Bu Blogda Ara

11 Aralık 2012 Salı

Mutfak lavabosundan Martin Luther King’e



Büyük, karışık ve hatta komik ilişkiler yumağı

Siz mutfak lavabosunun bozulmasının hayatınızı hem de nasıl kötü etkileyebileceğini bilir misiniz? Her şey yine eşimin lavabodan kötü bir koku geliyor, bir tesisatçı çağırıp baktıralım. Bu hayra alamet değildir, bir şeyler yapmalı demesiyle başladı. Onun öngörüleri genel de çıkar. Başıma bir anda tesisatçı kesildiyse bir hikmeti vardır bunun. Bununla beraber ben daha tesisatçı arayışlarına bile başlamadan eşim ve babası hemen karşımızdaki tesisatçıyı çağırıvermişler. Aslında yaptıkları son derece de doğru zira ben de muhtemelen aynısını yapardım. Kolaya kaçıp, araştırmadan  hemen karşıdaki adamı çağırmak benim genelde tercih edebileceğim bir düşünce yapısı. Eskiden buna bile gerek kalmazdı. Sokaklarda tamirciiiii, muslukçuuuu diye bağırıp bizlere çatallarını umarsızca gösteren orta yaşlı amcalar dolaşır durulardı. Pencere önünde biraz beklemekle her ihtiyacınız karşılanırdı. Sonra zamanlar geçti ve günümüzün her şeyin internet üzerinden halledildiği dönemlere gelindi. Biz çoğu kere düşünün ki gıda alışverişlerimizi bile internet üzerinden yapmaktayız. Görmeden aldığımız şeyleri bir güzel yer ve içeriz, tesisatçı çağırmışız çok mu?! Karşımızdaki tesisatçı geldiğinde ben oğlumla oyun oynuyordum. Eşimin babası çağıranlardan biri olarak sorumluluğu almış ve tesisatçının yanında mutfaktaki doğal yerini almıştı. Herkes halinden memnundu. Böylesi durumlarda ben ortalığı bulandırmayı zinhar istemem. Biri beni çağırana kadar, ya da birileri şikayet içeren tatlı lakırtılara başlamadan yaptığım işlere hep devam ederim. Yine böyle devam ettim. Zaten dünyanın en keyifli işini yapmaktaydım; oğlumla zaman geçiriyordum.

Bu arada mutfaktaki ahali giderek kalabalıklaşıyor, zaman hızla ilerliyor ama eşim bir türlü benden para istemiyordu. Buraya bir parantez açmak isterim. Ben gece gündüz, karda kış ortasında ve soğuğunda, kızılca kıyamette, dur durak bilmeden, stres dolu bir ortamda çalışır ve çalışmam karşılığında aldığım hemen hemen tüm parayı eşimin (sözde ortak hesapmış) hesabına gönderirim. O da teknoloji bilgisini ve yeteneğini kullanıp gelen paranın büyük bir çoğunluğunu otomatik ödemeler için kullanır. Kalan para ise birikimimiz ve nakit paramız olarak bize kalır. Şimdi bu durumda ne beklersiniz? Paranın kontrolü eşimde olduğundan nakit çekme ve gerektiğinde kullanmada onun işi olmalı değil mi? Değil anacığımmm... Benim kredi kartı geçmeyen ya da kullanmayacağım durumlar için ayırdığım param vardır ve genelde bu parayı hesabımdan cüzdanıma aktarır ve gerektiğinde kullanırım. Bunu eşimde bilir ve bu nedenle de para çekmez. Eve su getiren sucuda post cihazı olmadığından ve eşim para çekmediğinden hayda hoppp giden yine benim param olur. Dahası evden çıkarken bile yanında nakit olmadığından yine benden para ister. Ben de ona olan sevgimden veririm her defasında. Doğal olarak tesisatçıya da para ayırmadığına emin olduğumdan, ben benim rolümün gelmesini beklemekteydim. Uzunca bir süre sonra ben de sahne aldım ve parasını verdim adamcağızın. Zavallı ufacık mutfağın daha da ufak ve hatta yine zavallı klostrofobik lavabo altındaki dar alanına hem iri cüssesini sığdırmaya çalışıyor ve hem de olmamak için direnen tesisatı ikna etmeye çalışıyordu. Oldukça terlemiş dahası suratı iyice bir kızarmıştı. Cüsse iri olunca ve hemen yakınlarımızda da iş yeri olunca bahşiş de ona göre oldu.

