Yonca Lodge
Çok şükür ki yeniden tatile gitme zamanı geldi çattı ailemiz için. Geçen sene bu zamanlarda bu yazıyı yayımlamıştım. Yazıyı okumuş olanların anlayacağı üzere biz Yonca Lodge'u çok sevmiş ve daha geçen sene bu sene için rezervasyon yaptırmıştık. Durum böyle olunca yeniden tatil yazısı yazmak yerine aynı yazıyı tekrar yayımlamayı uygun gördüm. Tatil dönüşü yaşanan farklılık ve hoşluklar olur ise ayrıca sizinle paylaşacağım. Şimdilik hoşça kalın ve kendinize iyi bakın ...
Bizim evde her sene aynı telaş, aynı endişe ve aynı koşuşturmalar olur her bir tatil öncesinde. Sene de bir kere gidildiğinden olsa gerek, iyi olmalıdır, ekonomik olmalıdır, kolay gidilebilmelidir, denizin dibi olmalıdır, çok sıcak ve çok soğuk olmamalıdır. Sırayla ve üşenmeden bir çok alternatif değerlendirilir ve genelde bu kıstaslara uygun birbirinin aynı, ya da hadi benzer diyelim, yerler tercih edilerekten aynı tatiller yapılır çoğu sene. Artık şaşırmayacağınız üzere çoğu yere eşim karar verir. Nedeni benim pasif hareket ediyor olmamdan ziyade, bir de tatilde olası yanlış bir tercihten ötürü dırdırlanmasının önüne geçmektir. O seçer ve tüm sorumluluk onun olur. Ben genelde hem parayı öder ve hem de elimdeki ile mutlu olmaya çalışırım. O ise beğenmediği bir şey olursa, kendi tercihine bile laf atmaya devam eder. Çok keyifli anlardır öylesi anlar. Bir nevi kendi kendisiyle çarpışıyordur ve yenen olmayacaktır. Uzun bir seyir zevki anlayacağınız. Eşimin tüm organizasyonu üstlenmesinin bir diğer artı yanı ise tüm organizasyonu, santim santim onun yapması, onun planlamasıdır. Ben amaç denklemini kurarım ve yaklaşık bütçe ile olmazsa olmazları belirlerim. Gerisi onun işidir. Uçak ve otel rezervasyonları, bavulların hazırlanması, gerekli olan alışverişler, gidilecek yerde yapılacaklar, ilgili transferler... Biliyorum hayatım çok zor ama alıştım artık. Beni dert etmenize gerek yok.
Bizim evde her sene aynı telaş, aynı endişe ve aynı koşuşturmalar olur her bir tatil öncesinde. Sene de bir kere gidildiğinden olsa gerek, iyi olmalıdır, ekonomik olmalıdır, kolay gidilebilmelidir, denizin dibi olmalıdır, çok sıcak ve çok soğuk olmamalıdır. Sırayla ve üşenmeden bir çok alternatif değerlendirilir ve genelde bu kıstaslara uygun birbirinin aynı, ya da hadi benzer diyelim, yerler tercih edilerekten aynı tatiller yapılır çoğu sene. Artık şaşırmayacağınız üzere çoğu yere eşim karar verir. Nedeni benim pasif hareket ediyor olmamdan ziyade, bir de tatilde olası yanlış bir tercihten ötürü dırdırlanmasının önüne geçmektir. O seçer ve tüm sorumluluk onun olur. Ben genelde hem parayı öder ve hem de elimdeki ile mutlu olmaya çalışırım. O ise beğenmediği bir şey olursa, kendi tercihine bile laf atmaya devam eder. Çok keyifli anlardır öylesi anlar. Bir nevi kendi kendisiyle çarpışıyordur ve yenen olmayacaktır. Uzun bir seyir zevki anlayacağınız. Eşimin tüm organizasyonu üstlenmesinin bir diğer artı yanı ise tüm organizasyonu, santim santim onun yapması, onun planlamasıdır. Ben amaç denklemini kurarım ve yaklaşık bütçe ile olmazsa olmazları belirlerim. Gerisi onun işidir. Uçak ve otel rezervasyonları, bavulların hazırlanması, gerekli olan alışverişler, gidilecek yerde yapılacaklar, ilgili transferler... Biliyorum hayatım çok zor ama alıştım artık. Beni dert etmenize gerek yok.
