Mutfağın zeminine boylu boyuna uzanmış, elimde tornavida, baharat kaplarının ve yağların ikamet ettiği, o görkemli mutfak takımımızın çıkan rafını takmaya çalışırken öğrenmiştim oğlumuzun aramıza katılacağını. İlk fark ettiğim eşimin diz kapakları olmuştu. Tepemde durmuş şaşkın şaşkın bana bakıyordu ki onun şaşkın olması ve dahası bakması öyle olası bir durum değildi. Ben ise yerde uzanmış tekrar bir araya gelmemek için inat eden vida ile kapağı barıştırmaya çalışıyordum. "Dostum pozitif derken?" diye sırf konuşmuş olmak için cevap vermiştim eşime bir yandan raf ile uğraşmaya devam ederken. Hamilelik testi ile başlayan sözünün geri kalan kısmını ise yine her zamanki gibi dinlememiş, şımarık göz yaşlarıma söz geçirmeye çalışırken bulmuştum bir anda kendimi . Sonradan anlamıştım testte çıkan ikinci çizginin, iki kişilik mini ailenin üç kişilik dev bir aileye dönüşümünü simgelediğini. Sarıldık birbirimize. İkinci defa bu kadar uzun ve içten. İlki, nikahımız kılındıktan sonra yüzlerce davetlinin önünde, imza defterinin hemen yanı başında gerçekleşmişti. Hani herkes klasik öpüşür ya, biz öpüştükten sonra bir de birbirimize sarılmıştık, hani sanki yıllarca birbirini göremeyen sevgililer gibi. En az bir 3 dakika da birbirimize sarılı kalmıştık. Sıkılıp da gitmeye kalkan davetlileri fark edip de lütfen ayrılmıştık. Bu sefer yüzlerce tanık yoktu ama yerine bizi ailesi olarak seçen tek bir tanığımız vardı ...
İlk
sarılmamızdan bu yana yedi seneyi aşkın bir süre geçmiş. İkinci sarılmamızdan bu yana ise dört seneyi
aşkın bir süre geçmiş. Ne mutlu bize ki zamanla birbirimizi tanıma fırsatı bulduk ve konuşan,
eğlenen, birbirini dinleyen, kararların paylaşıldığı mutluluk dolu, keyifli bir
aile oluverdik bu süre içerisinde. Ben evin panik
babası rolünü üstlendim, kolayca ve gayet doğal bir şekilde. Eşim ise ailenin hem yapı taşı ve aynı zamanda da
mimarı oldu. Bir usta gibi kolayca şekillendirdi bizi. Ne yaptığını, ne
istediğini bilen, sağduyulu, sakin taraf her zaman eşim oldu ve olmaya da devam etmekte. Ben ise özellikle oğlum
konusunda evdeki zincirin yumuşak halkasıyım. Evet evet başka bir ifadeyle evde
oğlumun her istediğini yapan kişiyim ben, uslanmaz bir demokrat, oğlumun
kahramanı bir eğlence adamı.
Zincirin
yumuşak halkası olmak aslındabir anda kendimi içinde bulduğum bir durum oldu. İçinde bulunduğum durum beni çok memnun etmemekle birlikte kendime engel de olamamaktayım.
Eşim umarsızca sen bu gidişle okul
ödevlerini de yaparsın diye serzenişte bulunabilmekte mesela son günlerde.
Şımarttığım kesin ama yavaş yavaş bu rolümden vazgeçeceğim çünkü istemeyerek
de olsa ona zarar verdiğimin farkındayım. “Cehenneme
giden yollar iyi niyet taşları ile döşenmiştir” sözü boşa denmemiş. Bunu
nasıl yapacağımı bilemiyorum. Otorite demek bana göre tutarlı olmak daha
doğrusu tutarlılığı asla kaybetmemek demek. Ben mesela sevgimi gösterme
konusunda kesinlikle otoriterim, sürekli ve tutarlı bir şekilde onu sevdiğimi
belli etmeye çalışıyorum. Aslında bunun için çaba sarf ettiğimi bile söyleyemem,
kendiliğinden olmakta, suyun yolunu bulup akması gibi. Buna karşılık annesinden yüz bulamadığı zamanlarda bana
gelip sonuç almaya çalışması da gözümden kaçmıyor hani. En zoru da zaten bu
durumlarda kalma. Bir anda kendimi ortada karar verici durumda buluveriyorum. Orta
yolu bulmaya çalışma bazen sandığımdan da zor olabiliyor.
