Büyük, karışık ve hatta
komik ilişkiler yumağı
Siz
mutfak lavabosunun bozulmasının hayatınızı hem de nasıl kötü etkileyebileceğini
bilir misiniz? Her şey yine eşimin lavabodan kötü bir koku geliyor, bir
tesisatçı çağırıp baktıralım. Bu hayra alamet değildir, bir şeyler yapmalı demesiyle
başladı. Onun öngörüleri genel de çıkar. Başıma bir anda tesisatçı kesildiyse
bir hikmeti vardır bunun. Bununla beraber ben daha tesisatçı arayışlarına bile
başlamadan eşim ve babası hemen karşımızdaki tesisatçıyı çağırıvermişler.
Aslında yaptıkları son derece de doğru zira ben de muhtemelen aynısını
yapardım. Kolaya kaçıp, araştırmadan hemen karşıdaki adamı çağırmak benim
genelde tercih edebileceğim bir düşünce yapısı. Eskiden buna bile gerek
kalmazdı. Sokaklarda tamirciiiii, muslukçuuuu diye bağırıp bizlere
çatallarını umarsızca gösteren orta yaşlı amcalar dolaşır durulardı. Pencere
önünde biraz beklemekle her ihtiyacınız karşılanırdı. Sonra zamanlar geçti ve
günümüzün her şeyin internet üzerinden halledildiği dönemlere gelindi. Biz çoğu
kere düşünün ki gıda alışverişlerimizi bile internet üzerinden yapmaktayız.
Görmeden aldığımız şeyleri bir güzel yer ve içeriz, tesisatçı çağırmışız çok
mu?! Karşımızdaki tesisatçı geldiğinde ben oğlumla oyun oynuyordum. Eşimin
babası çağıranlardan biri olarak sorumluluğu almış ve tesisatçının yanında
mutfaktaki doğal yerini almıştı. Herkes halinden memnundu. Böylesi durumlarda
ben ortalığı bulandırmayı zinhar istemem. Biri beni çağırana kadar, ya da
birileri şikayet içeren tatlı lakırtılara başlamadan yaptığım işlere hep devam
ederim. Yine böyle devam ettim. Zaten dünyanın en keyifli işini yapmaktaydım;
oğlumla zaman geçiriyordum.
Bu
arada mutfaktaki ahali giderek kalabalıklaşıyor, zaman hızla ilerliyor ama eşim
bir türlü benden para istemiyordu. Buraya bir parantez açmak isterim. Ben gece
gündüz, karda kış ortasında ve soğuğunda, kızılca kıyamette, dur durak bilmeden, stres dolu bir ortamda
çalışır ve çalışmam karşılığında aldığım hemen hemen tüm parayı eşimin (sözde
ortak hesapmış) hesabına gönderirim. O da teknoloji bilgisini ve yeteneğini
kullanıp gelen paranın büyük bir çoğunluğunu otomatik ödemeler için kullanır.
Kalan para ise birikimimiz ve nakit paramız olarak bize kalır. Şimdi bu durumda
ne beklersiniz? Paranın kontrolü eşimde olduğundan nakit çekme ve gerektiğinde
kullanmada onun işi olmalı değil mi? Değil anacığımmm... Benim kredi kartı
geçmeyen ya da kullanmayacağım durumlar için ayırdığım param vardır ve genelde
bu parayı hesabımdan cüzdanıma aktarır ve gerektiğinde kullanırım. Bunu eşimde
bilir ve bu nedenle de para çekmez. Eve su getiren sucuda post cihazı
olmadığından ve eşim para çekmediğinden hayda hoppp giden yine benim param
olur. Dahası evden çıkarken bile yanında nakit olmadığından yine benden para
ister. Ben de ona olan sevgimden veririm her defasında. Doğal olarak
tesisatçıya da para ayırmadığına emin olduğumdan, ben benim rolümün gelmesini
beklemekteydim. Uzunca bir süre sonra ben de sahne aldım ve parasını verdim
adamcağızın. Zavallı ufacık mutfağın daha da ufak ve hatta yine zavallı
klostrofobik lavabo altındaki dar alanına hem iri cüssesini sığdırmaya
çalışıyor ve hem de olmamak için direnen tesisatı ikna etmeye çalışıyordu.
Oldukça terlemiş dahası suratı iyice bir kızarmıştı. Cüsse iri olunca ve hemen
yakınlarımızda da iş yeri olunca bahşiş de ona göre oldu.