Bu sene eşim kendini aştı. Çok iddialı ve damdan düşer gibi olacak biliyorum ama tüm senelerin uzak ara en güzel tatilini yaptırdı bizlere. GÖCEK ADASI: SEN KALK, CENNETTEN KOPUP BURALARA GEL ... yazımı okumuş olanlarınız bu adayı hatırlayacaklardır. Bu muhteşem adada çok keyifli anlarımız olmuştu. Eşim aradı, taradı ve sonunda bir nevi içinde yaşanabilecek, kalınabilecek bir Göcek Adası buldu bizlere. Size kişisel ve şiddetli bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Bütün işlerinizi bir kenara bırakın, artık yapmayın, ya da en azından ara verin ve kalkın Fethiye yakınlarındaki Yonca Lodge’a tatil yapmaya gidin. Hani yeryüzündeki cennet sözü sanki bu şirin yer için söylenmiş. En son ne zaman yalnızca siz istiyorsunuz diye bir şey yaptınız? Bu yere zaman kaybetmeden yalnızca siz istiyorsunuz diye gidin. Kendinizi şımartın ve gidin.
Küçük hem de çok küçük ama öyle bir şirin öyle bir güzel ki, kolay kolay ayrılmak istemeyeceksiniz. Hani anlatılmaz yaşanır derler ya kaldığımız yer işte böyle bir yerdi. Ne kadar anlatsan o dinginliğini, o huzur veren ortamını, sakinliğini, güzelliğini anlatamam. Ben böylesi huzur dolu, sakin ve bir o kadar güzel bir tatil çok uzun bir süredir yapmamıştım. Bir kere her yer yeşillik ve ağaçlık. Çeşme’de arkadaşlar kavrulurken, biz Fethiye’de hadi o kadar geldik bari bir denize girelim diyorduk. O kadar ağaçlık ki sıcaklar gelip size ulaşamıyor bile. Tesis ağzına kadar dolu olsa bile ancak 36 kişi kalabiliyor tüm tesiste. Toplamda hepi topu 14 oda mevcut. Buna karşılık her yer hamak dolu. Kumsalda pavillon’lar var ki bir de beleş. Tatil köylerinde terbiyesizler, buraların kullanımını ayrı ücretlendiriyorlardı. Burada ise sebil. Beğenmedin git diğerine yerleş, olmadı eşin birine sen diğerine yerleş. İdeal durum bu aslında, böylelikle sessizliğin tadını çıkararak, dırdırdan uzak kitap okuyabilirsin ama her idealin aslında çoğu kere içinde ütopyayı barındırdığı gibi bu da gerçeğe çok uzak bir durum. Ama işte başarabilsen bu imkan bile var düşünün artık.
Her yer tavuk, ördek, kaz, horoz ve civcivlerle dolu. Kedi ve köpek olmazsa tabii ki olmaz. Onlar da vardı. Tam yanımız sazlıktı mesela. Sazlıkta kurbağalar, değişik değişik ses çıkaran börtü böcekler. Tam bir görsel, duyusal ve ruhsal şölendi. Hep tatil köyüne gitmeye alışık olan bizler, belki de ilk defa köy tatili yapıyorduk hayatlarımızda. Alışık değildik ama pek sevdik. Gerek temizlik, gerek ilgi ve alaka, gerek konum, gerek denizi ve havuzu ve gerekse ücreti bakımından dört dörtlüktü.
Bir kere tüm yemekler için kullanılan malzemeler bizzat yanınızda gördüğünüz bahçelerdendi. Roka salatası istiyorsunuz mesela, gidip toplayıp yapıyorlar. O gün tutulan balık varsa akşam balık siparişi verebiliyorsunuz. Ama dert etmeyin hemen yanınız bahçe olduğundan tabii ki aç kalmıyorsunuz. Ev yapımı bir elma-ayva reçeli vardı ki, yok böyle bir şey, ilk tadımımla beraber inanın lezzetinden ve bu tadın içimde oluşturduğu mutluluktan bir anda gözlerim doldu. Hem ağladım, hem yedim, hem ağladım, hem yedim. Ben bunu kaldığım günlerin tamamında hep yaptım. Eşim bir ara yeter demese bu eylemi yapmaya devam edecek ve her gün ayrı bir kavanozu bitiriyor olacaktım.