Ben
aslında her defasında oğluma güvenmeyi seçiyorum ve çoğu zaman istemediği şeyleri
yapmamaya devam ediyorum. Kendisi küçük olabilir ama o benim gözümde
bir birey ve kişisel tercihlerinde saygıyı hak ediyor. Kendisiyle konuşulunca,
anlatılınca yapmaması gereken şeyler konusunda çoğu zaman sonuç da
alabiliyorum. Benim ona güvendiğim kadar ancak onun bana güvenmesini sağlayabilirim
diye düşünüyorum. Konuşarak, anlatarak, ve bazen de inatla mücadele ederek
kendi isteklerini yapması (eşime göre yaptırtması), onun aslında her defasında
kazandığı küçük zaferleri ve tabii yine bence bu küçük ama onun için son derece
önemli bu zaferler onun özgüveninin yapı taşları olacak. Oğlumun nasıl ki
potansiyelini sonuna kadar kullanmasını ve vizyon sahibi olmasını istiyorsam,
kendisiyle barışık, kendisine güvenen ve mutlu biri olmasını da istiyorum. Bu
nedenle de çocukluğunun alabildiğince mutlu ve alabildiğince özgür geçmesini
istiyorum. İşte zaten tam bu noktada karşımıza disiplin kavramı çıkıyor.
Disiplin hani sanki çoğunluk için terbiye amaçlı bir baskı, bir cezalandırma ile
eş anlamlı sanki. Oysaki en yalın, en basit anlamıyla tutarlı olmaktır disiplin.
Eşimle en çok tartıştığımız konuların belki de başında bu konu gelmekte. Ortak
fikirlerimiz çok şükür ki var ama buna karşılık ayrıştığımız bölümlerde az
değil hani. O beni fazlasıyla özgürlükçü buluyor. Bu kadar demokrasi bu yaştaki
çocuk için fazla diyor. Benim empati yeteneğim eşime göre çok daha gelişmiştir.
Hem oğlumu ve hem de eşimi anlayabiliyorum ama eşim beni ve oğlumu anlamaktan
bir miktar uzak kalıyor. Benim sabrım çok fazla iken eşimin daha bir sınırda
gibi kalıyor. Bu iki çok önemli kişisel özellik de ister istemez
fikirlerimizdeki farklılıkları oluşturuyor. Oğlum ile daha annesinin karnında
konuşmaya başladım, hala da susmuş değilim, açıkçası susmaya pek niyetimde yok.
Ben her şeyin konuşarak, açıklanarak öğretilebileceğini savunuyorum. Bunun
içinde sabrımın sonu genelde olmuyor. Onu anlamaya çalışıyorum. Eşim ise bir
miktar bunu yapıp sonuç almazsa faşist rejime dönelim diye tutturuyor. Daha
katı olalım derken ben demokratik ortamın devamından yana oy kullanıyorum ve bu
da çoğu kere tartışmaya neden oluyor. Ben ise oğluma zoraki hiçbir şey
yaptırmak istemiyorum.
