Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Rara sunt cara 2

Panslavizm

“Sen neden bir rus ile evlenmedin çok merak ediyorum?”  

Hassss s..r! Kesin o kıza öküz gibi baktığımı gördü. Ahh be oğlum be, insan daha dikkatli olmaz mı?! Direk itiraz mı edeyim yoksa ne dedin? dalmışım nereye baktığımın farkında bile değilim canım mı diyeyim? Hızlı düşün aradaki bu boşluk hiç iyi olmaz.

“Hayır hem çok güzeller ve hem de beraber oldukları kişileri el üzerinde tutuyorlar. Yüzleri de sürekli gülüyor. Gerçekten hiç düşünmedin mi?”

Çok şükür baktığımı görmemiş. Genel bir konuşma yapıyor gibi. Gerçekten de böylesi bir merakı olabilir mi yoksa beni mi deniyor? Dalga mı geçiyorsun şimdiki aklım olsaydı hiç evlenmez olur muydum, desem mi? Bu çok mu fazla gerçekçi olur? Yok yok bu fazla kaçar. Benim panslavizm ülkü mü bir yerden yoksa duymuş olabilir mi?! Sanmıyorum bu ülkümü yalnızca çok yakın erkek arkadaşlarıma anlattım, onlar da beni satmazlar.O zaman neden soruyor ki, beni mi deniyor ...

“Şu ilerideki çocuk Boğaziçi’nden ve muhtemelen İnşaat bölümündendi. Yanındaki kızı gördün mü? Kız çocuğun etrafında pervane sanki ve ne kadar da hoş değil mi?”

Hoş mu? Yalnızca hoş mu!!!? O bir afet. Herif evet çok şanslı olsa gerek. Ülkümü bilmiyor J  Saati nacardan, kızı macardan alacaksın desem acaba bana nasıl bir tepki verirdi şimdi? :)

Otelimiz slav ırkının her yaş ve her ülkesinden bir çok insanıyla dopdoluydu. Güzel olanları tabii ki vardı ve oldukça kilolu olanları da. Erkeklerinin zaten tamamı kiloluydu. Erken kahvaltı sonrası hemen, hem de hiç  zaman kaybetmeden bira içmek bu kiloların bir nedeni olabilir. Bu konu bence araştırılmaya değer bir konu ve patronum ve eşim izin verirse yerinde bu konuyu araştırmak çok isterim. Bu konu üzerindeki gelişmeleri şansım olur da yaver giderse ve izin almayı başarabilirsem sizinle ayrıca paylaşacağım.

Süslü olanları da vardı oldukça rüküş olanları da. Bazıları elbisesine göre oje rengini değiştiriyordu. Giysiler ise aman Allahım sanki Oscar ödül töreni için kırmızı halıda yürüyecekler o derece.  Ben bu kadar frapan, bu kadar rüküş giysili kadını bir arada daha önceden görmemiştim. Eskiden hani apartman topuk denen bir tabir kullanılırdı yüksek topuklu ayakkabılar için. Benim bu sefer gördüklerime apartman demek o ayakkabılara hakaret etmek olurdu. Bu ayakkabılar gökdelen topuklu ayakkabılardı ve sayıları oldukça fazlaydı. Kendinizi bayanlar basketbol ligi için düzenlenmiş Oscar partisinde sanıyordunuz. Tamam içlerinde kendisine hem de uzun süre baktıracak olanları da vardı ama bu kadarı Cannes’da olmalıydı Marmaris de değil. Eşim ise yanında yalnızca tek bir bermuda şort getirerekten tüm o eşsiz ve pırıltılı geceleri aynı şort ve değişik tshirtlerle tamamladı. Topuklu ayakkabı mı? Tabii ki yoktu. Yanında yalnızca converse’lari vardı. Doğal olarak da bize böyle giyinenlerin dedikodusunu yapmak düştü.

Çılgın olanları da vardı. Bir sabah oğlumla denizde oyun oynuyoruz. Eşim de hemen kıyıda bizle muhabbet ediyor. Hemen yanımıza bir çift ve bir fotoğrafçı geldi. Fotoğrafçı önce kızın fotoğraflarını çekmeye başladı. Ama ne fotoğraflar, ne pozlar. Hani anlatılmaz yaşanır derler o derece. Sonra asıl abim işe katıldığı zaman işin rengi kırmızı noktaya dönmeye başladı. Ben eşime bunlar birazdan burada dayanamayıp bir arada olmaya başlarlar dedim. Bir süre sonra fotoğraf çekimi tamamlandı ve fotoğrafçı yanımıza gelip sanki hiç bir şey olmamış gibi Gezi olaylarının doluluğu olumsuz olarak çok etkilediği yönünde oldukça ciddi konuşma yaptı. Abla ile abi ise sigaralarını yakmış güneşleniyorlardı.

