O gün aslında her şey ne de güzel başlamıştı. Uzun zamandır
beklenen kar yağışı başlamış, etraf bir anda bembeyaz olmuştu. Dışarıda olanlar
için pek olmasa da bizim için etraf bir anda romantikleşmişti. Çalıştığım firma
rahat rahat evlerimize dönebilelim diye paydos saatini hatırı sayılır bir
oranda geri çekmişti. Tüm bunlar bir yana Galatasaray bir önceki gün başladığı
işi başarıyla tamamlamış ve Juventus gibi bir devi elimine edip bir üst tura
adını yazdırmıştı. O gün aslında her şey o kadar güzeldi ki maçın tek golünü
bile eve yetişip kendi televizyonumdan oğlum kucağımda seyretmiştim. Dedim ya o
gün her şey o kadar güzeldi ki taçlandırılmalıydı. İşte bu nedenle iyi b..
yiyip, oğlumla eşime hadi aşağı inip kar
topu savaşı yapalım dedim. Yaptık da. Çok da eğlendik. Oğlum ve karımın
içten gülüşlerini seyretmek başlıca bir mutluluk kaynağı zaten. Eve çıktık.
Ayakkabılarımı çıkardım. Paltomu çıkarırken bir şeyler şüphelenmeye başlamıştım
ama hiç dokundurmadım. Odama girip üstümü değiştirirken bir şeylerin ters gitmeye
başladığı anlamıştım. Anlamak da zor olmamıştı zira belim de büyük bir baskı,
basınç ve sancı hissetmeye başlamıştım. Canım hem de bir anda ve hiç bir şey
yapmamışken öyle bir ağrımaya ve beni hareketsiz bırakmaya başladı ki ilk
hissettiğim şaşırma olmuştu. Yavaşça kendimi yatağa bıraktım. En başta bizzat
ben, şahsım, kendim olarak olanlara bir anlam verememiştim, siz bir de
evdekileri düşünün. İnansalar ve bana hakkettiğim üzere hizmet etmeye
başlasalar bir türlü, inanmayıp hadi canım sen de deseler bir türlü. Çok şükür
ki doğru olan oldu ve ben yatmaya başladım. Yapılan servisin kalitesine rağmen
güzel başlayan ve güzel devam eden gün bulutlanmıştı artık.
Geçtiği onca filtre sebebiyle oldukça hijyen olmasına
rağmen, toplum tarafından hak ettiği saygıyı yeterince görmeyen ve dahi işe bile
yaramayan içinizdeki sıvı atıklarını siz hiç pet şişesine tahliye ettiniz mi?
Bu dönemde hayat bunu da tecrübe etmemi istedi ve ben de ettim efendim. Bırakın
banyoya gitmeyi yatakta sağdan sola dönemiyordum bile. Güç bela nefes nefese
kalarak ve büyük acılarla doğrulup yine güç bela pet şişeye tahliye işlemini
gerçekleştiriyordum. Gerek bu işlem ve gerekse eşimin çoraplarımı giydirmesi ve
dahi çıkarması evdeki karizmamın tükendiği an olarak kişisel kayıtlarıma geçmiştir.
Ama siz siz olun yine de bu iki işlemin başınıza gelebilecek en kötü olay
olduğunu düşünmeyin. Başınıza gelebilecek daha da kötü şey, içinizdeki sıvının
pet şişenin alabileceği hacimden çok daha fazla birikmiş olması. Çektiğim
acıdan ve olayın zaten yeterince sevimsiz olmasından sebep ben tahliye işlemini
tutabildiğim kadar tutuyordum her seferinde. Doğal olarak bazı zamanlarda ufak
bir pet şişesi tüm tahliye için yeterli olamıyordu. Böylesi berbat anlarda
zorunlu olarak tahliye işlemini sonlandırıp bu
seferlik bu kadar yeter mantığı içerisinde ve yine ağrılar eşliğinde
yatağımdaki yerimi alıyordum.