Oğlumuzun
en önce mutluluğu ve sonrasında belirli bir disiplini sağlayabilme adına
yapmaya özen gösterdiğimiz en önemli konu öngörülebilen, tahmin edilebilen,
beklenen bir günlük rutin yaratmak. Bunu aslında eşim yarattı ama ben de destek
olup bunu gerçekleşmesi için uğraş veriyorum. Koşulsuz sevgi ve “güvenlik her
şeyden önce gelir” bizim ikimizin de olmazsa olmazı. Elektrik prizini ellemesi
ya da camdan eşyalarla ya da kalem elinde koşması zinhar yasaktır mesela. Anlayacağınız kendimize
göre bir dengemiz var. Yemek yemediği zaman zorlamıyoruz ama dişlerini mutlaka
istemese de fırçalıyoruz. Evlilikteki başarı
eşlerin aslında birbirlerini ne kadar tamamladıkları ile orantılı. Bir şekilde
çok şükür biz birbirimizi tamamlamayı bildik bu sürede ya da belki birbirimizi tamamladığımız sanısını yaşıyoruz.
Üç
kişilik ailemizin ışığı, aydınlığı, geleceği, her şeyi ise dün itibariyle 4
yaşını tamamlayıp 5 yaşından gün almaya başladı. Sabah son derece doğal ve sıradan bir şekilde çok
erken başlanan gün muhteşem devam edip çok şükür ki huzur içerisinde sona erdi. Doğum günü
için oğlumuza bir parti düzenledik. Hemi de evde de değil. Okul arkadaşları, aile, eş dost derken doldu taştı
kiraladığımız yer. Otuzu aşkın çocuk bir anda kurtlarını dökmeye karar verirse
nasıl bir kaos oluşur tahmin bile edemezsiniz. Bağrışmalar, gülmeler, koşuşturmalar, tartışmalar, düşüp
ağlamalar, ne ararsanız vardı. Eşim ve ben davetlileri kapıda karşılayıp gün
boyunca ilgilendik durduk. Görseniz hani sanki düğünümüz var sanırdınız. Organizasyonun gerçekleştiği yerde çalışan ve tüm bu kaosu
yönetmekten sorumlu iki tane abla ise yeterden çok ama çok uzaktı. Bir panik baba olarak
özellikle partinin kaza ve ağlama ihtimali en yüksek olan son zamanlarında
sürekli bir üçüncü kuvvet olarak yanlarındaydım çocukların. Oğlum atlama!, çıkmayın yavrum şuraya!,
tutun sana be evladım!, koşma! kime diyorum? diye koşturup durdum çoğu kere çaresizce ama yılmadan ve ne yaptığını bilmeden. Toplamda bir
baş şişmesi ve iki ağlama ile partiyi çok şükür hani neredeyse sıfır büyük
sorunla tamamladık.
Tabii
benim size yalnızca bir paragrafta özetlediğim partinin bir öncesi vardı ki
anlatılamaz. Anlatılsa da satırlar yetmez. Başta parti yerinin seçimi vardı ki
oldukça zamanımızı tüketti. Hani görseniz ya da duysanız tüm bu araştırma ve
çabanın ekonomik olanı bulmak için yapıldığını sanırsınız. Keşke öyle olsaydı
ama yok efendim neredeeee, sanki amaç en pahalısını bulabilmekti. Merak
buyurmayın, bulduk da. Oğluma feda olsun o ayrı. Pasta seçimi, yaptırılması, tuzlu seçimi derken son günlerdeki tüm
uğraşmalarımız bu parti için oldu çıktı. Ama belki de en büyük zamanı artık yeni dönemde adet olduğu üzere gelen
çocuklara geldikleri için vereceğimiz hediyeleri seçmekte harcadık. Eskiden
doğum günlerinde doğum günü sahibi toplardı tüm hediyeleri. Günün prensi ya da
prensesi olurdu. Herkes onunla ilgilenir, hediyeler verilir, omuzlara alınırdı.
