın büyük çoğunun kendi zihnimizin eseri olduğunu keşfetmemizi de engellemiş oluyoruz.  
  
Özgürlük bizim içimizdedir. İçimizden gelmelidir. Dışarıdan bizlere verilmesini beklemek büyük hata olacaktır. Gandhi “dünyada görmek istediğin değişim sen ol” derken başlangıç noktasını gayet güzel gösteriyor zaten. Kesin olan tek bir şey var o da değişimin başkalarından gelmeyeceği, değişimin dışarıdan değil içeriden gelmesi gerektiği. Ne bir örgüt, ne bir yönetim, ne yeni bir patron,ne de yeni bir eş insanın yaşamını değiştirebilir. Gerçek senin yaşamını senden başka kimsenin değiştiremeyeceğidir. Bu nedenle yaşamına kendin sahip çıkmalısın. Ben kendimle ve korkularımla yüzleşerek başladım ve sonuç aldım. Sizlere de tavsiye ederim.

Proust’un dediği gibi “Kederler, düşüncelere dönüştükleri anda bize acı çektirme güçlerini yitirirler.”

Bir sonraki yazıda biraz daha derinlere doğru yol alacağız. Örneklerimiz olacak. Yolculuğumuz tüm hızıyla devam ediyor. Güneşli günler artık hiç olmadığı kadar yakın. Gelin beraber güneşin tadını çıkaralım.

0 yorum:

Yorum Gönder