Çok
şükür mutfağımızdan kötü kokular gitmiş barış, mutluluk, huzur karışımı bir
hava adeta ete kemiğe bürünüp görünür hale gelmişti. Tüm bu haklı ve ölümsüz
başarıyı başta tesisatçı olmak üzere eşimin bizzat kendisine, babasına ve
operasyonun ortalarında mutfağa kadar gelerek can alıcı yorumlarda bulunan ve
dağılan ortamı toplayan annesine borçluyduk. Ben oğluyla oynayan ilgisiz,
sorumsuz, düşüncesiz ev adamı rolü ile mansiyon kazandım. Bu
başarılı operasyon sonrasında hayat bizim oralarda normale döndü. Bir ya da iki
gün sonra da eşimin ailesi yavaş ve yaşanası şehir İzmir’e döndüler.
Dönüşlerine kadar sessizce ama bir o kadar da haince iki sinsi gün geçiren
tesisat evde tekrar 3 kişi kalmamızı fırsat bilip damlamaya ve tekrar kokmaya
başladı. Skandal!!!! Fiyasko!!! Hatta rezalet!!! Hani kahramanlarımız
neredeler? Hani yapılmıştı bu musluk? Yapılırken başında değil miydiniz?
demek istedim ama sessizliği bilinçli olarak tercih ettim. Ortada
kahramanlardan yalnızca eşim vardı.
Ben sana bir tesisatçı bul dememiş
miydim? diye sevgi ve coşku dolu güzel iltifatlarına başlamaz mı? Hani
sanki ben oldu bitti yapıp ve kolaya kaçıp, araştırmadan karşımızdaki tesisatçıyı
getirmiştim? Yine sanki ben adamın başında durup tamirin başarılı geçip
geçmediğini kontrol etmiştim. Bu kadarı da fazlaydı ama çok iyi biliyordum ki
eşim için fazlalık seviyesine öyle kolay kolay erişilmezdi. Bilinçli sessizlik
yeminim – omerta’m işte bu nedenleydi. Kuzeyden güneye, doğudan batıya haberler
iletildi. Eşe dosta mesajlar atılıp, yardımlar dilendi ve beklenmeye başlandı.
Uzun kahredici bir bekleyişti. Günlerden Cumartesiydi ve hemen ertesindeki gün
Pazardı. Her yerin kapalı olduğu, tesisatçıların tatil yapıp zamanlarını
sevdikleriyle geçirdikleri ve bizim gibi tesisatzedeleri bir taraflarına
takmadıkları kara bir gündü. Bir şeyler yapmalı bir çözüm bulunmalıydı. Mutfak
kahvaltıdan kalan pis tabak, çanaklarla dağınık bir görüntü sergiliyordu.
Dahası hava kötüleşmiş, alenen kokmaya başlamıştı. Öğle yemeği zamanının
gelmesi ortamı daha da çirkinleştiriyordu. Su açılması zinhar yasaktı zira su
hemen alt tarafa geçiş yapıyor ve kendini dolaplara ve zemine bırakıyordu.
Belki açıkta değildik ama açtık, dayanamadık ve öğle yemeğini de yedik. Hayır
pişman değiliz. Oğlumuz için bunu yapmalıydık. Mutfağımız artık bir aile mutfağından çok bir kaç erkek üniversite öğrencisinin yaşadığı bir evin mutfağı gibi olmuştu ve eskiye nasıl dönebilecek miydik artık tam bir soru işaretiydi.
Bir
kaç olumsuz mesaj sonrası tesisatçı telefonları gelmeye başladı. Ama bir mesaj
vardı ki dumur olmama neden oldu. Hali vakti yerinde olanların evlerinde
hizmetli, kahya, aşçı çalıştırmaları gayet normal ve alışılagelmiş bir
durumdur. Hatta araba kullanmak istemeyen hali vakti yerinde olanlar şoför de
yanlarında çalıştırabilirler. Bunu da kıskanmakla beraber yadırgamam. Mesaj
aynen söyledi: “Canım, bizim tesisatçı R. çok iyidir. İstersen hemen sana
gönderebilirim”. Bir an anlam veremedim, hatta ne bileyim dalga geçiliyor
sandım ama sonra dumur dalgası derinden ama hızla ve kesinlikle büyük bir
kuvvetle geldi ulaştı bedenime ve düşüncelerime. Evinde tesisatçı barındırmak! Bahçıvanı
bile eski Türk filmlerinde gördüğümden anlayabilirdim ama evin odalarından
birini tesisatçıya ayırmak bana fazla gelmişti işte. Aynı havayı soluyor diye
ve eşime canım diye başlayan mesaj
yazabilme lütfu için saadet mi duymalıydım yoksa kolaya kaçıp kıskanmalı mıydım
ya da makasın bu kadar açık olması sebebiyle kendime ve kadere kızmalı mıydım
bilememiştim. Nasıl yani!!? diye aptalca çıkan ünlem ve şaşkınlık dolu
soru cümlem sonrasında eşim evlerini ve durumlarını anlattı. Normalin çoook
üzeri katlı müstakil boğaz manzaralı evlerinin bir katı çalışanlara aitmiş
meğer. Valla ben de haklılar dedim ama yine Bay R.’yi istemedim evimde.