Çarşamba yatışım sonrasında Perşembe biraz hava şartlarından
biraz da yatayım nasılsa geçer
vurdumduymazlığından evde kaldım. Cuma günü sabahı değişen ve geçen hiç bir
şeyin olmaması sonucundaki karamsarlık ve dehşetimden hastanenin yolunu
tuttuk. Hastane girişindeki tekerlekli sandalyeye oturmam mecburiyeti durumun
vahametini gösterir nitelikteydi. Acil kısmından bu şekilde girişim doğal
olarak tüm dikkatleri üzerime topladı. Kısa bir ilk kontrol sonrası konu ile
ilgili bir Prof.’a gönderildim. Oysaki ben bir iğne yapıp beni düzeltirler
sanıyordum. Oysaki çilem daha bitmemişti. Yaşarken tabuta girmek gibi gördüğüm
MR beni bekliyordu. Sanırım ben de klostrofobi var. Hem sancım vardı ve hem de oradayken
oldukça gerildim. İlk MR’ım değildi ama en çok bu kadar gerildiğim MR’ımdı. MR
neticesinde disk kaymasına bağlı bel fıtığı teşhisi kondu. Bildiğiniz fıtık
işte. Hani bazı hastalıklar alengirli, fiyakalı olurlar, bu bildiğiniz fıtıktı
işte. Sonrasında bana bir serum bağladılar. İçine artık ne koydularsa kalp
atışımı dinlemeye aldılar. Zaman zaman oldukça hızlandı kalp atışım. Meğer
koydukları ilaç narkozda da kullanılan oldukça ağır bir ağrı kesiciymiş, hani
fillere yapılanlardan. İster inanın ister inanmayın serum bitti ağrım bitmedi.
O kadar ödem yapmış vücut. Gören de bir şey kaldırdım çok zorladım sanır.
Bildiğiniz aşağı eğilip kar topu savaşı için kar almaktı suçum.
Sonrasında evime ve yatağıma geri döndüm. Tüm hafta sonu
yine yataktaydım. Zaten ne gücüm vardı yataktan çıkacak ne isteğim. Moral de
gitmişti, neşem de mutluluğumda. Hasta olmak zor zanaat. İnsan asla
iyileşemeyecek gibi geliyor bazen. Her
şeyin başı sağlık diyor başka da bir şey demez oluyorsunuz bir kaç gün
sonra unutacağınızı bilmenize rağmen. Keşke unutmasak, keşke tek gerçeğin bu
olduğunu hep hatırlayabilsek.
Pazartesi işe başlarım diyordum ama ben yine kendimi
Pazartesi sabahı ofis yerine hastanede buldum. Değişen bir şey yoktu. İki
büklümdüm, acılar içerisindeydim. Prof. vah
vah demek geçmemiş dedikten sonra beni Ağrı
bölümüne gönderdi. Bölüm zaten adından belli, ağrıyı kendine arkadaş
edinmiş kişilerden oluşuyordu. Her yer sıkıntısı yüzüne yansımış kişilerle
doluydu. Ben de tekerlekli sandalye üzerinde onlardan biriydim işte. Tek farkım
ben neredeyse ağlayacak bir ruh haliyle aralarına katılmıştım. İlgilenecek
doktor henüz gelmemişti. Öğrendiğimiz kadarıyla trafikte mahsur kalmıştı. Tüm
randevular birbirine girmiş, acı çeken bir çok insan ve onların yanında yer
alan eş, dost, ve akrabaları sıralarını kaptırmamak için aportta beklemekteydi.