Çok şükür mutfağımızdan kötü kokular gitmiş barış, mutluluk, huzur karışımı bir hava adeta ete kemiğe bürünüp görünür hale gelmişti. Tüm bu haklı ve ölümsüz başarıyı başta tesisatçı olmak üzere eşimin bizzat kendisine, babasına ve operasyonun ortalarında mutfağa kadar gelerek can alıcı yorumlarda bulunan ve dağılan ortamı toplayan annesine borçluyduk. Ben oğluyla oynayan ilgisiz, sorumsuz, düşüncesiz ev adamı  rolü ile mansiyon kazandım.  Bu başarılı operasyon sonrasında hayat bizim oralarda normale döndü. Bir ya da iki gün sonra da eşimin ailesi yavaş ve yaşanası şehir  İzmir’e döndüler. Dönüşlerine kadar sessizce ama bir o kadar da haince iki sinsi gün geçiren tesisat evde tekrar 3 kişi kalmamızı fırsat bilip damlamaya ve tekrar kokmaya başladı. Skandal!!!!  Fiyasko!!! Hatta rezalet!!! Hani kahramanlarımız neredeler? Hani yapılmıştı bu musluk? Yapılırken başında değil miydiniz? demek istedim ama sessizliği bilinçli olarak tercih ettim. Ortada kahramanlardan yalnızca eşim vardı. 

Ben sana bir tesisatçı bul dememiş miydim? diye sevgi ve coşku dolu güzel iltifatlarına başlamaz mı? Hani sanki ben oldu bitti yapıp ve kolaya kaçıp, araştırmadan karşımızdaki tesisatçıyı getirmiştim?  Yine sanki ben adamın başında durup tamirin başarılı geçip geçmediğini kontrol etmiştim. Bu kadarı da fazlaydı ama çok iyi biliyordum ki eşim için fazlalık seviyesine öyle kolay kolay erişilmezdi. Bilinçli sessizlik yeminim – omerta’m işte bu nedenleydi. Kuzeyden güneye, doğudan batıya haberler iletildi. Eşe dosta mesajlar atılıp, yardımlar dilendi ve beklenmeye başlandı. Uzun kahredici bir bekleyişti. Günlerden Cumartesiydi ve hemen ertesindeki gün Pazardı. Her yerin kapalı olduğu, tesisatçıların tatil yapıp zamanlarını sevdikleriyle geçirdikleri ve bizim gibi tesisatzedeleri bir taraflarına takmadıkları kara bir gündü. Bir şeyler yapmalı bir çözüm bulunmalıydı. Mutfak kahvaltıdan kalan pis tabak, çanaklarla dağınık bir görüntü sergiliyordu. Dahası hava kötüleşmiş, alenen kokmaya başlamıştı. Öğle yemeği zamanının gelmesi ortamı daha da çirkinleştiriyordu. Su açılması zinhar yasaktı zira su hemen alt tarafa geçiş yapıyor ve kendini dolaplara ve zemine bırakıyordu. Belki açıkta değildik ama açtık, dayanamadık ve öğle yemeğini de yedik. Hayır pişman değiliz. Oğlumuz için bunu yapmalıydık. Mutfağımız artık bir aile mutfağından çok bir kaç erkek üniversite öğrencisinin yaşadığı bir evin mutfağı gibi olmuştu ve eskiye nasıl dönebilecek miydik artık tam bir soru işaretiydi.   