Biz böyle gördük, böyle bir psikoloji ile büyüdük. Meğer zaman içerisinde işler
değişmiş. Zayıf psikolojimin nedeni de bu şekilde anlaşılmış oluyor. Psikolojik
sebeplerden tüm çocuklara hediye almamız gerekiyormuş. Ne anladım ben bu işten. Kardeşim keşke bir centilmenlik
anlaşması yapmış olsaydık da kimse kimseye bir şey almasaydı, pastamızı talan
edip dağılsaydık. Sen misin bana hediye alan, al bakalım sana hediye tadında
bir gün oldu. Hem biz para harcadık ve hem de gelenler ama inanın biz çok daha
fazla harcadık. Pastadaki içerik seçimi, üstünün süslemesi, getirilmesi,
kesilmesi meğer füzyon bile bu kadar zor
değilmiş. Bizim zavallı doğum günlerimizi düşünüyorum da nice senelerimizi
mahalle pastanelerinden alınan bol kekli az çikolatalı pastalarla heba etmişiz. Bir de böylesi organizasyonların olmazsa olmazı pinyatamız vardı ki şaşarsınız, gören duyan da bizleri Meksikalı sanır.
Bir
Pazar öğleden sonrasını oğlumla, eşimle ve onlarca kişi ile beraber geçirdim.
Oğlumun yeni bir yaşa girmesine tanıklık ettim. Bir yaş daha büyüdü. Kendisini
yalnızca 4 senedir tanıyoruz. 4 sene önce hayatımıza katıldı ve çok da iyi
yaptı. İyi ki bizi seçti. Ondan öncesi meğer yalnızca boş geçen yıllarmış.
Hayat bizim için onunla başladı. O bizim yalnızca kanımız, canımız ve bir
parçamız değil. O bizim yaşam sevincimiz. Neşemiz, kahkahamız. Gözlerimizdeki
ışık, aydınlığımız. O bizim nefesimiz. Gün ışığımız. Mutluluğumuz. Huzurumuz.
Sağlığımız. O Tanrıdan gelen bir armağan bizlere. O bizim hayatımız.
Her şeyimiz. Onu çok seviyoruz.
Oğlum!
Canım oğlum! Benim yakışıklı, iyi kalpli, birtanecik oğlum! Nice mutlu güzel
yıllara... Dilerim şansın da bahtın da hep açık olur! Doğum günün kutlu olsun!
Akşam
belki de doğum günü bir miktar daha sürsün diye bir türlü uyumak istemedi. Oldukça geç
saate kadar da dayandı. Ama sonrasında pes etti. O kadar masum, o kadar
huzurlu, o kadar mutlu ve bir o kadar
tatlı uyuyordu ki ben kişisel olarak doğru yolda olduğumu hissedebiliyordum.
Üzerini örtüm ve ilk bebeğimin, eşimin, yanına gittim.
Beni epey gülümsetti bu yazın (hatta sarılma ve doğum günü hazırlığı kısımlarında gülümsemem kahkahaya dönüştü) :)))
YanıtlaSilOnlar bize armağan gerçekten de. Hem özel, hem çok kıymetli birer armağanlar :) Ne mutlu bizlere!
"Yakışıklı, iyi kalpli, birtanecik" küçük adama mutlulukla, keyifle ve bunları paylaşacağı ailesiyle geçireceği güzel bir ömür dilerim. Nice güzel yıllara!
Sevgiler ;)
Ne zamandır yorum yazmıyordun. Yorumunu görünce çok sevindim :)
YanıtlaSilYazıyı beğenmene sevindim. Şaka bir yana bizim için hem öncesi ve hem de söz konusu gün oldukça keyifliydi. Zaten oğlum ile ilgili her şey bizim için son derece keyif verici oluyor :)
Gerçekten de ne mutlu ve ne şans bize ki onlarla beraberiz ... Hem oğlum ve hem de ailem adına teşekkürlerimi sunarım.
Selam ve sevgilerimle,
Yine çok güzel ve bol gülümsetmeli bir yazıydı...teşekkürler...tatlı oğlunuz ile birlikte nice sevinç ve mutlulukları yaşayacağınız nice güzel zamanlar diliyorum ben de...doğumgünü kutlu olsun...sağlık huzur ve başarı dolu bir ömrü olsun...Sevgilerimle...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim hem oğlum ve hem de tüm ailem adına...Ayrıca yazım ile ilgili güzel yorumlarınız için de ayrıca teşekkürlerimi sunarım.
YanıtlaSilSevgi ve saygılarımla,