Siz akşam yemeklerini, ya da kahvaltıları kumlara basarak yemenin keyfini hiç tattınız mı? Düşünün güzel soğuk bir beyaz şarap, yanında deniz mahsulleri ile dolu bir masa, aileniz ile birlikte, kumlara basarak, dalgaların sesi altında yemek yiyorsunuz. Ya da denizden yeni çıkmışsınız ve masa hazır sizi bekliyor. Üzerinize bir şeyler giyip öğle yemeğinizi kumsalda, ağaçların altında yine kumlara basarak ve soğuk bir bira ile birlikte alıyorsunuz. Hele ki kahvaltılar. İnsanın hemen sabah olsun da yeniden yemeğe başlasam dedirten bir ziyafet, adeta bir şölen. Önce bir deniz sefası ve sonra kurulanıp kahvenizi yudumlamaya başlıyorsunuz. Kahvenin çekirdekleri hemen yanı başınızda çekiliyor ve hazırlanıyor. O kadar taze ve bir o kadar leziz. Şaraplar Antalya yöresinden benim her zaman için bayıldığım ve severek tükettiğim Likya şarapları. Cabernet’si, Merlot’su hepsi bizimleydi. Biralar Tuborg, normali de var malt olanı da. En önemlisi her daim buz gibi. Rakı olarak Yeni Rakı’da mevcut, İzmir de. Ben Yeni Rakıyı tercih ettim. Hep tatil köylerindeki düşük kaliteli içkileri bilen bir kişi olarak daha ne olsun diyor insan. İçtikçe içesi geliyor doğal olarak. Yemek servisleri bile ağırdan ağırdan yapılıyordu. Sanmayın ki yetişemediklerinden. Şehir hayatın koşuşturmasına ve telaşına inat servisler özellikle yavaştı. Bizlere içkilerimizi yudumlayıp, tadına vararak sohbet etme şansı veriyorlardı sanki ve kasıtlı olarak. Ne mi yaptık? Durmadan denize girdik, bir o kadar da yedik ve içtik. Bol bol sohbet ettik. Her şeyden evvel çok iyi ağırlandık. Bizler orada müşteri değil misafirdik. Bunu gerçek anlamda bizzat hissettik, yaşadık.
Gelen herkesin herkesle muhabbeti,selamlaşması vardı. Huzur ortamı öyle bulaşıcıydı ki, geldikten bir kaç sonra aura renginiz bile değişip, ermiş bir insanın olgunluğuna eriyordunuz. Yüzlerde bir tebessümle ortamın tadını çıkarmaya başlıyordunuz. Yerlisi, yabancısı herkes huzur potasında eriyip, yenileniyordu. Belki şaka gibi gelecek ama sanki herkes, herkesle beraber tatile gelmiş gibiydik. Sanki bir olmuştuk. Öylesi bir huzur ve dinginlik. Ben daha ne yazabilirim ki bunun üstüne.
Oğlum bulunduğumuz süre zarfınca neredeyse hiç denizden ve havuzdan dışarı çıkmadı. Denize de doydu, güneşe de. En azından belli bir süreliğine. Bütün gün boyunca tüm enerjisini harcadı durdu. Tüm senenin pineklemesini bir kaç günde üzerinden attı. Akşam yemekleri sonrasında ise hemen uyuyakaldı her defasında. Biz de eşimle birlikte bilgisayardan daha önceden yüklediğimiz diziyi seyrettik akşamları.
Bu tatil bize çok iyi geldi. Dinlendik, eğlendik, bol bol yedik ve yüzdük. Ne stres kaldı, ne sıkıntı, ne de telaş. İhtiyacımız fazlasıyla varmış. Oğlumun bu süre zarfında, gözlerindeki mutluluk ve ışıltı ise paha biçilmezdi. Anı kesemize bir kaç gün daha atıverdik. Ne mutlu bizlere ve daha nicelerine ...