Bir sabah yemek salonunda kaybolduğunu sanıp ağlayan bu ırktan ufak bir oğlan çocuğu tüm salondakileri seferber etti. Ben dahil. Her kes çırpınıp anne ya da babasını nasıl bulabiliriz onu düşünüyorken kadının teki hiç istifini bozmadan bize yani kalabalığa doğru aheste aheste yürüyerek geldi. Çocuk onu görünce koşa koşa ona doğru yöneldi. Hadi panik olmadın, hadi koşmadın ve çocuğu fazladan ağlattın, insan bir sarılır değil mi yok bu teyzem çocuğu ittire ittire salondan çıkarttı. Bu ırka ilk kıl olduğum an olarak kişisel tarihime bir not düştüm.

Otelimizin kuaförü ise muhtemelen dünya çapında bir yetenekti. Tatile gelmişsiniz. Tüm gün kumlar içinde, tuzlu sulardasınız, ne işiniz var kuaförde. Tüm akşam üzerleri, belli bir saate kadar geceleri ve hatta bazen öğle saatleri kuaför dopdoluydu.  Çocuk arabasında çocuğu uyurken gelip saçına fön çektiren de vardı, ellerine manikür yaptıran Türk bir adam da. Üstelik o Türk abinin ufak bir kız çocuğu da vardı. Düşünün eşi kızı ile ilgileniyor, abim ise tırnaklarının bakımı ile. Kıskanmadım hayır çünkü o abinin olduğu yeri ben hayal bile edemem, o kadar yukarılarda.

Ben hemen hemen tüm zamanımı oğlumla geçirdim. Ama yalnız değildim. Benim gibi bir adam daha vardı. Evet manikür-pedikür için ya da masaj yaptırmak için kendine zaman ayıran erkekler olduğu gibi tüm zamanını üstelik 2 oğlu ile geçiren bir adam da vardı. Eşi güneşlenip, birlikte geldikleri ailenin bayanları ile lak lak ederken bu abim tüm zamanını iki oğlu ile geçiriyordu. Nereye gitse 2 oğlu peşinde idi. Bir oğlumuz daha olsa hiç bir farkımız olmayacaktı. Gidip sarılmak ve yalnız olmadığını söylemek istedim ama iriydi ve yanlış anlama ihtimali oldukça yüksekti. Yapmadım, yapamadım.

Gündüzleri mümkün olan tüm zamanımızı denizin içerisinde oğlumla yüzerek geçiriyordum. Ama merak etmeyin güneşe karşın tüm önlemlerimiz eşim tarafından alınmıştı. Oğlumun dirseklerine ve bileklerine kadar güneşten koruyucu deniz giysisi içerisinde idi. Açıkta kalan yerler ise en üst dereceden koruma kremi ile koruma altına alınmıştı. Kulakları da kapsayan güneşten koruyucu şapka ile açıkta bir yer kalmıyordu. 
Yalnızca sabah saatlerinde ve akşam üzerleri herkesler gibi mayo ile denize girebildi. Oğlum tatile beyaz gitti açık pembe döndü. Ben ise tam bir amele gibi yanarak döndüm. Nedeni ise giydiğim güneşten koruyucu deniz t-shirtü.  Böylesi bir bronzlaşma için bana olanak sağlayan başta üretimleri ve teknolojileri için Columbia’ya ve bu t-shirt’ü alıp giymeye zorladığı için eşime teşekkürü bir borç bilirim. Bu kadar denize girmemizden memnun olmayan eşim bize kızsa da pek ciddi ses etmedi. Bu sayede bol bol denize girdiğimizi söyleyebilirim.  Kendisi de bu tatilde -kendi ifadesidir-  tüm zamanların en çok denize girmesini gerçekleştirdi.

Bu bölümde son bir kaç kelimeyi de ışıltılı İçmeler ve Marmaris hakkında söylemek isterim. O ne ışıltıdır, o ne aydınlatmadır. Parlak parlak neon lambaları hemen hemen her yerde. Muhtemelen kalitesi kötü yemekleri böylesi cafcaflarla ne euro’lara satıyorlar. Biz yemedik ama ne yalan söyleyeyim oldukça etkilendik. Bu bence gereksiz sarfiyattan gözlerimiz kamaştı.

