Bu Blogda Ara

11 Ocak 2013 Cuma

Mutluluğa yolculuk 2


Yüzleşme

Hayatı nasıl görüyorsunuz?

Kaçınılması hatta uzak durulması gereken tuzaklarla dolu tehlikeli bir alan mı yoksa her  köşe başında sizleri zenginleştirecek bir deneyim sunan sürprizlerle dolu  bir alan mı?  Sahi siz gerçekten nasıl görüyorsunuz?

Aslında sizlerden tuzak dolu ya da sürprizlerle dolu net cevabını beklemiyorum. Bazen bol miktarda tuzak içermekte bazen ise beklenmedik mutluluklar hemen yanı başımızda belirebilmekte.  Hayat bu, bazen siyah bazen ise beyaz. Ne 1 ne de 0. Fuzzy mantığı burada da geçerliliğini sürdürmekte; hayatımız hep grinin bir tonunda seyretmekte.  Yüksek Mühendislik Matematiği dersinde Fuzzy Logic (Bulanık Mantık) diye bir konu öğrenmiştik. Düşünüyorum da söz konusu o konu, hayatın tam da özetiydi aslında. Hayatın yalnızca bir ya da yalnızca sıfırdan oluşmadığını öğretirdi. Söz konusu mantığa göre yalnızca siyahlar ve beyazlar yoktu, grilerde hatta grilerin tonları da vardı.

Hayatımızda karşımıza çıkan tüm durumlar için bu aslında geçerli bir mantık. Önemli olan içinde bulunduğumuz andaki durum renginin siyaha ya da beyaza ne kadar yakın olduğu. Aynı tüm hareketlerimizi belirleyen sevgi ve korku oranlarımız gibi. Önemli olan bu karışıklık içerisinde hangi yöne eğilimimiz olduğu. Bir taraf aslında asla yok olmuyor; ne pratikte, ne de teorikte, ne felsefik olarak, ne de matematiksel olarak. Asla yok olmayan bu ikili düzlemde önemli olan, tercihlerimiz ve bu tercihlerimizi sahiplenmemiz. Gri alanlar illaki hep olmaya devam edeceklerdir.  Yalnız siyah ve beyaz renkten oluşan hayat  bugün yalnızca Çarşı’da J Siyah beyazlı hayat aslında otuzlu yaşlara kadar sürüyor. Sonra yaşasın gri hayat. Önemli olan gri renklerle dolu hayatımızda gri giyinmemeyi başarabilmek. İsteklerimizin, hedeflerimizin, hayallerimizin ve bu uğurda aldığımız yol ve çabaların yalnız siyah ya da yalnız beyaz olabilmesi, net olabilmesi.

Bu çıkarılsa da yazının bütününü bozmayacak iki paragraf sonrasında net bir cevabınızın olmadığını biliyorum. Önemli olan hangi yöne daha çok eğilim duymakta olduğunuz.  Gelin konuyu biraz daha irdeleyelim.

Başımıza gelen şeyleri sanki bize dayatıyorlarmış gibi ve biz de istemeden buna maruz kalıyormuşuz gibi yaşadığınızı hissediyor musunuz?

Çok şansızım, istediğim gibi olmuyor”, “ben şunu tercih ederdim” gibi ifadeler kullanıyor musunuz?

Bir olay istediğiniz gibi gitmediğinde ne kötü ya da yazık der misiniz?

Bir çoğumuz eminim tüm bunları ama sesli ama içimizden ama coşkulu ama kaygılı diyoruzdur. Eminim tüm bunları bir durumu serinkanlılıkla kabul eden birinin bilgeliği ile değil de daha çok üzgün bir tonda hatta bir boyun eğme tavrı içerisinde ifade ediyoruzdur. İşte bizim gibilerin farkına bile varmadan oynadıkları bu role Kurban rolü denmekte.  

Bakın biraz daha devam edeyim.  Başkaları için çaba gösteren biri olmayı seviyoruz  ve buna karşılık fedakarlıkların karşılığında değer görmeyi umuyoruz. Dahası biraz da kendimizden şikayet etmeyi ve böylece insanların sempatisini kazanmayı seviyoruz. Oysa kaçırdığımız ya da bilmediğimiz nokta kendi tercihlerini üstlenen ve yaşamayı seçtiklerini yaşayanlar her zaman için çok daha cazip oldukları.

Başka önemli bir tespit ise tüm bu yaptıklarımızın birer tercih olmaması. Bugün benden bekleneni yapacağım demiyorsun. Bilinç dışı bir şekilde kendini bunu yapmaya mecbur hissediyorsun. Yoksa seni sevmeyeceklerini artık seni istemeyeceklerini sanıyorsun. Dolayısıyla farkına bile varmadan kendini fazlasıyla kısıtlama dayatıyorsun. Yaşamın fazlasıyla kısıtlanmış oluyor. Ve sonunda kendini özgür hissetmiyorsun. Ve işin traji komik tarafı bu nedenle başkalarına öfkeleniyorsun.