Aklıma neden bilmem Anamızın ligi ile
Şampiyonlar Ligi geldi. Barcelona ile
Çemişkezek takımlarının birbirlerini kardeş takım ilan etmelerinin ne de güzel
olacağı geldi. Biz kesinlikle farklı bir ligdeydik.
Sonra
gelen mesajlardan bir tanesini değerlendirdik ve bir adamı aradık. Ukalaca bir
ses tonu ile açılan telefon, aracı olan adamın adını söylememle bir anda
dostane bir ses tonuna dönüştü. Çok yoğun olduğunu ama bugün içerisinde
mutlaka bizi ziyaret edeceğini ve bizi mağdur etmeyeceğini ekleyip telefonu
kapadı. Money talk! Beklenmedik üst düzey bir konuşmaydı,
şaşırmıştım. Öyle ya nerede bizim iri kıyım, kırmızı suratlı, lavabo alt
tarafına sığmayan gürbüz tesisatçımız, nerede akademik bir lisanla konuşan
sosyetik tesisatçı. Mahalle arasında bir lokantada et yemekle Nusret’te et
yemek gibi birbirlerinden farklıydılar, en azından öyle bir intiba
veriyorlardı. Hemen akabinde düşündüğüm ise kendini böylesi geliştirmiş bir
ustanın bu işi kaça bitireceği ve benim ona kaç parra bahşiş vereceğim oldu.
Tamam ben nakit taşıyorum ama cüzdanımda, bond bir çantada değil. Taşıdığım
paranın da bir sınırı var. Biz arada rutinimizi bozmayarak İstinye Park
ziyaretimizi tamamladık ve biraz alışveriş yapıp eve geri geldik. Saat 15:00
gibi adam tarafından tekrar arandık. Randevu saatinin teyit edilmesi tadında
oldukça iş bilir, profesyonelce bir konuşma sonrasında bir saat sonra
geleceğini öğrendik. Ben hemen hanımmm, hanımmm, kalk kalk adama bir şeyler
hazırla. Börekler aç, tatlılar yap, çayı demle. Böylesi adamı sırf tamirat
yaptırtıp gönderemeyiz... gibisinden hissiyatımı anlatan sözler ettim.
Cüzdanımı kontrol ettim. En kötü ihtimalle oğlumun bayramda kazandığı ve
çekmecesinde çoraplarının arasında sakladığı parasını kullanacaktım. Eşime
sorma densizliğinde bulunmadım bile. Bu işi evin erkekleri olarak çözebilirdik.
Bir kaç on euro kadar da param vardı, TL dışında, bahşiş olarak da onları
kullanabilirdim. Bir ara eşime bir mesaj çek de, servis ücreti ne kadarmış
öğren diyecek oldum ama cümlemi daha bitiremeden sözlerim havada eşimin
desibel seviyesi bir hayli yüksek sözleriyle karşılaştılar. Bilin bakalım ne
oldu? Sözlerim gerisin geriye ağzımın içine geri döndüler ve ben bir anda boş
bulunup yuttum o sözlerimi. Yoksa ben bilirdim ne yapacağımı ...
