En son ne zaman kendiniz veya hayatınızın gidişatı için bir
karar aldınız?
Dikkat edin dışarı çıkarken ne renk kazak giyeceksiniz, akşam
ne yemek yapacak ya da nereye yemeğe gideceksiniz gibisinden kararlardan
bahsetmiyorum. Ne zaman mesela cesaret
gösterip kritik ve sizi direk etkileyecek bir karar verdiniz?
Eminim bir çoğunuz işiniz ile ilgili günlük hayatta tonlarca
karar alıyorsunuzdur ve buna zaten mecbursunuz da. Gel gelelim iş sizin kendi hayatınız
ile ilgili bir konuya geldiği zaman aynı kolaylık ve çabuklukla karar
alabiliyor musunuz? Ya da alınacak kararların bir sonucu, bir bedeli olacağından,
hiç bu riske girmeyip, alışılmış olan ile devam edip, karar vermelerin yanından,
kıyısından geçip zaman mı kazanıyorsunuz?
Bir şeyi seçersem bir diğerini kaybederim korkusuyla kavşakta durmayı ve
karar vermemeyi mi seçiyorsunuz? Hatta bunun bile başlı başına bir karar
olduğunu mu söyleyip duruyorsunuz kendi kendinize?
Hadi itiraf edin, çekinmeyin. Aslında öyle ya da böyle
gözümüzü karartıp bir karar versek saptığımız yolda ne olasılıkların bizleri
beklediğini siz de çok iyi biliyorsunuz. Geriye dönüş bile başlı başına bir olasılık
mesela. Evet siz de her bir anın, her bir kararın adeta bir doğum, bir
başlangıç ya da yeni bir şans olduğunu biliyorsunuz. Biliyorsunuz da ahhh o
içinizdeki endişe o korku yok mu değil mi? Oysaki korku diye bir şey yoktur
hayatta olsa olsa bir şeyden korkan vardır. Korkuyu yaratan da bizzat bizleriz
aslında sevgi ve güven eksikliğinden.
Peki ama neden? Neden karar vermek bu denli zor?
Karar alamıyoruz çünkü sahiciliğimizi yitirdik. Biz olmayı
bıraktık. Artık beğenilmek her şey oldu. Nasıl göründüğümüz, ne olduğumuzdan
çok daha önemli hale geldi. Algı
her şeydir artık yalnızca bir pazarlama terimi olmaktan çıkıp bizzat
hayatlarımız oldu. Dönüşüme uğradık ve başkaların beğenileri üzerine yeniden ve
yine yeniden ve hatta yine yeni yeniden şekillendik ve biz kalamadık, bunu
başaramadık. Olmadı işte. Artık düşüncelerimiz bile bize ait değil. Düşüncesi
olmayan adamın hiç bir fikri olabilir mi? Fikri olmayan adamın karar vermesi
hiç mümkün olabilir mi? Resmen beyinlerimiz uyuşturulmuş bir durumda. Çok acı
ama gerçek biz yavaş yavaş her geçen gün biraz daha yok oluyor.
Ergenlik döneminde sorun yoksa sorun vardır derler. Ergenlik
bir dönüşümdür, kişiliğini ortaya koymasıdır. Benim kendime ait düşüncelerim
var diye bağırmaktır. Birey olabilmektir. Destansı, epik bir hayat yaşamak için
mutlak surette önce birey olunmalıdır. Tecrübe önemsiz mi? Hiç olur mu öyle
şey, tabii ki çok önemli, nasihatler mutlaka dinlenmeli ama kişi yine de
yaşamalıdır tercihini. Cat Stevens’ın father
and son şarkısında olduğu gibi “evet
baba haklısın ama önce gitmeliyim”. Evet önce gidilmeli, denenmeli, birey
olunmalı. Şarkıda çok çarpıcı, ders niteliğinde bir de söz vardır: You will still be here tomorrow but your
dreams may not (yarın sen burada olacaksın ama hayallerin olmayabilirler).
Göbek bağı koparılmalı herkes ve her şeyle. Ancak o zaman bir yetişkin bir birey
olabiliriz.
Bir de dönüp kendimize bakalım şimdi. Tamam bir Cat Stevens
belki olamazdık kolay kolay ama birey olmayı başarabilmeliydik. Kararları kimse
ve hiçbir şeyden etkilenmeden alabilmeliydik. Hadi gelin soralım kendimize,
biz birer birey olabildik mi? Başkalarının beğenisi için mi karar alıyoruz yoksa
istek ve arzularımızı zaten o potada eritiyor muyuz?
Anne baba onayı sadece bir örnek. TV kahramanları gibi
yaşamayı istemek, arkadaş beğenisi, moda takibi her şey olabilir peşinden gittiğiniz.
Önemli olan kendin olmayı başarabilmek. Sevdiğin işi başkaları beğenecekler
diye değil, sen huzurlu olacaksın diye en iyi şekilde yapabilmek. Eşini
başkaları seni takdir edecek diye değil, içini ısıttığı için seçebilmek.
Bazıları seni beğenecek, takdir edecek bazıları da beğenmeyecek,i takdir
etmeyecek. Doğrusu kelimesi belki çok iddialı olabilir ama normali de bu zaten.