Anlatacaklarım bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Daha yığınla konu var. İlave bir değil en az iki yazı olur bundan sonrasında. Mesela maestro Serkan var, sizlere anlatmak istediğim. Füzyon müzik var yine okumanız gereken. Muhteşem Türk ailesi var. Var oğlu var anlayacağınız.

En derin sevgi ve saygılarımla,

20 Ağustos 2013 Salı

Rara sunt cara 1

Müziği notaların arasındaki sessizlik meydana getirir

"Müziği notaların arasındaki sessizlik meydana getirir". 

Kendi Kutup Yıldızını Bul adlı kitap işte bu sözlerle bir son bulur. Ne kadar kulağa hoş gelen ve bir o kadar da içinde felsefik bir derinlik barındıran bir söz değil mi?

En basit anlamıyla hayatı bir müzik olarak görmek çok da hatalı olmayacaktır. Müzik ruhun gıdasıdır derler ya bence az  bile söylenmiş bir saptamadır. Bence müzik ilahidir, ruhanidir, ulvidir, dünyaya verilmiş bir hediyedir. Bu anlamda müzik bence ruhun aslında ta kendisi ve tam bu noktadan hareketle de hayatı en iyi açıklayabilecek bir mucizedir aslında. Düşünsenize bazen ufak bir melodinin bizlere hissettirdiklerini, ne ciltler dolusu ansiklopedilerde, ne raflar dolusu kitaplarda,  ne de saatler boyunca süregelen bir konuşmada bulabiliriz. Gelin şimdi günlük hayat rutininizi de notalar olarak kabul edin. İşte bu notalar arasında ki sessizlikler yani s’ler hayatı hayat yapan, anlamlı kılan yaşanmışlıklar olarak karşımıza çıkıyor. Bence bunların belki de en önemlilerinden bir tanesi tatillerimiz.

Küçüklükten beri severim tatilleri. Tatiller genelde mutlu zamanların geçirildiği, güzel anıların toplandığı ayrıcalıklı anlardır. Madem müzik ile başladık, müzik ile devam edelim.  C’est le ton qui fait la musique – müziği yapan tondur. Aynı şey farklı şekillerde sunulurlarsa tamamen farklı algılanırlar. İşte hayat genelde insanlara gülen yüzünü gösterir. Merhametlidir, huzurludur, mutludur, sağlıklıdır.

Romalılar rara sunt cara derlermiş, ender olan kıymetlidir. Belki de ender olmasından sebep ben tatilleri çok ama çok severim ve genelde de hiç doyamam. Nasıl ki çalışma hayatında bütün bir hafta Cumayı beklersiniz ve bütün bir ay maaş gününün gelmesini , işte bu bekleyişin yıllık olanı yani size sunulan havucun yıllık olanı da tatillerdir. Bu döngü aslında bizlere yabancı da gelmez zira tüm hayatımız zaten aslında böylesi döngüler ve havuçlarla doludur. Önceden yaşanan hayatların bire bir kopyalarını yaşamayı marifet sayarız biz şansız nesiller. Önce ilkokul bitmeli. Sonrasında güzel bir sınavla bir sonraki durak tespit edilmeli. Ara verilmeden orta ve lise çağları ve hemen ardından bir sonraki durak için yapılan bir başka sınav. Aralarda tabii rutin ders çalışmaları ve sınav hazırlıkları (bizim zamanımızda rutin böyleydi, şimdilerde daha da zorlaşmış gibi görünüyor).

Üniversite tabii çok önemli. Olmazsa olmazımız. Öyle ya bir okulun diplomasıyla bir holdingin yönetim kuruluna girmenin hayalleri o yıllarda daha çok taze. Oysaki bunun olasılığı yüzde birden bile düşük ama böyle kötü düşünceler için zaman yok o yıllarda. Ne kadar zeki ve ne kadar çalışkan olursam(nız) olayım en olası senaryo orta ölçekli bir işletmede saplanıp kalmak aslında.

Bu kadar uzun girişi tabii ki benim için hem de çok önemli olan bu seneki tatilimiz için yaptım. Anlatacak bir çok şey var. Bu nedenle bu seneki tatilimizi Marmaris’te yaptık diyerek balıklama konunun içine dalıyorum.
Çamları ve balı ile meşhur bu beldeyi ben bu kadar sene neden es geçmişim hiç anlayamadım. Hayır tarihimde 3 kere gitmişliğim vardı ama bu gidişler bir kaç on yıl kadar öncesine dayandığından nicedir bu güzelliği unutmuştum. Denizi tek kelime ile muhteşemdi. Havası kabul emek gerekir ki sıcaktı ama neresi değil ki?! Sonuçta Alaska’ya gitmediğimize göre sıcaktan şikayet etmek de bize yakışmazdı. Biz de etmedik zaten. 