Bir kaç olumsuz mesaj sonrası tesisatçı telefonları gelmeye başladı. Ama bir mesaj vardı ki dumur olmama neden oldu. Hali vakti yerinde olanların evlerinde hizmetli, kahya, aşçı çalıştırmaları gayet normal ve alışılagelmiş bir durumdur. Hatta araba kullanmak istemeyen hali vakti yerinde olanlar şoför de yanlarında çalıştırabilirler. Bunu da kıskanmakla beraber yadırgamam. Mesaj aynen söyledi: “Canım, bizim tesisatçı R. çok iyidir. İstersen hemen sana gönderebilirim”. Bir an anlam veremedim, hatta ne bileyim dalga geçiliyor sandım ama sonra dumur dalgası derinden ama hızla ve kesinlikle büyük bir kuvvetle geldi ulaştı bedenime ve düşüncelerime. Evinde tesisatçı barındırmak! Bahçıvanı bile eski Türk filmlerinde gördüğümden anlayabilirdim ama evin odalarından birini tesisatçıya ayırmak bana fazla gelmişti işte. Aynı havayı soluyor diye ve eşime canım diye başlayan mesaj yazabilme lütfu için saadet mi duymalıydım yoksa kolaya kaçıp kıskanmalı mıydım ya da makasın bu kadar açık olması sebebiyle kendime ve kadere kızmalı mıydım bilememiştim. Nasıl yani!!? diye aptalca çıkan ünlem ve şaşkınlık dolu soru cümlem sonrasında eşim evlerini ve durumlarını anlattı. Normalin çoook üzeri katlı müstakil boğaz manzaralı evlerinin bir katı çalışanlara aitmiş meğer. Valla ben de haklılar dedim ama yine Bay R.’yi istemedim evimde. Aklıma neden bilmem Anamızın ligi ile Şampiyonlar Ligi geldi. Barcelona ile Çemişkezek takımlarının birbirlerini kardeş takım ilan etmelerinin ne de güzel olacağı geldi. Biz kesinlikle farklı bir ligdeydik.

Sonra gelen mesajlardan bir tanesini değerlendirdik ve bir adamı aradık. Ukalaca bir ses tonu ile açılan telefon, aracı olan adamın adını söylememle bir anda dostane bir ses tonuna dönüştü. Çok yoğun olduğunu ama bugün içerisinde mutlaka bizi ziyaret edeceğini ve bizi mağdur etmeyeceğini ekleyip telefonu kapadı. Money talk!  Beklenmedik üst düzey bir konuşmaydı, şaşırmıştım. Öyle ya nerede bizim iri kıyım, kırmızı suratlı, lavabo alt tarafına sığmayan gürbüz tesisatçımız, nerede akademik bir lisanla konuşan sosyetik tesisatçı. Mahalle arasında bir lokantada et yemekle Nusret’te et yemek gibi birbirlerinden farklıydılar, en azından öyle bir intiba veriyorlardı. Hemen akabinde düşündüğüm ise kendini böylesi geliştirmiş bir ustanın bu işi kaça bitireceği ve benim ona kaç parra bahşiş vereceğim oldu. Tamam ben nakit taşıyorum ama cüzdanımda, bond bir çantada değil. Taşıdığım paranın da bir sınırı var. Biz arada rutinimizi bozmayarak İstinye Park ziyaretimizi tamamladık ve biraz alışveriş yapıp eve geri geldik. Saat 15:00 gibi adam tarafından tekrar arandık. Randevu saatinin teyit edilmesi tadında oldukça iş bilir, profesyonelce bir konuşma sonrasında bir saat sonra geleceğini öğrendik. Ben hemen hanımmm, hanımmm, kalk kalk adama bir şeyler hazırla. Börekler aç, tatlılar yap, çayı demle. Böylesi adamı sırf tamirat yaptırtıp gönderemeyiz... gibisinden hissiyatımı anlatan sözler ettim. Cüzdanımı kontrol ettim. En kötü ihtimalle oğlumun bayramda kazandığı ve çekmecesinde çoraplarının arasında sakladığı parasını kullanacaktım. Eşime sorma densizliğinde bulunmadım bile. Bu işi evin erkekleri olarak çözebilirdik. Bir kaç on euro kadar da param vardı, TL dışında, bahşiş olarak da onları kullanabilirdim. Bir ara eşime bir mesaj çek de, servis ücreti ne kadarmış öğren diyecek oldum ama cümlemi daha bitiremeden sözlerim havada eşimin desibel seviyesi bir hayli yüksek sözleriyle karşılaştılar. Bilin bakalım ne oldu? Sözlerim gerisin geriye ağzımın içine geri döndüler ve ben bir anda boş bulunup yuttum o sözlerimi. Yoksa ben bilirdim ne yapacağımı ...

