Bu Blogda Ara

8 Eylül 2014 Pazartesi

Bol kırık çıkıklı bir kese 1

Yıl 1996. Yer İngiltere’nin en güney noktasında, İngiltere gibi olmayan belki tek yer, sıcak, sıcacık insanların oturduğu, şirin mi şirin bir deniz kenti olan Bournemouth’da yemyeşil bir park. Parkta bulunan biz 3 kafadar Türk ve bizlere karşı futbol maçı yapan Güney Kore eşrafından çekik gözlü çocuklar. O gün derler ya günümüzdeyiz; birbirinden güzel paslar, şutlar, şiir gibi oynuyoruz, adeta döktürüyoruz. Ülkemizden yaklaşık 4000 kilometre uzakta bu Koreli çocuklara karşı ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye  çalışıyoruz. Tabii ki öndeyiz ve maçı alacağımız gün gibi aşikar. Akşam için de programımız hazır, zaferimizi kutlayıp bol bol bira içeceğiz. Bir kaç gol sonra maç sona erecek ve evlere duş almaya dağılacağız. Güzel bir günün ardından bizleri bekleyen daha da güzel bir geceye merhaba diyeceğiz. Daha ne olsun diyor insan içinden. Tam ben bu yoğun ve sevecen duygular içerisinde koşup top oynarken, bu centilmenler diyarı diye bilinen ülkede, maçın böyle tamamlanmasını istemeyen anticentilmen bir Koreli, top yerine ayağımı hedef alıp vurmasıyla maç bir anda sona erdi. Bir elektrik çarpması gibi bir kıvılcım ayak parmağımdan tüm vücuduma bir anda yayıldı. Parmak bir anda şişti. Acı belki dayanılmaz değildi ama doktora gitmeyi gerektirmeyecek kadar da az değildi. Hemen maç bitirildi ve hastanenin yolu tutuldu. Hastanenin yolunu tuttuk ileride de bol bol karşılaşacağınız bir cümle olacak, şimdiden alışsanız iyi olur. Sıra beklendi ve beklememize değecek sarışın oldukça güzel sayılabilecek bir ingiliz doktorun önünde buluverdim kendimi. Bir süre konuştuktan sonra öpüşmeye başladık dermişimmmmmm. Nerdee?? Ayak parmaklarımı inceleyip, kontrol ettikten sonra kırık dedi. Sohbet bitti. Daha birbirimizi yeni tanımaya başlamıştık, nereye gidiyorsun demeye kalmadan bir hasta bakıcı gelip ayak parmağımı bandajlayıverdi. Korelinin yaptığı olacak şey değildi. Bir ara gidip dövelim dedik ama bize yakışmazdı. Sayesinde toe kelimesinin ayak parmağı olduğunu da öğrenmiştim. Ona borçlu bile sayılırdım. İngiltere günlerimin geri kalanı artık kırık bir parmakla geçecekti.

90’lı yıllarda, Galatasaray 9.sınıfta okurken, bir kere de sağ elimin yüzük parmağını kırmıştım. Kaleciydim. Tamam panter gibi değildim belki ama kötü olduğum da söylenemezdi. En azından elimden geleni yapardım. Bu uğurda parmağımı da kırmaktan çekinmemiştim bir maç sırasında. Muhteşem kurtarışım sonrası mecburi olarak revirin yolunu tuttum. Ne olduğu oldukça aslında oldukça açıktı. Parmağımın tırnağa yakın olan boğumu düz değildi, aşağı doğru düşüyordu. Yüzük parmağım sürekli 1 rakamı gibi duruyordu. Boğumdaki kemik kırılmıştı. Acı yine dayanılmaz değildi ama tüm bir ömrü 1 rakamına benzeyen bir parmakla geçiremezdim. Yüzük takmak da ileride problem olabilirdi. Revirdeki hemşire annemi arayıp oğlunuzun eli tutmuyor hemen gelin demez mi? Zavallı annem konuşamamış bile ve telefonu yanındaki babama vermiş. Allahtan ben o devirlerde de, en az şimdilerde olduğu kadar akıllı ve olgundum. Telefonu kapıp babama bir şey yok, parmağım kırıldı yalnızca dedim. Babam gelip beni aldı ve biz yine hastanenin yolunu tuttuk. Hastane tarafı komikti aslını isterseniz trajikomikti. Yalnızca sargıladılar. Sargıların içinde parmağımın bırakın sabit durmasını adeta dans ediyordu. Ertesi gün başka bir doktora daha gittik de bir plastik parmaklık sayesinde sabitlediler benim ufaklığı.