Biz o kadar sefil ve bir o kadar da zavallıydık ki bırakın sıramızı kaptırmayı
bizden önceki adam yerini bile bize önermişti. İçimdeki şövalyelikten olsa
kabul etmedim. Sıra bize geldiğinde olayları kısaca anlattık. MR’ımıza bakan
doktor, abim benim, sen hiç dert etme
tadında ve umursamazlığında, eğer yemek
yememişseniz, önce sizi uyuturuz, sonra omurilikten iğne ile girer ödemi yok
ederiz. Üstüne bir de size özel ozon tedavisi yaparız. Nasıl ama? demez mi.
İnanın dedi. Bu kadar soğukkanlılıkla bu zalimce yaklaşımı bana öneri olarak
sundu. Bu kadarıyla korkutmuş olması yetmiyormuş gibi bir de kafatasına girmiş
koca, koskoca bir iğne röntgen resmini bana gösterdi. O noktadan sonra adamo
tam duymuyor, çevremde olanları tam duyumsayamıyordum. Adam konuşmaya devam
ediyordu. ... “riskleri tabii ki de var,
bunları söylemek zorundayım ama bunca senedir başarıyla...” Uzaklardan hem
de çok uzaklardan doktoru duyuyordum sanki. Kafa sallıyordum ama işte öylesine. Ya eli kayarsa, titrerse, ya
hapşırırsa, ya da öksürürüse, o iğne nereye doğru yol alırdı. Diğer yandan
sancım dayanılmaz boyutlardaydı. Bir ara nasıl oldu bilmiyorum, titrer bir ses
tonuyla tamam hemen bugün yapalım şu işi
zaten yemek de yemedim dedim. Eşim şaşkınlık dolu bir ifadeyle bana
bakakalmıştı. Belki de hayatında beni ilk defa bu kadar cesaretli görüyordu.
Doktor tamam öyleyse hemen sigortadan onayları alalım dedi. Eşim beni
kafetaryaya doğru itmeye başladı. Yerleştikten sonra farkında mısın suratın bembeyaz dedi. Tüm kanım bilmediğim bir yere
çekilmişti ve geri dönecek gibi görünmüyordu. Neden dedi? Neden istedin, hem de bugüne? Bir araştırsaydık ... Sonra
babamı arayıp gelişmeleri anlattım. Benzer cümleler ondan da geldi. Neden dedi? Neden istedin, hem de bugüne?
Bir araştırsaydık ... Bir günde bu kadar kısa süreyle aynı cümleleri duymak
bana fazla gelmişti. İnsanların cesaretlerinin bir anda geldiği anlar olduğu
gibi bir anda yok olduğu anlarda vardır. Ne ilginç benim bu gelgit aynı günde başıma
gelmişti. Hemen bir şeyler yemeliyim diye düşündüm. Öyle ya iğne girişini ancak
yemek girişi ile engelleyebilirdim. Bu parlak fikrimi eşime açtım: “Şimdi bol sucuklu bir yumurta yerim sonra
da doktora gidip bol sucuklu yumurta yemekten sayılır mı diye sorarım, ne
dersin?”. Cevabı alıştığım tarz bir laf sokmaktı. Ooo hoşgeldin yine aramıza bay cesaret. Ben de şaşırmıştım bu kahraman gözüpek tavrına. Kırıcı oluyorsun diye sitem edip, esip
gürleyecektim ama onun yerine onu açıklama yapması için doktora gönderdim.
Gelişi ile de hastaneden belimde yine sancılarla güzelce uzaklaştık. Eve kurt
gibi acıkmış bir şekilde girdik. Tahmin edin ben ne yedim? Evet tabii ki de bol
sucuklu bir yumurta.
Anlatacak daha yığınla şey var. Başlarken tek yazı ile
tamamlayabilirim diye düşünüyordum ama olmadı işte. Ağrılı ilk iş günlerim ve
Fizik Tedavi anılarım mutlak surette yazılmalı diye düşünüyorum. Bu nedenle
aranızdan şimdilik ayrılıyorum.
Sizlere ödemden uzak, sağlıklı ve mutlu bir ömür dilerim ...
0 yorum:
Yorum Gönder