Bu Blogda Ara

17 Şubat 2014 Pazartesi

Ödem dolu karanlık geceler 2

Bol sucuklu yumurta... Hatırlarsanız bir önceki yazım bu leziz yemekle sona ermişti. Sonrasında ne mi oldu? Ben yine tıpış tıpış odama geri döndüm. Sonrasındaki bir kaç gün, sancılı ve raporlu bir şekilde yine yatakta yine tavanı seyreder vaziyetteydim. Yine bir önceki yazıda olduğu gibi ne gücüm vardı yataktan çıkacak ne de isteğim. Moral de gitmişti, neşem de mutluluğumda. Arada bir içtiğim salep zaman zaman beni mutlu etse de sıkıntım bir hayli fazlaydı. Tek eğlencem ise tüm bu olayların 17 Aralık tarihlerine denk gelmesiydi. Ortalık flaş haberden geçilmiyordu ve ben hiç bir dönem olmadığı kadar tüm bu haberleri takip edebildim. Hoş ettim de ne oldu? Başım göğe mi erdi? Ettim de bir işe mi yaradı? Koca bir hiç ama yazının konusu bu olmadığından sıkıntılarımı yine içime atıp başımdan geçenleri anlatmaya devam edeceğim.

Tahmin edebileceğiniz üzere bundan sonraki aşama zor hem de çok zor oldu. Siz hiç iki büklüm, acılar içerisinde işe gitmek durumunda kaldınız mı? Ne yalan söyleyeyim ilk iş günleri acıyla geçti. Ne oturabiliyor ne de yürüyebiliyordum. Araba bile kullanamıyordum. Tüm gideceğim yerlere sağ olsunlar arkadaşlarım gönüllü olarak alıp bıraktılar beni. Acınacak haldeydim. Sürekli belimde bir acı ile yaşamaya başladım. Yine böyle acılarla dopdolu iken doktorun talimatları sonucunda fizik tedaviye ya da daha bilimsel ismiyle fizyoterapiye başladım. Öncesinde ufak bir araştırma yaptığımdan başıma gelecekleri hemen hemen biliyordum. Belim ile ilgili fonksiyonel hareketleri geri kazandırma amaçlı olarak vücuduma elektrik akımı verilecek, duruma göre sıcak duruma göre soğuk uygulama (çok şükür benim şansıma sıcak düşmüştü) yapılacak, tüm bu süreç masaj ve egzersizlerle desteklenecekti.  Desteklendi de. Bugün çok şükür günlük hayatın içerisindeysem bu süreç sayesindedir.

Amerikan filmlerinin acil servislerindeki gibi büyükçe bir oda sağlı sollu olarak ufak bölmelere bölünmüş ve her bir bölme perdelerle birbirlerinden ayrılmışlardı. Beni işte böylesi odacıklardan birinin içine buyur edip, sen kendine bir içki koy, ben de üzerime rahat bir şeyler giyip geleyim tadında siz soyunun fizyoterapistiniz birazdan gelecek dediler. İlk aklımdan geçen hımmmm burayı seveceğim galiba düşüncesi oldu. Yine böyle düşüncelerin geçtiği bir masaj öncesinde gelen masör (ben bir masöz beklemekteydim) ile tüm hayallerim yıkılmıştı. Tarih tekerrürden ibarettir derler ya gelecek olan kişiyi bilmediğimden bir anda irkildim. Sonuçta Türk erkeği soyunmayı pek sevmez. Yavaş yavaş hareketlerle üst tarafımı çıkardım. Bu kadarı yeterli olmalıydı. Pantolon benim özelimle aramdaki koruyucumdu ve sağlık nedenleriyle bile olsa ondan vazgeçmek niyetinde değildim.

Sonunda fizyoterapistim teşrif ettiler.  Çok şükür gençten bir bayandı. Yüzüstü uzanmamı söyledi. Yattığım yer spa merkezlerindeki o rahat masaj olmadan bile uyunası yataklar gibi değildi. Paradan tasarruf için midir bilemem oldukça sert zeminli yataklardı. Zaten sırf bu nedenle isterseniz yastık koyup üzerine yatın diye uyarıda bile bulundu fizyoterapistim. Ben gerek görmediğimi söyledim. Ne olabilirdi ki. Dayanabilirdim. Ben bir erkektim. Acı benim için önemli olmazdı. Oldu canım, iki de çay söyle istersen. Ertesi akşam (bir kez daha yastıksız yatmam sonrasında) göğüs bölgemde sürekli bir ağrı hissettim. Bir anda çok doğal olarak yaşım da uygun olduğundan kalp krizi geçiriyorum sandım. Sonra her iki bölgenin de ağrıdığını fark edip rahatladım. Böylesi sert zemin üzerinde geçirdiğim zaman sonrası resmen bu bölgedeki yerlerim incinmişti ve ağrı yapıyordu. Neyse biz tekrar ilk güne geri dönelim. Gençten bayan belimi iyice açığa çıkardı ve soğuk , kıvamlı bir sıvıyı bel kısmıma bolca boca etti. Hareketleri ne iş yaptığını biliyor kararlılığında idi. Bir yandan da nasıl böyle bu hale geldiğimi soruyordu. Benim gibi değildi, hem iş yapıp hem de sohbet edebiliyordu yani. Sonrasında o kıvamın üzerinden bir aletle ki ben sonradan ultrason cihazı olduğunu öğrendim, kulağımın işitemeyeceği kadar yüksek frekanslı ses dalgaları vermek suretiyle belime masaj yapmaya başladı. Ses de sonuçta bir enerji türüydü ve cisimlerin titreşimi sonucunda meydana gelmekte. Korunumu yasasından hareketle de taaa dış uygulamalarla ulaşılamayacak yerlere bu akustik dalgalar sayesinde ısı verilmeye başlandı.