90’lı yıllara 2 kırık sığdırmış olmam aslında şaşırtıcı değildi. Tarih ders almazsan tekerrür eder derler. Ben kolay kolay ders almam, alamıyorum, bünyem buna müsait değil. 90’lı yıllardan bir 20 yıl evvel 70’li yıllarda da yaşamış olduğum 2 kırık vakam daha vardır benim. Ufacık tatlı mı tatlı bir bebek olan beni, üstelik bu kadar çok hareketli olduğum biliniyorken yatakta yalnız bırakırsanız olacağı da budur aslında. Bebeğim ben, ne yaptığımın farkında bile değilim. Muhtemelen uyanmış, seslerin olduğu tarafa gitmek istemiş ve bunun sonucu olarak da kendimi yerde sol kolumun üzerinde bulmuştum üstelik kırılmış bir halde. Zavallı ben, kim bilir ne kadar ağlamışımdır. Miş’li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü hatırlayamayacak kadar küçüğüm o zamanlar. Neler çektim, neler oldu bilemiyorum ama illaki bende geri dönülmez bir travma yaratmıştır.

Bir sonraki kırık ise daha dün gibi aklımda, canım o kadar acımış anlayacağınız. Henüz 6’lı yaşlardayım ve sürekli sokaktayım. Bizim zamanımız kesinlikle çok daha keyifliydi ve kesinlikle çok daha sahici. Tüm günü arkadaşlarımızla sokakta geçirebiliyorduk ve daha okula bile başlamamıştık üstelik. Yaşadığımız yerin hemen yanında bir bostan-arsa karışımı bir yer vardı. Genelde bütün bir gün bir topun arkasından koşturur dururduk. Bazen de aslında orada olmaması gereken tekerlekli bir taşıma cihazının üzerine çıkıp kayardık. Biz tüm çocuklar ve yanımızda bizden yalnızca bir kaç yaş daha büyük ağabeylerle o cihazı eğimli bir yerin tepesine çıkarır, sonra da üstüne binip aşağıya doğru kayardık. Evet hem de çok keyifliydi çünkü oldukça tehlikeliydi. Risklerden uzaklaşıp, tehlikelerden kaçar hayatım sanki o olaydan sonra başlamış gibidir benim. Yine kasvetli ve gri bir günde cihazın üzerine bindik ve kaymaya başladık. Kayarken ağabeyler tarafından bizlere öğretilen iki temel kural vardır: Sıkı tutunun ve ayaklarınızı tekerleklerden uzak tutun. Evet ben o gri günde oldukça sıkı tutunmuştum. Tüm dikkatimi aslını isterseniz tutunmaya vermiştim. Ne mi oldu? Sizce? Ayağım tekerleklere girdi ve 3 yerinden ayrı ayrı kırıldı. Ağabeylerden birinin beni kucağına alıp, ağlama, ağlarsan seni eve götürmem demesini bugün bile oldukça net hatırlıyorum. Ağlamamaya çalışıyorum ama ne fayda. Sonrasında ki uzun bir dönemi ayağım alçıda Erol Evgin’nin aaahhh bu hayat çeçilmez şarkısını harflerini hafif değiştirerek söyleyerek geçirdim.