Otel bence çok güzeldi. Tamam daha lüks olanlarında kalmışlığımız çok şükür olmuştu ama bence otel için tek söyleyebileceğim, her şeyin oldukça yeterli olmasıydı. Eşim bile ki aristokrasiden gelmesinden sebep oldukça zor beğenir  yüksek cenapları, o bile ne otele ne de odamıza bir laf edebildi. Edilemezdi çünkü her şey oradaki misafirlerin rahat etmesine göre düzenlenmişti. 

Ben normalde büyük tesisleri pek sevmem. Bir kere her şeyden evvel varmak istediğin yere kolay varamazsın. Gitmek istediğin bir çok yer çoğu kere düşünülmeden tesislere serpiştirildiğinden bir oraya bir buraya gün boyu ya yürürsün ya da çok sınırlı golf arabalarının gelmesini beklersin. Tesis bir kere Antalya’daki mega oteller gibi çok büyük değildi ve here yere çok rahat ve çok kısa sürede ulaşabiliyorduk. Odamızdan plaja gitmek için golf arabası beklememenin keyfi paha biçilmezdi. Geçmiş anılar odalarda unutulan bir şeyi almak için plajdan odaya dönen şahsımım ne kayıp yarım günleri ile dolu iken bu otel bize mucizevi geldi. Düşünsenize odadan plaj yalnızca iki dakika hem de yürüyerek. Plaj yemek salonu yalnızca 20 saniye. Mini disco ile odamız arasında ki mesafe ise 2 dakikadan çok daha kısa. Daha ne olsun?! Mutluluk budur !dedim durdum sürekli olarak.

Büyük tesis yüksek kapasite hedefi de demek olduğundan yatak sayıları ile restoran masa ve iskemle sayıları birbirlerine eşit değildir. Buna ek olarak çalışan sayısı yüksek kapasite oranına göre değil belli bir ortalamaya göre istihdam edildiğinden, yüksek sezonlarda yetersiz çalışan ve daha da kötüsü yetersiz çalışanın yorgunluktan sebep asık suratlarıyla karşılaşırsınız. İşte tüm bunlar ne şans ve mutluluk ki gittiğimiz otel için geçerli değildi.

Yemek salonuna saat kaçta gidersek gidelim ne sabah ne öğlen ne de akşam boş masa için beklemedik. Misafir sayısı  ile masa sayısı uygundu. Medeniyet bu olsa gerek. Ayran çeşidi bile Tekirdağ ve Yeni Ayran barındırıyordu. Daha ne olsun! Şarapların geliştirilmeye ihtiyacı vardı ama şarap içmesem de olurdu ne yalan söyleyeyim.

Tesisin bana göre ama en önemli artısı müşteri ilişkileriydi. Ben bu kadar sürede bu otelde ki kadar bir servis kalitesi ve böylesi güleryüzlü ve müşteri memnuniyeti odaklı çalışanlar inanın görmedim. Böylesine bir ölçekte her bir kişi kendisini oldukça özel hissedebiliyordu. Her bir müşteriyi böylesine özel misafir gibi hissettirmek bence otelin en büyük başarısıydı. Eksikleri peki var mıydı? Bence düzenlenen balık gecelerine rağmen ki her türlü deniz mahsulü oldukça fazla miktarda ve çeşitlilikte vardı, yemek kalitesinin biraz daha iyi olması gerekmekte. Aç mı kaldık hayır ama böylesi bir müşteri memnuniyeti odaklılığı çok daha iyi yemekleri bünyesinde barındırmalıydı. Umarım gelecek yıllarda bu da olur.

Genelde biz beklenti-fiyat dengesini iyi bulduğumuz bir tesis bellemiştik, onun dibinden ayrılmıyorduk. Kısacası gereksiz macera aramıyorduk. Garantiye oynamak ve beklentinin belirli bir düzeyde karşılanmasını cebe koymak güzeldi de yine de insan daha iyiyi, daha kalitelisini ve en azından değişik ve farklı olanı arıyordu her defasında. Bu sene zincirlerimizi kırıp, maceranın tadına vardık. İyi de yapmışız. Karşılığını beklenmedik güzel bir şekilde aldık.

Bu satırlara kadar yazdıklarım daha yalnızca bir başlangıçtı. Daha neler neler oldu, neler neler yaşandı. Az sonraaaaaaa diyerek bu yazıyı sonlandırıyorum.


Dilerim her bir anımız tatil tadında olur ...