Gerçekten de dediği saatte telefonum çaldı ve kendisine telefonda adres tarif edip sağlıklı bir şekilde bizim evimize doğru yönlendirdim. Telefon faturasını dert etmemesini evi kolay bulması adına sevindirici ve muhtemel kazancı ve benim ödeyeceğim rakam açısından da endişe edici bulmuştum. Kapıyı açtığımda karşımda iki kişi vardı. Bahşiş çarpı iki sevindirici bir gelişme değildi. Ama asıl sevimsiz olan gelişme ayakkabılarının Prada olmasıydı. Sanki çok mu önemliydi tabii ki değildi ama bir tespit açısından benim bu yaşıma ve kazancıma rağmen bu markadan değil ayakkabı hiçbir şeyim yoktu. Prada bize tersti. Biz mekap gençliği olarak büyümüş sonra sonra camper’lara terfi etmiştik. Ceplerinden çıkardıkları galoşları ayakkabılarına geçirdiler ve büyük bir güven içerisinde içeri girdiler. Mutfağımızın durumu kötüydü hem de çok kötü. İnsan ister istemez utanıyordu. Bir ara gereksiz açıklamalarda bulunduysam da sonra susmayı tercih ettim. Adam yere uzanınca bir ara yastık getirmek içimden geçtiyse de kendime engel oldum. Sözün özü bir önceki tesisatçı hiç bir iş yapmamıştı. Bu adam tıkanıklıkları açtı ki o bölüme hijyenik sebeplerden hiç girmeyeceğim. Hasarlı yerleri tespit etti. Sanak yağmura aldırmadan eksik olan parçaları gidip toparladı. Toplamda iki saate kadar zamanını bizimle geçirdi. Bir ara telefonu çaldı. Galaxy’si ile yaptığı konuşmadan Türk Sinemasının ve günümüz show dünyasının belki de en önemli isminin de evinde tesisat sorunu olduğunu öğrendik. İster istemez adamın o ev ile bizim evi kıyaslayacağını düşündüm ve bir anda yeniden aklıma Anamızın ligi ile Şampiyonlar Ligi ve Barcelona ile Çemişkezek spor kulüpleri geldi. Borcumuzu kolay kolay ödeyemeyeceğimizi biliyordum ama yine de sordum mecburiyetten.  İnanın ikinci ya da bilmem kaçıncı dumuru da o an yaşadım. Bir önceki bizim gürbüzün istediği kadardı yalnızca. Gerek ustalık gerek anlayış gerek müşteri memnuniyeti bu kadar farklı iken ücretin aynı olması neden benim zamanında sosyetik olarak tanımladığım ama aslında profesyonel sıfatının çok daha iyi oturduğu tesisatçının farklı bir ligde olduğunun da göstergesiydi. İşini yalnızca yapması gerektiği gibi yapıyor ve karşılığında alması gerekeni istiyor, durumdan yararlanmıyordu. Umarım biri birgün bana tesisatçı isteğinde bulunur. Ben kendi adıma zaten artık bir başkasıyla çalışmam.

Martin Luther King’in sözü tam da aslında buraya uygun; “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup ’Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin.” Herkes sevdiği işi yapacak kadar şanslı olmayabilir. Ama hem kişisel ve hem de mesleki başarı ve hatta tatmin için bizdeki tesisatçı örneğinde olduğu gibi yaptığın işin en iyisini yapmak, yapmak için uğraş verip, emek harcamak oğluma öğretmeye çalışacağım bir prensip olacak. Keşke şunu yapsaydım ya da şu olabilseydim diye geçmişe saplanmak ve pişmanlıklar yaşamak yerine yapılan işe konsantre olmak ve  en iyi şekilde yapmaya çalışmak amaç olmalı.

Mutfak lavabosundan taaa Martin Luther King’e. Hayat da böyle değil mi zaten büyük, karışık ve hatta komik bir ilişkiler yumağı. Dilerim fazla karıştırmadan ve içinde kaybolmadan bu yumağı en iyi şekilde yönetebiliriz ...


2 yorum:

  1. İkinci tesisatçının aynı ücreti istediğine inanamıyorum! Şaka gibi :)

    Yalnız gerçekten de mutfak lavabosundan Martin Luther King'e :))) Normalde çok sıkıcı olabilecek bir konu ama yine keyifli bir dille yazmışsın. Sorunun çözülmesine, özellikle böyle çözülmesine sevindim. Prada giyen tesisatçı! Vay be! :))

    YanıtlaSil
  2. Evet şaka gibi hatta belki de trajikomedi demek daha uygun olacak :) İkincisi benim prada giyen kahramanım.Gerçekten de muslukçu ile başlayıp nerelere geldim :)

    Yorumun için çok teşekkürler.

    Selam ve sevgilerimle,

    YanıtlaSil