Yaklaşık bir on dakika sonrasında çalan ve bu kez duyabildiğim bir uyarı sesi ile masaj bir son buldu.  Sonrası insanın kendini kötü hissettiği bir şeydi. Elinde bir kağıt havlu ile belime sürdüğü kıvamlı cismi silmeye başladı. Kendimi tekrar bebekliğe dönmüş gibi ya da hadi size doğruyu yazayım yaşlanıp da tuvaletini tutamayan bir kişi gibi hissetmeye başladım. Hani dışa vurum sonrası beni temizlemeye çalışan bakıcı gibi gördüm bir anda onu. Umarım böylesi bir durum ileride başıma gelmez.

Bu ruh halini üzerimden daha atamamıştım ki üzerime kablolar bağlanıp içi sıcaklık barındıran ve hiç de hafif sayılmayacak bir yastık belimin üzerine koyuldu. Hemen akabinde de elektrik akımı verilmeye başlandı. Milyonlarca karınca bel kısmımda rezonans olmuş bir şekilde yürüyüşe geçmişlerdi sanki. Aslında yürüyüş de değil de oldukları yerde sayıyor gibilerdi. Karıncaların bu çilesi 20 dakika sürecekti. Karıncaların dinlenmeye geçmesi sonrasında muhtemelen SPA’da çalışacağı yalanlarıyla kandırılıp uzakdoğunun bağrından koparılan bir bayan, masaj için odacığıma teşrif etti. Masaj yalnızca 10 dakika sürüyordu ama ben her defasında yattığım oldukça sert zemine rağmen uykuya dalacak kadar gevşiyordum. Ne işi vardı onun burada hala anlamış değilim. Param olsa onu özel masözüm olarak sürekli yanımda tutardım.

Masöze yarı uykulu bye dedikten sonra doğaldır giyinmeye başladım. Bu kadar çıplaklık yeterli olmalıydı. Masajımı da olmuştum. Teşekkür edip gidecektim. Öyle olmadı efendim. Fizyoterapistim yine odada beliriverdi. Giyindiğimi görünce pek mutlu olmadı hatta şaşırdı da. Meğer daha yapılması gereken sportif hareketlerimiz varmış. Lafı uzatmayacağım utanmasam ağlayacak kadar canım yandı. Basketbolcu olması beklenen kaslarım meğerse cüceymişler. İyi de bunda benim ne kabahatim var. Tanrı onları öyle yaratmış. Yaratılanı hoşgör yaradandan ötürü diyecektim ki kazın ayağının öyle olmadığı açıklandı. Çalışma belki 20 dakika sürüyordu ama ben her defasında ter içinde kalıyordum. Bugün artık usta birer basketbol oyuncusu olan kaslarımla gurur duyuyorum. No pain no gain dediklerini ben bizzat yaşayarak öğrendim. Bir çok defa çığlık atıp yandım Allah diyecektim ama fizyoterapistimi zor duruma sokarım diye hep frenledim kendimi her defasında.

İlk gün çalışmasının sonunda fizyoterapistim yarın size bir şort verelim pantolon ile zor oluyor dedi . Bu bir dönüm noktasıydı aslında. Yerimde sıkı durup asla diye bağırmalıydım ama başıma geleceklerden habersiz kafa sallamakla yetindim. Ertesi gün gerçekten de üzerinde ismim yazan bir torbanın içersinde bel ve bacak kısımları lastikli mavi bir şort verildi. Vücudumun şekli  bir zamanlar iyi idi. Beğenirdim, beğenenler de vardı ama son 20 yıldır kötü konumunu hep korumayı başardı. Yine de mavi şort sonrası ben ben olmaktan çıkmıştım. Mavi şortlu yaratık tadında ve çaresizliğinde odacığımda kalakalmıştım. Mavi şort bir çok şeyi rahatlaştırmıştı. Pantolonun yarattığı doğal koruma şekli şemali olmayan zavallı bir şortla son bulmuş ve ben adeta çatalı ile yedi düvele nam salmış muslukçu kıvamına gelmiştim. Bu savaşta yenilmiş, çatalımın görünmesini engelleyememiştim. Gelen gördü, giden gördü. Odacığım doldu taştı, görmeyen kalmadı.