Başkalarından daha az şansın olduğunu düşünüyorsun. Doğduğun, büyüdüğün sosyal ortamı başkalarınınkiyle karşılaştırıyorsun. İnsanın istediği her şeye sahip olduğu bir ortamda doğduğunda mutlu olmanın çok daha kolay olduğunu düşünüyorsun. Oysaki sosyo ekonomik durumu yüksek olanlarda yalnızca eğitim yüksektir, mutluluk değil. Mutsuz bir mühendis de vardır mutlu işçi de. Mutluluk bağımsızdır, ebeveynler tarafından verilen sevgi ve eğitimle ilişkilidir. Şansın bizi ancak ve yalnız biz hazır olduğumuzda gelip bulmasını hep atlıyoruz sanırım. Einstein’n lafı da yabana atılır cinsten değil: Tesadüf bizlere gelişme şansı vermek için tebdil-i kıyafet gezen Tanrı’dır.

Herkes başkaları için çabalasa, herkesin yaşamı iyileşmiş olur düşüncesi ise tamam romantik ama bir o kadar da naif bir kişisel aldatmaca. Aslında şunu itiraf etmek gerekiyor sanırım; tüm bunların belki de nedeni farkında olmadan insanlardan korkuyor olmamız. Kendimiz olmak için dayatmalarda bulunamıyoruz, bundan kaçıyoruz. En azından tereddüt ediyoruz. Arzularımızı, isteklerimizi çoğu kere ifade dahi edemiyoruz. Başkalarının iradesine karşı gelmekte ve açıkça bir reddi söze dökmekte güçlük çekiyoruz. Kısacası kendi yaşamımız gerçekten yaşamıyoruz, başkalarının tepkilerinden korkarak fazlasıyla onlara göre davranıyoruz.

Düşünsenize hayatlarımızdaki tüm olumsuzlukların sebebini kimi zaman yıldızlara, kimi zaman yaşımıza, kimi zaman sosyo ekonomik durumumuza, ama her seferinde de bizim dışımdaki nedenlere bağlar dururuz. Uyanma zamanı geldi de geçiyor dostlar. Sevgili arkadaşlar artık uyanın, kendinize gelin. Hayatlarınız sizlerin hayatları ve sizler kaderlerinizin efendilerisiniz. Tüm başınıza gelenlerin tek nedeni ve sebebi sizlersiniz.

En son ne zaman içten gelerek kahkaha attınız? Benim çok oldu. Ya sizin? Bir sonraki yazıma tam bu noktadan başlayacağım. Sonrasında çözüm öncesinde bir kaç satır daha karalayacağım. Aslında bir kaç kişisel not düşeceğim. Zor olanı yapacağım.

İnsanın kendisiyle yüzleşmesi zordur, çarpıcıdır. Kabullenilmesi zordur. Ama bir sonraki aşama için de şarttır. Yazdıklarım doğaldır ki tüm insanları içermiyor. Kendi bildikleri yolda ilerleyen ve başkalarının fikirlerinin kendilerini yıpratmasına ve dengelerinin bozulmasına izin vermeyenler de vardır. Dilerim siz onlardansınızdır. Eğer öyle ise şanslısınız ve işin güzel yanı şansınızı yine siz kendiniz yaratmış durumdasınız. Benim için kıskanılacak kişilersiniz. Aman hep öyle kalmaya devam edin. Kesinlikle en azından bence doğru yoldasınız. Bu yazıyı ve bir önceki giriş yazısını da boşa okudunuz demektir. Bir sonraki en az iki yazıyı da zinhar okumayın derim sizlere. Ama değil iseniz yazdıklarımı düşünün.

Yolculuk şimdilik çok eğlenceli geçmiyor, koyu gri yağmurlu ve soğuk bir havada yürüme gibi ama inanın bundan sonrası çok daha güneşli ve renkli olacak. Görüşmek üzere!

2 yorum:

  1. son altı aydır ufak adımlarla bu değişikliklere başladım kendimde...aynı yönde devam etmek çabasındayım...

    YanıtlaSil
  2. Önemli olan zaten başlayabilmek, gerisi illaki gelecektir ... Bir kere hayır dedik mi dünyanın üzerimize yıkılmadığını da görmüş oluruz . Gerisi zaten çok kolay olacaktır. Kendi hayatlarımızı yaşamak için uğraş vermeliyiz. Mutluluk ve iç barış için bu şart. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.

    Sevgi ve saygılarımla,

    YanıtlaSil