Eskiden ikiz gibi tümü birbirinin aynısı olan elmalar arasından elma alırken,
bugün artık organik pazarlar sayesinde birbirleriyle alakasız elmalardan biraz
şekli bozuk, çabuk çürüyen ama kişilikli elmalar alabiliyoruz. Doğa tek tip
çalışmaz, doğa da özgünlük, farklılık vardır. Günümüzde ise görsellik hiç
olmadığı kadar önemli oldu. Organik pazardaki bir elma kadar olamadık.
Günümüzde artık beğenilmek üzere kararlar alınıyor, seçimler
yapılıyor. Ne oldu kendi arzularımıza? Sahi onları diğerlerinden ayırabiliyor
muyuz yoksa çok mu geç kaldık? Kendi hikayelerimiz unutuldu ya da günümüz
şanslıları için zaten hiç olmamışlardı. Seçimlerimiz hep beğenilmek, onaylanmak
ya da puan almak üzere. Başkalarının beğenileri için kendimizden uzaklaşıyoruz.
Hepimiz güzel ve bir diğerimizin aynı, doğal olmayan elmalar gibiyiz. Ne acı ki
üç aşağı, beş yukarı yok gerçekten de hiç bir farkımız.
Teorisyen olmak kolay da aktivist olup, hayata geçirmek,
uygulamak o kadar kolay olmuyor. Konuşan çok oluyor da yapan pek yok. Siz
bakmayın yazdığıma, ben yapabiliyor muyum? Hem de hiç. Üstelik işimizi bir
hayli zorlaştıran durumlarda var. Bu yazıyı yazarken aklıma Malcolm
Gladvewell’in Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü adlı kitabı geldi. Hemen açıp
biraz bakıp hatırlamaya çalıştım. Kitapta yapılan bazı deneylerden
bahsediliyor. Çok basit, okuyunca hadi
canım diyebileceğiniz deneyler ama işte insanın bilinçaltını aynı basitlikte
etkilemiyor, etkilemede uzay olup çıkıveriyor.
Mesela karışık karışık verilen cümleleri düzenli hale
getirmelerinin istenmiş olduğu bir dil testi düşünün. Bu cümlelerin içlerinde
gri, bahçe, endişe, güney, yaşlı, tek, bulmaca, buruş buruş gibi kelimelerde
serpiştirilmişti. Denekler cümleleri sıralı hale getirdikten sonra odadan
çıkarken ve sonrasındaki belirli bir süre normal aktiflikte olamamışlar. Ağır
hareketler etmeye, sürekli düşünür durumda olmaya başlamışlar. Siz sadece bir
dil testi zannetmiştiniz değil mi? Değil işte. Bilinçaltı sizden bağımsız,
şartmış gibi görev edinip bu kelimelerden hareketle yaşlılığı düşünmeye
başlamış. Bilinç saf saf neler olduğunun bile farkında değilken denekler
bilinçaltıları sayesinde ve ya yüzünden koridorda birer yaşlı gibi yürümeye
başlamışlardı. Benzer çalışma bir çok değişik kişi ve çeşitlilikte yapıldı
(kitapta örnekleri bir hayli sunulmakta). Sonuçları aslında oldukça rahatsız
edici boyutta. Bu sonuçlar en basit ifadeyle özgür irade olarak düşündüğümüz
şeyin esas itibariyle büyük ölçüde bir yanılsama olduğunu gösteriyor. Çoğu kere
bir otomatik pilotla yönlendiriliyor gibiyiz; düşünüş ve davranış tarzımız,
hatta herhangi bir anda ne denli iyi düşünüp, ne denli iyi hareket ettiğimiz,
dış etkilere zannettiğimizden çok daha açık. Yaşamımızdaki tüm küçük zihni
ayrıntılarla bilinç dışımız ilgileniyor aslında, odaklanmayı ise özgür iradeye
bırakıyor. İşte sırf bu nedenle denemeliyiz, bir yerlerden başlamalıyız. Neye
odaklanacağımız elimizdeki tek silah. Odaklanmayı kendimize yapalım.
Hepimizin içinde aslında ne nüveler var, yeter ki kendimize
biraz daha güvenip,biz olmanın aslında ne de güzel olabileceğini bilelim, ya da
en azından hayalini kuralım. Gelin bugün kendinize bir güzellik yapın ve bir
karar verin hayatınızla ilgili ve nedenini soran olursa “benim kararımdı ve vermiş olduğum kararların sorumluluklarını da
üstleniyorum" deyiverin çekinmeden ve cesaretle. Siz size güvenin
çünkü siz buna değersiniz.
Siz kalabilmeniz dileklerimle...
Bahsettiğin deney çok çarpıcı geldi bana... Bu noktada dış etkenlere bu kadar açıksak çocukluk dönemi daha da bir önem kazanmış olmuyor mu? Aslında diğer deneyleri de çok merak ettim, bu kitaba bir göz atmalı...
YanıtlaSilTeşekkürler, yine zihin açıcı ve üzerine düşünülmesi gereken bir yazı yazmışsın ;)
Hem de nasıl!! Konuşurken kullanacağımız her bir kelimeyi düşünmeliyiz aslında ama buna tabii imkan yok. Ben mesela bunun yerine hareketlerime, yaşam biçimime çok dikkat etmeye çalışıyorum. O kadar her şeye açıklar ki ve bilinçaltı o kadar garip ki çok ama çok dikkat etmeliyiz ...
YanıtlaSilYorumun için ayrıca çok teşekkürler :)
Selam ve sevgilerimle,