Odacıklar perdelerle ayrılmış olunca doğal olarak her bir odacıktaki konuşma diğer odacıkta konuşuluyor gibi duyulabiliyordu. Size peşinen tek diyebileceğim 15 seans gittim ve tek bir seansta bile sıkılmadım. Böylesi istemeden de olsa kaçak duyumlar elde ettiğimden her duyduğumu yazmayacağım ama ben de yer etmiş bazı konulara da değinmeden de geçemeyeceğim. Bölüm toplam da 3 fizyoterapistten, 1 masözden (hoş ben sanki bana ilk gün masaj yapan ile diğer günler yapanın farklı olduğunu hep düşündüm ama emin de olamadım hani) ve 2 yardımcı roldeki ablalardan oluşuyordu. Ve tabii bölüme renk katan bir de biz hastalar.

En renkli kişilik dalında bir numaralı ödül tabii bence meslekte 20 yılını çoktan devirmiş, bu işi para için değil ama insanlara yardımcı olmak adına yapan, Kemerburgaz’da oturan bir ablaydı. Motivasyon yöntemi kesinlikle çok farklı ve sıra dışıydı. Eski Doğu Alman antrenörlerini muhtemelen kendine örnek almıştı. Sertti. Ödün vermiyordu. AÇÇÇÇÇ, KAPAAAA, İTTTT, ÇEKKKK, TUT ORADA gibisinden kesin talimatlarla hastayı bir anda çepeçevre sarıyor ve hastanın ama ağrıyor, ama titriyor gibisinden boş ve bir o kadar anlamsız yakarışlarını yok kabul ediyordu. Hakaret dolu bir şikayet mektubunu Sevgiler diye bitirmek nasıl komik kaçarsa, bu ablanın da sert emir komutları sonrasında kullandığı Bitanem kelimesi de bir o kadar komik kaçıyordu. Bazen dozu kaçırıp bak sen aynı böyle yürüyorsun gibi taklitleriyle oldukça farkındalık yaratıyordu. Çok şükür benimle çalışmadı. Birbirimizi kesinlikle çok kırardık.

Diğer bir abla ise Bayan Canım’dı. Ben cümlelerin arasına onun kadar canım lafını sıkıştıranı görmedim. Kendisi nokta, virgül yerine canımı tercih ediyordu. Tercih onundu tabii. Bir de bir hasta bir abla vardı. Şivesi nereli olduğunu hemen belli eden cinsten. Bir seansta bana elektrik verildiği 20 dakika süresince yan odacıkta oğluyla beraber alacakları ayakkabıyı konuştular. Konuştular dediysem füzyon konuşmuyorlardı. Oğlundaki ayakkabının aynısından kendine de istiyordu ve konuşmalarından anladığım ayakkabının 2 farklı rengi vardı: yeşil ve mor. İnanın 20 dakika süresince sınırlı parametreli (aynı ayakkabı, 2 farklı renk ve ayakkabı ölçüsü) bu konuyu konuştular. Bir ara üzerimdeki akımları söküp, yan odacığa dalıp, ablam 37 numara mor renkli ayağındakinden istiyor diye bağıracaktım. İşin ilginci sonradan yeşil renkte olanı giydiğini öğrendim. Muhtemelen son anda karar değiştirmiştir.

Son bir kaç kelimede fizyoterapistim  için etmek isterim. Çok ama çok şanslıydım; benim fizyoterapistim süperdi. Daha yeni mezundu. Bu işteki tecrübesi bir yıl bile değildi. Olaya meslekte geçirdiği yıl bakımından yani nicelik olarak bakacak olursanız çömezin tekiydi. Ama işte o olayın nicelik değil nitelik olduğunu gösteren kişilerdendi. Hani farklı olup fark yaratanlar vardır ya benim fizyoterapistim diye söylemiyorum ama işte öyle kişilerdendi. Mesleğinin başındaydı ama ne sorsam mantıklı bir cevap alabiliyordum, işinin ehliydi. Oldukça titiz, takipçi, nazik ve bir o kadar da kendinden emindi. Kaslarımın kopacağına adeta emin olduğum zamanlarda bile zorla dese zorlamaya devam ediyordum. Biliyordum kopmazdı çünkü o kopmayacağını söylemişti bir kere. Cüce kaslarım sayesinde sırım gibi oldular. Beni bayağı bir terletti, canımı da acıttı ama gerekliydi. Sayesinde bir hayli düzeldim. Geçmez dediğim acılarım oldukça azaldılar. Mesleğinde çok başarılı olacağını biliyorum, dilerim olur da.

İşte böyle.  Bir kar savaşı yapalım dedik ve karşılığını mislisiyle gördük. Siz siz olun savaştan kaçın. Savaşın kazananı olmuyor.  Tek bir gerçeği de siz siz olun sakın ama sakın unutmayın: Her şeyin başı sağlık.


 Bol sağlıklı mutlu, huzurlu günler dileklerimle ...

0 yorum:

Yorum Gönder