Sıkıntılı hem de çok sıkıntılı bir dönem geçirmekteyiz. Suriye’de yaşanan olayların bir görünen ve bir de görünmeyen bir kısmı var gibi. Hani sanki görünen kısım buz dağının görünen kısmıymış gibi inandırıcılıktan bir hayli uzak gözükmekte. Demokrasi tutkunu ülkelerin Irak ve Bosna’da unuttukları insaniyetlerini aniden hatırlayıp uğruna yaptıkları mücadele gibi. Görünmeyen kısım ise tabii ki bir enerji savaşı: Güney Akdeniz’de bulunan doğal gaz kaynağına kim ya da kimler nasıl sahip olacaklar. Bir çok devlet sıraya girmiş gibi beklemekte. Bölgede herkes bir şekilde tatbikat yapmakta. Çin ise donanmasını geliştirmekte. Oyunda kimler var kimler. Zavallı Suriye halkı ise aynı Irak’ta olduğu gibi yalnızca bir piyon gibi ölümü beklemekte. Vurulacaklar ve cansız olarak yere düşecekler. Eşleri, dostları, çocukları arkalarından belki ağlayacak belki ağlamaya bile fırsat bulamadan onlar da tarih sahnesinden çekilecekler. Bu kadar mı değersizler? Evet bu kadar değersizler. Birileri sözde sahip olduğu vatandaşını düşünerekten ve aslında o vatandaşının daha iyi koşullarda yaşamasını öne sürerekten onları bu kadar değersiz görebilmekteler. Karışıklık işine yaradığı için karışıklığı yaratanlar mı daha suçlu yoksa onların ağına düşüp karışıklık için tetik çekenler mi daha suçlu benim için hiç önemli değil. Önemli olan birileri yalnızca birileri daha refah içerisinde yaşasınlar diye ölmekte.
Görünen kötü bir gidişata doğru yol aldığımız. Umarım
yanılırım ya da enerji kaynağı sandıkları kadar büyük çıkmaz. Aksi durumda biz
de oyunda yer alacakmışız gibi görünmekte. Komşularla sıfır gerginlik bu olsa
gerek. İşin ilginç yanı kafa tuttuğumuz ülkeler enerji kaynaklarını bir kapatsa
üretim bile yapamayacak olduğumuz.
Yukarıda girişini yaptığım sebebe bağlı olarak almış
olduğumuz pozisyona tepki olarak gelen Arap turistlerde Suriye ve İranlıları
göremiyoruz. Diğer milletlerden araplar ise akın akın ülkemize gelmekteler. Yer gök arap oldu çıktı ülkemizde. Belki de tek başına bunu sağlayan Kıvanç Tatlıtuğ’ya ülke olarak
teşekkürlerimizi sunmalıyız. Benim izleme şansına sahip olmadığım Gümüş adlı
dizi meğer bu diyarlarda izlenme rekorları kırmaktaymış. Tabii yalnızca bu dizi
değil bunlar gibi diğerleri sayesinde ülkemizin tüm güzellik ve özellikleri
gözler önüne serildi. Sonrası zaten çok kolay oldu. Bu özelliklerden belki de
en önemlisi laik, demokratik bir Müslüman ülke oluşumuz. Yıllarca laik bölümü ön plana çıkarılmış ve %98
nüfusu Müslüman olan halk ifadesi tercih edilmişti. Günümüzde ise demokratik ve
Müslüman bölümleri daha bir parlatılmakta, laik kelimesi yerini sekülere
bırakması için girişimler yapılmakta. Mümkünse hatta çok mevzu bile
edilmemekte. Laik, demokratik bir Müslüman ülke olmak
tüm dünyada aynı zamanda ilk ve tek olmak da demek. Arapları ülkemize getiren
başka bir ifadeyle aslında hayat tarzımız. Sahip olduğumuz özgürlükler. Ya da
en yalın ifadeyle laik ve müslüman kelimelerinin dengeli olabilmesi. Eğer
birisi ağır basarsa ve denge bozulursa bu cazibe merkezi olma durumumuz da bir
son bulur.
Ramazan ayında eğer
alışveriş merkezlerinde öğle yemekleri yenilebiliyorsa ve yemeklerini
bitirenler koltuklarını iftar için ötekilere
değil, kardeşlerine, komşularına, arkadaşlarına, sevdiklerine
devredebiliyorlarsa o ülkede denge sağlanmış demektir. Ülkemiz inancın her bir derecesinin
yaşanabildiği bir ülke olduğu için değerli, özel ve tektir. 11 ay içki içip
Ramazan ayında içmeyen niceleri vardır aynı namaz kılmayıp bu kutsal
ayda niyetlenenler gibi. Hac görevini sürekli ötelerler ama zekatlarını hiç
aksatmazlar. İçimiz iyidir ve genelde sevgi doluyuzdur. Dinimizi farklı farklı
derecelerde uyguluyor olsak da yoktur aslında birbirimizden çok farkımız.
Hepimiz ulu bir dağın üzerlerindeki taşlarız. Farklı faklı, çeşit çeşit ama
hepimiz o dağı meydana getiren unsurlarız.
Bütünü meydana getiren zerreleriz.
İçinde bulunduğumuz bu çok özel ayın, tüm ötekileştirme
çabalarına inat, bizleri tekrar birleştirmesi dileklerimle ...
Zavallı ortadoğu, her daim bu halleri yaşıyor maalesef. Olan orada yaşayan halka oluyor, o insanlar da elbette dünyanın "büyük ülkeleri"nin umrunda bile değil :(
YanıtlaSilYazının sonundaki dileğine yürekten katılıyorum. Her zaman kutuplaşma ve ayrışmanın olduğu, son zamanlarda bunun daha da belirginleştiği ülkemizde ne kadar da iyimser bir dilek aslında, değil mi?
Çeşitli endüstriyel karteller ve onların emirlerindeki ülkeleri yönetenler için birer hiçiz hepimiz. Bu durum canımı çok sıkıyor olsa da yapabileceklerim hemen hemen bir hiç olduğundan çok düşünmemeye çalışıyorum. Dilerim biter demek bile çok naif bir dilek olmaktan öteye geçemiyor maalesef.
YanıtlaSilEvet dileyelim de içimizde en azından bir bütünleşme sağlanabilir de bugünlere kadar varlığını çok bilmediğimiz ötekileşme kavramından uzaklaşabiliriz.
Mesajın ve yorumun için çok teşekkürler.