Hayatım yalnızca kırıklarla dolu geçmedi aslını isterseniz. Çıkık konusunda da fena sayılmam hani. Kuşadası Kadınlar Plajında siz siz olun kıyıdan denize balıklama atlamayın sakın. Hatta siz siz olun bilmediğiniz hiç bir yerde ne balıklama ne de çivileme atlamayın. Efendi efendi ve yavaş yavaş girin denize. Avşa Adasında denizin hemen kıyısındaki kumlar yumuşaktır ve deniz göreceli olarak çabuk derinleşir. O yaşlarda, ufacık aklım ve sıfır öngörü ile kıyıdan denize üstelik balıklama atlayarak girmek çok havalı gelirdi bana. İyi de yapardım hani. Gereksiz bir kabiliyet ve aptal cesareti birleşirse sonuç pek de iyi olmuyor. Bugün nasıl da aptalca geliyor. O zamanlar gençtik. Havalı şeyler hoşumuza giderdi. Nereden bilecektim ki Kuşadasındaki o atlayış sonrasında bir kez hariç bir daha yüzemeyecektim.

Kızlı erkekli bir grup olarak başımızda bir kaç kendi halinde öğretmenle birlikte sınıf gezisine çıkmıştık. Yollarda nasıl eğlenmiş, nasıl şarkılar söyleyip ne yaratıcı gösterilere imza atmıştık inanın anlatamam. Oldukça hareketli ve eğlenceli geçen bir otobüs yolculuğundan sonra otele varmış, odalara hızlıca yerleşmiş, mayoları giyip kumsalın yolunu tutmuştuk.

Sınıf arkadaşlarım beni ilk defa yüzerken göreceklerdi. O dönemlerde yaptığım en iyi iş yüzmekti. Galatasaray’ın yüzme takımı lisanlı yüzücüsüydüm bir zamanlar. Ayıptır yazması (neden ayıp olacaksa!!) madalyalarım bile vardır benim. Sonrasında önce yine Galatasarayın sutopu takımına seçilmiş sonra ev ile antreman yeri arasında gidip gelmek çok olduğundan Ortaköy’de bulunan ve o zamanların açık ara en iyi sutopu takımına sahip Yüzme İhtisasın sutopu takımına girmiştim. Yüzme de kraldım anlayacağınız. Sonraki yıllarda Galatasaray Adasında yıllarca kürek sporu ile de ilgilendiğimden vücudum da oldukça iyi sayılırdı o yıllarda. Daha ne olsun? İyi, yapılı ve gösterişli bir vücut, muhteşem bir yüzme yeteneği ve zaten doğal yakışıklılığım. İşte ben biraz dahası da olsun dedim. Bu üç alandaki dikkat çekiciliğimi, denize balıklama atlayarak taçlandırmak da istedim. İyi de bok yedim. Vezir olmaya çalışırken rezil oldum. Bu son aptallığım olmadı belki ama hayatımın bundan sonraki dönemine etkisi hep ve olumsuz olarak devam eden bir aptallık oldu doğrusu. Geriye hani bazen insan bakıp da pişmanlık duyduğu olaylar görür ya geçmişinde, benim tüm hayatım boyunca pişmanlığını duyduğum bir kaç olaydan bir tanesidir o akşam üzeri ve sonrasındaki günde Kadınlar Plajında yaşadıklarım. Geriye dönebilseydim o iki günde yaptıklarımı değiştirmek hem de çok isteredim.

Neler mi oldu? Anlatacağım efendim ama hem o konu ve hem de sonrasında anlatacaklarım az sayılmayacak kadar çok. Bu nedenle kırık çıkıklarla dolu anılarıma ufak bir ara veriyorum. Yakında, pek yakında, kaldığımız yerden  devam etmek dileklerimle huzurlarınızdan çekiliyorum. Sağlıcakla ve hem mutlu kalın!

0 yorum:

Yorum Gönder