Gerçekten
de dediği saatte telefonum çaldı ve kendisine telefonda adres tarif edip
sağlıklı bir şekilde bizim evimize doğru yönlendirdim. Telefon faturasını dert
etmemesini evi kolay bulması adına sevindirici ve muhtemel kazancı ve benim
ödeyeceğim rakam açısından da endişe edici bulmuştum. Kapıyı açtığımda karşımda
iki kişi vardı. Bahşiş çarpı iki sevindirici bir gelişme değildi. Ama asıl
sevimsiz olan gelişme ayakkabılarının Prada olmasıydı. Sanki çok mu
önemliydi tabii ki değildi ama bir tespit açısından benim bu yaşıma ve
kazancıma rağmen bu markadan değil ayakkabı hiçbir şeyim yoktu. Prada bize
tersti. Biz mekap gençliği olarak büyümüş sonra sonra camper’lara terfi
etmiştik. Ceplerinden çıkardıkları galoşları ayakkabılarına geçirdiler ve büyük
bir güven içerisinde içeri girdiler. Mutfağımızın durumu kötüydü hem de çok
kötü. İnsan ister istemez utanıyordu. Bir ara gereksiz açıklamalarda
bulunduysam da sonra susmayı tercih ettim. Adam yere uzanınca bir ara yastık
getirmek içimden geçtiyse de kendime engel oldum. Sözün özü bir önceki
tesisatçı hiç bir iş yapmamıştı. Bu adam tıkanıklıkları açtı ki o bölüme
hijyenik sebeplerden hiç girmeyeceğim. Hasarlı yerleri tespit etti. Sanak
yağmura aldırmadan eksik olan parçaları gidip toparladı. Toplamda iki saate
kadar zamanını bizimle geçirdi. Bir ara telefonu çaldı. Galaxy’si ile yaptığı
konuşmadan Türk Sinemasının ve günümüz show dünyasının belki de en önemli
isminin de evinde tesisat sorunu olduğunu öğrendik. İster istemez adamın o ev ile bizim
evi kıyaslayacağını düşündüm ve bir anda yeniden aklıma Anamızın ligi ile
Şampiyonlar Ligi ve Barcelona ile Çemişkezek spor kulüpleri geldi. Borcumuzu
kolay kolay ödeyemeyeceğimizi biliyordum ama yine de sordum mecburiyetten.
İnanın ikinci ya da bilmem kaçıncı dumuru da o an yaşadım. Bir önceki
bizim gürbüzün istediği kadardı yalnızca. Gerek ustalık gerek anlayış gerek
müşteri memnuniyeti bu kadar farklı iken ücretin aynı olması neden benim
zamanında sosyetik olarak tanımladığım ama aslında profesyonel
sıfatının çok daha iyi oturduğu tesisatçının farklı bir ligde olduğunun da
göstergesiydi. İşini yalnızca yapması gerektiği gibi yapıyor ve karşılığında
alması gerekeni istiyor, durumdan yararlanmıyordu. Umarım biri birgün bana
tesisatçı isteğinde bulunur. Ben kendi adıma zaten artık bir başkasıyla
çalışmam.
Martin
Luther King’in sözü tam da aslında buraya uygun; “Eğer sizden sokakları
süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste
yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki
gökteki ve yerdeki herkes durup ’Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi
çöpçüsü yaşıyormuş’ desin.” Herkes sevdiği işi yapacak kadar şanslı
olmayabilir. Ama hem kişisel ve hem de mesleki başarı ve hatta tatmin için
bizdeki tesisatçı örneğinde olduğu gibi yaptığın işin en iyisini yapmak,
yapmak için uğraş verip, emek harcamak oğluma öğretmeye çalışacağım bir
prensip olacak. Keşke şunu yapsaydım ya da şu olabilseydim diye geçmişe
saplanmak ve pişmanlıklar yaşamak yerine yapılan işe konsantre olmak ve
en iyi şekilde yapmaya çalışmak amaç olmalı.
Mutfak
lavabosundan taaa Martin Luther King’e. Hayat da böyle değil mi zaten büyük,
karışık ve hatta komik bir ilişkiler yumağı. Dilerim fazla karıştırmadan ve
içinde kaybolmadan bu yumağı en iyi şekilde yönetebiliriz ...
İkinci tesisatçının aynı ücreti istediğine inanamıyorum! Şaka gibi :)
YanıtlaSilYalnız gerçekten de mutfak lavabosundan Martin Luther King'e :))) Normalde çok sıkıcı olabilecek bir konu ama yine keyifli bir dille yazmışsın. Sorunun çözülmesine, özellikle böyle çözülmesine sevindim. Prada giyen tesisatçı! Vay be! :))
Evet şaka gibi hatta belki de trajikomedi demek daha uygun olacak :) İkincisi benim prada giyen kahramanım.Gerçekten de muslukçu ile başlayıp nerelere geldim :)
YanıtlaSilYorumun için çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle,