Bu Blogda Ara

26 Mart 2012 Pazartesi

Evliya Çelebi tadında bir Şubat


Seyahatlerim, ailem ve ben 2



Otel güzeldi hatta çok güzeldi ve çok büyük. Dünyanın dört bir yanından golf oynamak isteyen insanların yaz- kış akın ettikleri bir golf cennetiydi adeta.  Golf dediğinizde duracaksınız. Çok artistik, cool bir spordur. Aslını isterseniz bana göre bir spordan ziyade statü sembolüdür. Meşhur sopaları vardır ve özel arabaları. Dize kadar (ya da bileğin biraz üstü diyelim) pantolonlar giyerler. Yalnız giysileri bile dünyanın parasına satılırlar. Ağır abiler bir yandan iş bağlantılarını yaparlar, bir yandan kumdan top çıkarmaya çalışırlar ve bir yandan da brendi, bourbon ya da cognac içerler. Purolarını 5727 sayılı yasa nedeniyle bulundukları yerde artık içemezler tabii aksi durumda 75 TL’yi vermeleri gerekecektir. Bir de benzer statü olayı engelli at binme olayında vardır. Benzer bir klasmandır. Hani çok şık hanım ve beyler atlarını engellerden atlatıp dururlar. Genelde soyadlarında von veya de gibi aristokratik takılı abiler, kontes, prenses, lady gibi ön unvanlı ablalar atları sürerler. Atların isimleri de çok süslüdür, giysileri de. Bir gün aslında bu konu üzerine yazmalıyım, eminim yazarken sizin okuduğunuzdan çok daha fazla eğleniyor olurum. Tabii buradaki genel kabul sizin okuduklarınızdan keyif alıyor olmanız. Umarım yanılmıyorumdur J

Benim de bir golf geçmişim var. Evet yanlış okumadınız. Zamanında bir kaç kez mini golf oynamıştım. Mütevazi kişiliğimin bir göstergesi olarak çevremdekilere bundan tabii bahsetmedim. Otele varır varmaz benim meşhur zangocumun aldırılma işlemlerini organize edip yemeğe indim. Öğün atlanmaya gelmez ve her güzel yemek yanında bir kaç kadeh içkiyi ve sonunda tatlıyı hakkeder gibi yalnızca benim bildiğim ve inandığım, bana özel klişeler ile karnımı ziyadesiyle doyurdum. Kahvesiydi çaydı derken açık temiz hava ve güneşin altında ben güzelce bir zaman geçirdim.

Bu tür sene sonu toplantılarının olmazsa olmazı, çalışanları birbirlerine yaklaştırıcı, takım ruhunu yakalamalarını sağlayıcı oyun ve aktiviteler üretmek, dahası bu saçma sapan ve anlamsız oyunları oynamaları için çalışanları zorlamalarıdır. Havaalanına zangocumu almaya malumunuz otelin etinden suyundan faydalanmak için gitmemiş, bölgeden bir arkadaşa rica etmiştim. Sen misin bunu yapan? Söz konusu takım oyunu bir garip, bir koşturucu, bir yorucu çıktı ki şaşardınız. Otelin ucu bucağı belli olmayan arazisinde bir oradan bir buraya deli danalar gibi koştuk durduk. Amaç da sonunda içinde abuk sabuk ve dandik altın para ambalajlarında çikolata olan bir hazineye ulaşma. Hani arkadaşı tanımasam küfür ve sövmenin yanında beddua da okuduğunu düşünürdüm. Sözde dinlenmek için geldiğim toplantının daha ilk saatlerinden havlu atmıştım. Yorulduğuma mı yanayım, terlediğime mi, yoksa daha keyifli zaman geçirmemiş olduğuma mı bilemedim. Zaten oğlumdan, eşimden ayrıyım ve güzel zaman geçireceğime ben yanımdaki 12 kişi ile otel çevresinde çikolata dolu hazine bulmak için diğer 20 kadar takım ile birlikte koşuyorum. Oyun sonunda bir de terli terli havaalanından gelen arkadaşı bekledim. Sonrasında maceracı ve tek başına yolculuk yapmasını seven isyankar ve unutulmuş zangocumla beraber odama döndüm.

Akşam yemeği yine çok güzeldi. Ne kadar yediğimi bilemiyorum ama gün içinde vermiş olduğum tüm gr’ları kilo olarak geri alacak kadar yemiş olmalıyım. Masamız ise tam bir protokol masasıydı. Duyan gelmiş. Hani zorlasak şirket yönetim toplantısını bizim masada yapar. Benim patron da bizimleydi. Bir ara içtiğim şarapların da etkisiyle yorulduğumu, odama dönüp uzanacağımı ve keyifle Yalan Dünya’yı izleyeceğimi söyledim. Alkol işte tüm kötülüklerin hem anası, hem babası. Benim patron sen misin bunu söyleyen tavrıyla hadi yiyorsa yap bunu da görelim tadında seni mutlaka karaoke şarkı yarışmasında görmek istiyorum dedi. Aksi takdirde şirketin sahibi ile odama gelip şirket aktivitesine katılmadığımı bizzat ona ispat edecekmiş. İşte biz kendisiyle bu kadar muhabbet içerisindeyiz. Beni nasıl sever, nasıl sever, gözleriniz yaşarır. Uykuluyum, yorgunum dedikçe motivasyon dedi, takım çalışması dedi, şirket kültürü dedi.

Beni bu kadar zamandır tanıyorsunuz. Eşime karşı nasıl her defasında dik durduğumu en iyi sizler biliyorsunuz. Ben bir şeye karar verdim mi kolay dönmem. Kararlılık düzeyim üst düzeydir. Hemencecik odama döndüm. Televizyonu açıp, mini-bardan da bir bira kapıp dizimi seyretmeye başladım. Bu sefer ki bölüm yıkılıyordu. Hele ki inşaat işçilerine bayıldım. Nasıl gülüyorum, keyfim nasıl yerinde anlatamam. Sonra eşimin işten ayrılması geldi önce aklıma. Gülmem dondu suratımda. Espriler duyulmaz olmaya başladılar. Bir an da evde benden yemek bekleyen eşim ve çocuğum gözümün önüne geldi. Hafifçe doğruldum yataktan. Bira ısındı mı neydi artık tadı güzel gelmemeye başlamıştı. Hayat yalnız benim hayatım değildi artık. Dizinin reklama girmesini bekledim ve yarışmanın yapılacağı yere doğru yola çıktım.

İlk önce patronun yanına gidip varlığımı kendisine gösterdim. Sonra da bara yönelip başka bir biraya bir şans daha verdim. Şansını iyi değerlendiren bira kısa sürede son buldu. karaoke’leri oldum olası sevmemişimdir. Seni belirli bir kalıba sokmaya çalışır. Bağıra bağıra ve istediğin tempoda şarkı söylemene izin vermeyen bir modern çağ eğlencesidir. Genelde de bu çarka uyamayan kişiler bayılırlar bunu kullanmaya. Ya kendilerini bilmediklerinden ya da kendileriyle fazlasıyla barışık olduklarından.
 
Yarışma haftalar öncesinde şirkette duyuruldu. Gruplar kuranlar mı desem, buluşup çalışanlar mı desem ya da peruk ya da giysiler bulup olaya bir gösteri boyutu katanlar mı... Bizim şirket karaokeye çok ama çok önem verdi. Patronun görebileceği bir noktada şarkı söyleyenlere gülmeye başladım. Yalancı Dünya kadar komik değildi ama daha bir gerçekti . Bu arada bizim ekipten bir arkadaş yanıma gelip ekip olarak biz de katılalım mı diye sordu. Alkol dedim ya yine diyorum. Patrona sor, o varsa ben de varım dedim. Patron da ben olursam olacağını söylemiş. Yumurta-tavuk olayı anlayacağınız. Sen misin beni odamdan ve Yalancı Dünya’dan eden dedim ve blöfünü gördüm. Grubun ismini patronun ismi ve saz arkadaşları diye kaydettirdim ki o sahneye çıkmazsa ben de hiç çıkmayayım. Neyse efendim şarkı seçimi bana bırakıldı. Ben de şimdi bu platformda söylemekten imtina ettiğim bir şarkıyı seçtim.

Patron adını okunmasıyla sahneye çıktı. Tabii arkasından ben ve benim tüm ekip. Bir ara size güveniyorum çocuklar diyeceğini ve sahneden ineceğini sandım ama yapmadı. Delikanlı adamdır benim patron. Söylediğinin arkasındadır her zaman. Zaten bu nedenle odama gerçekten de gelebileceklerini düşünüp, korkmuş, ürkmüş ve geceye katılmaya karar vermiştim. Yalnız gülmek için bile bunu yapabilirdi bana. Normalde 5’er kişilik takımlar yarışıyorken biz sahnede 10 kişiydik. On adet alkollü erkek.

Şarkının sona ermesi ile etraf alkıştan yıkıldı. Tekrar mı isteyenler mi, imza almaya çalışanlar mı, resim çektirmeler mi görmeniz gerekiyordu. Jüri puanları açıkladığında zirveye yerleştiğimizi biliyorduk. Dokuz veren jüri üyesi neden tam not vermedi diye uzun süre yuhalandı. Neyse ki bizler seyirciyi teskin etmeyi başardık. Yarışma sonucunda birinci olduk ve madalyalarımız podyumda çılgınca alkışlar arasında takıldı. Ödülümüzde vardı tabii: Antalya’da çift kişilik hafta sonu konaklaması. Normalde ödül 5 adetti ama bizden dolayı yönetim kararıyla 10 adete çıkarıldı. Anlayacağınız size Antalya’dan bir yazı daha yazacağım.

Geceye katıldığımı fotoğraflı, ödüllü ve madalyalı olarak kanıtladıktan sonra odama döndüm. Madalyanın fotoğrafını çekip gururlanması için eşime gönderdim. Çoktan uyumuştu. Sabah mutluluk göz yaşları içerisinde beni tebrik etti.

Birinci olmak kolay değil. Sabah gözümü baş ağrısıyla açtım. Alışkanlıktan olsa gerek 6:30 bile olmadan uyanmıştım. Bir gün öncesinde koşarak ezberlediğim yerleri bu kez yavaş yavaş yürüyüp derin derin çam havasını içime çekerek yürüdüm. Baş ağrım öğlene kadar sürdü ve ancak ağrı kesici almamla geçti.

Toplantı sert geçti, hem de çok sert. Normalde motivasyon ağırlıklı geçmesi beklenen sene sonu toplantısı, şirketin başındaki kişinin bize gerçekleri hem de dang diye göstermesi ile başladı. Kızgın kumlar sonrası serin sulara girmek gibiydi. Soğuk duş etkisi  bizi düşlerimizden uyandırdı. Onun sonrasında yapılan motivasyon ağırlıklı konuşma ve sunumlar ise pek işe yaramadı.

Ben genelde bu tür toplantılarda tüm boş zamanlarımı odamda ya film seyrederek ya da kitap okuyarak geçiririm. Uyku da illaki olan başka bir önemli aktivitemdir. Bu kez öyle olmadı. Sauna, Fin ve Türk Hamamı ve kese derken odaya kendimi zor attım. Bir uyumuşum ki gala gecesini az kalsın pas geçecektim. Neyse ki telefon çaldı da çok ama çok derinlerden oteldeki odama geri döndüm.  Bir süre kendimi toparlayamadımsa da sonra kendime geldim.  Asi ve gezgin zangocumdan takım elbisemi çıkarıp güzelce yemeğe katıldım.

Sabah gerçekle sert bir şekilde yüzleşmiştik ama gece için hiç bir fedakarlıktan kaçınılmamıştı. Bir çok ünlü kişi bize şarkılar, türküler söylediler. Ben yine çok geç saate kalmadan odamın yolunu tutup bavulumu topladım ve yapılacak en güzel şeyi yaptım: Yatıp güzelce uyudum.

İyi ki de hemen uyumuşum. Sabah saat 6:00 gibi yine uyandım. İnsanoğlu işte böyle. Uyuma şansım varken iki sabahtır bir şekilde sabahın köründe uyku muyku kalmaz durumumda buluverdim kendimi. Biraz yine yürüyüş yapıp kahvaltımı ettim. Odama doğru dönerken eşimi aradım. Açmadı. Ben de mesaj çekip uyanınca beni aramasını yazdım. Odama henüz girmiştim ki aradı. Sesi kötü hem de çok kötüydü. Migreni tutmuştu. Bensizliğe yalnızca iki gün dayanabilmişti. Ailesinin dönüşleri sabah olduğundan migrenli bir şekilde oğlumuzla beraber zaman geçirmesi gerekecekti. İnsan korktuğu şeylerle daima bir şekilde yüzleşiyor işte. Tabii bende de ne moral kaldı ne de keyif. Sonrasında ki zaman nasıl zor geçti hiç anlatmaya çaba dahi göstermeyeyim.

Her türlü plan, her türlü hazırlık yapılmış, eşimle oğlumun yalnız kalacakları bir kaç saat nasılsa bir şey olmaz canım diye boş bırakılmıştı. O bir kaç saat kabus oldu çıktı karşımıza. Neyse ki geçen biraz zaman ve ilacın etkisiyle hafiflemişti ağrısı. Beni karşılamaya bile geldiler. Oğlumun bir de bana sürprizi vardı. Eli boş gelmek istemeyip benim için kozalak bulmuştu. Beni gördüğü zaman “Babaaa, sana bir sürprizim var. İşte bak bu senin” demesi ve koşup bana sarılması, benim mutlulu olmam ve şükretmem için yeter ve hatta artar bir durumdu.

Oğlumu kucağıma alıp, eşime sarıldım. Zaman ağrıları geçirme, suratları güldürme ve eve huzuru getirme zamanıydı. Görevimi hem de nasıl severek yapmanın mutluluğu içerisinde hemen görevime başladım.

Daha eşim de ben de bir çok seyahatlere gitmek zorunda kalacağız. Kimisi eğlenceli kimisi zor geçecek. Bazen bir kaç gün, bazen daha uzun ayrı kalacağız. Ama her defasında hem çok özleyeceğiz ve hem de çok özleneceğiz. Ayrılıklarımız hep buruk, kavuşmalarımız hep mutluluk dolu olacak. Biz bir aileyiz, birbiriyle kenetlenmiş mutlu bir aile. Umarım, dilerim ve biliyorum hep öyle de kalacağız.

20 Mart 2012 Salı

Evliya Çelebi tadında bir Şubat


Seyahatlerim, ailem ve ben 1

Şubat ayında resmen leyleği havada gördüm. Sanki başka aylar yokmuş gibi bu kısacık ay için planlanan iki yurt dışı ve bir de yurt içi seyahatim aylar öncesinden tüm tadımı kaçırıverdi. Oturup ne yapabilirim diye kara kara düşünmeye başladım. Kolay değildir düzenin değişmesi. Evde dengeleri oluşturmak ve düzeni sağlamak için bir çok kriter vardır ama en önemlisi benim evde olmamdır. Ne zaman evden bir nedenle uzaklaşmam gerekiyor olsa ben kendimi  oturup mevcut duruma çözüm ararken bulurum ve inanın bana çözüm her zaman çok zor olur. Zordur hem de çok zordur benim ev dışında uyanıyor olmam. Kafalarda oluşabilecek karışıklığın önüne geçebilmek için bazı açıklamalarda bulunabilmek adına bazı nedenleri sizlerle paylaşmak isterim. Birbirlerinden farklı nedenler olduklarından, evden neden ayrılmamam gerektiğinin ayrı ayrı listelemek isterim:

Eşim bildiğiniz üzere konuşmayı çok sever. Dahası konuşmadan duramaz. Ben olmazsam oğlumuza kesin saracak ve onun konuşmaktan soğumasına neden olacak. Uyuması sonrasında ise konuşamayacağından iyice daralacak, kendini kapana sıkışmış gibi hissedecek. Böylesi bir evden ayrılışı, iş için ve zoraki bile olsa kolay kabul edemez, ederse de problem çıkarabilir.

Evde hemen hemen tüm işi ben yaparım. Sakın hataya düşüp naif ve romantik bir şekilde sanmayın ki ben olmazsam işler eşime kalır. Tabii ki kalmaz. Tüm biriken işleri dönünce yine benim yapmam gerekeceğinden dönüşüm muhteşemlikten hem çok uzak bir trajediye dönüşür. Ne ben ne de eşim benim bu kadar çok yorulmamı ister.

Yemek benim için önemlidir. Mümkün olduğunca öğün atlamamaya çalışırım zira benim keyif aldığım, yaşadığımı hissettiğim anlardır bu anlar. Eşime ise keşke bir hap olsa, yutsak ve tüm yeme ihtiyacımız bir anda karşılansa tadında yaklaşır yemek olayına.   Hani gören, duyan da yemeği onun hazırladığını, masayı onun kurduğunu, dahası onun kaldırdığına ve ohası bulaşıkları bile onun yıkadığını sanır. Nerede efendim?! Kendisi yalnızca bana eşlik eder o kadar. Neyse bu yazı bir şikayet yazısı olmadığından bu konu üzerinde daha fazla durmayacağım. Benim olmadığım akşamları genelde geçiştirir.  Abuk sabuk şeyler yer ya da çoğu zaman hiç yemez. Yemek ritüelini sevmiyor olsa bile yemek yememek henüz hayalini kurduğu hap icat edilmemiş olduğundan (belki de icat olmuştur ama biz henüz kullanmaya başlamadık) pek hoşuna gitmez.

Akşamları aynı saatte yatıyor olmamıza rağmen geceleri oğlum çağırdığında kalkmak ve ilgilenmek, üstünü örtmek veya uykusu kaçtığında ona eşlik etmek hep bana düşer. Geceyi oldukça delikli bir uykuyla geçirmiş olmama rağmen sabahları gün ışımadan kalkan oğlumla ilgilenmek de yine benim görevimdir. Olmadığım zamanlarda yaşadıklarımı deneyimlemek, bu konuda hiç ama hiç deneyimi olmayan eşime oldukça zor gelecektir.

Yemeksiz, uykusuz yani bensiz kalan eşimin migreni mutlak surette tetiklenir. İşte böylesine derin bir sevgi, böylesine kalın bir gönül bağıdır bizim aramızdaki. Migren pis hem de çok pis bir ağrıdır ve insanı bitirir. Gözünü açamaz, sesleri duyamaz olursun. Oğlumla tek başına kalan eşimin bitme hakkı bile olmayacağından çözüm bulmak şarttır benim her bir yolculuğumda.

Yoğun çabalarım, büyük entrikalarım ve ali cengiz oyunlarım sayesinde önce neredeyse bir hafta sürecek Çin yolculuğundan kurtulmayı başardım. Artık bana karada ölüm yoktu. Kazanılmış olan büyük bir zafer olduğundan diğer iki seyahate pek ses çıkarmadım. Yapılması gereken tek şey ise ev dışında geçireceğim toplamdaki 4 akşam için bir çözüm bulmaktı. İki ayrı tarih için iki ayrı akşam. En temiz ve ideal çözüm eşimin ailesinin bize gelmesiydi ki çok şükür geldiler de. Artık yolculuklarım başlayabilirdi. İlk yolculuk acı vatan Almanya’ya oldu. Almanlarla yapılan toplantılardan ne anlatabilirim ki? Gittim ve döndüm. Fena geçmedi ama anlatacağım çok fazla şey de yok. Ben daha çok Antalya seyahatime odaklanmayı tercih edeceğim: Senelik olarak düzenlenen yıl sonu (tarih itibariyle belki yıl başı demek daha mantıklı olurdu) toplantısı.

Oğlumdan ve eşimden ayrılmak iki gün için bile olsa, ucunda eğlenme, bol bol uyuma, güzel yemekler yeme, istediğin kadar televizyon seyretme ve istediğin televizyon kanalını seyretme olsa da kolay olmuyor. Aslında bu yeni dönemde insan bir önceki dönemlerin keyiflerini belki de unutmuş olduğundan, en azından alışkanlığını yitirmiş olduğundan, karşısına çıkan bu tür görünüşte keyifli aktivite ve yolculuklardan kesinlikle zevk alamıyor. Hatta zevk bir yana sıkıntı bile duyar oluyor. İnanın ne zerre hevesim vardı ne de isteğim. Tabii gelin de bu hissettiklerimi eşime anlatın bakalım. Israrla o keyifli gibi görünen saatlerin geçmediğini anlatmaya çalışıyorum, o da her seferin de biraz da biz gidip sıkılalım deyip duruyor. Hele ki bir önceki akşam beni görenler sanki hani bir kaç yıllığına gidiyorum diye sanır. Durup öpmeler, sarılmalar, sanırım abartmayı seviyorum. Bavulumu erkenden hazırladım. Zaten hepi topu iki akşam kalacağımdan çok da fazla bir şey almamıştım. Aslında önemli olan her şey ki takım elbise ve iki gömlek zangoç’umdaydı. Buruşmasınlar diye ertesi gün yola çıkana kadar asılı kalsın dedim ve güzelce gardırobuma astım.

Ertesi gün Antalya’ya vardığım zaman eşime haber vermek için aradığımda zangoçta bulunan takım elbise ve gömleklerimi zangoçtan çıkarmasını ve yerleri asmasını rica ettim. Evet evde dört yetişkin ve bir de çocuk vardı (ki oğlum zangocun varlığından haberi olsaydı mutlaka hatırlatırdı) ve ben bu seyahat için en önemli şeyi almadan yola çıkmıştım. İşin benim için daha acı tarafı ise uçakta yanıma oturan kişi kendi zangocunu hostese verene kadar almayı unuttuğumu bile fark etmemiş olmamdı. Eşimi aramadan tüm gün sürecek bir iş toplantısı ve sonrasındaki gala yemeğine üzerimdekilerle katılacak olmanın dayanılmaz sıkıntısı ve utangaçlığı içerisinde ne halt edeceğimi düşünüyordum. Bir kot, yuvarlak yaka merserize bir beyaz kazak ve üzerine önü fermuarlı spor bir ceket çok mu sırıtırdı herkesin muhtemelen siyah takım elbiseleri giyeceği bir yemekte. Farklı olmanın dayanılmaz cazibesine kapılmak üzereydim ki eşim hemen alışveriş yapmam gerektiğini söyledi. 
  
Otele gider ve oradan o bölgede ki operasyon takımından yardım ister ve alışverişe giderdim. Eşime kolay hayır denmez. Ben de fiziksel olarak ayrı olmanın avantajı içerisinde tamam dedim ve telefonu kapattım. İçinde bulunduğum avantajı ve beni çok iyi bilen eşimin içi rahat etmemiş olacak ki tekrar aradı ve zangocumu THY’nın bir sonraki uçuşuna vereceğini ve ya benim ya da ismini vereceğim bir kişinin hava alanı kargo bölümünden alması gerektiğini söyledi. Temiz iş. Soru yok, cevap hakkın yok. Beni resmen ezmişti hatta ezmek ne kelime çözümü bulması, hemen uygulamaya koyması ve bana hiç bir iş bırakmamasıyla beni adeta çiğnemişti. Ya sen gidip alacaksın ya da ya da bana bir isim ver cümlesiyle son noktayı da koymuştu. Ben otelin  imkanlarını ve havalanı-otel arasında ki gidip gelmenin iç açıcı büyük keyfini düşünündüm ve muhtemelen bana hala küfür ediyor olan bir arkadaşın ismini ve telefonunu verdim. Ne toplantı da ne de yemek de artık farklı olabilecektim. Onlarca metre öteden gösterilme ve hatta arkamdan hem de bolca konuşulabilme şansım da elimden alınmıştı. Büyük bir olgunluk içinde bu çözüme itiraz etmedim, kızmadım ve hatta ancak bana yakışacak bir hassasiyet içerisinde eşime teşekkürlerimi sundum.

İlk sorun sorunsuz ve bensiz bir şekilde çözüm bulmuştu. Oysaki beni bekleyen daha nice başka sorunlar vardı ve bu sefer eşim yanımda da değildi. Dikkat dağılmasının önüne geçmek adına bu heyecan dolu macerayı şimdilik burada ve tadında kesiyorum. Yakında hem de çok yakında devamını sizlerle paylaşacağım. O zamana kadar hayatın tüm güzelliklerini sizler için diliyorum ...

7 Mart 2012 Çarşamba

Anı kesemiz için güzel ve yazısız anılar aranmakta 5

Hava güneşli bile olsa serinlik ben buradayım diye adeta bağırıyordu. İçeride oturmak için eşimle göz göze gelme ihtiyacımız bile yoktu. Eşler arası uyum da bu olmalı. Hemencecik içeriye girdik. Evimizin direği hemen siparişleri vermeye doğru yönelirken, oğlumla ben de şöyle en afilisinden bir yer kapmak için etrafı süzmeye başladık. Çok geçmeden cam kenarındaki koltuklardan bir tanesine ilişmiştik bile. Montlar ve kaşkollar çıkarıldı ve etrafa bakılmaya başlandı.

Camın diğer tarafında yine bizimkisi gibi cama yapışık başka bir masa daha vardı ve orada gençten bir kız oturmaktaydı. Aradaki camı yok kabul etsek beraber oturuyoruz derdim. Kolumun koluna çarpmasına yalnızca aradaki cam engel oluyordu. Yakınlığın derecesini siz düşünün artık. Sen kalk bizimkisi kızı yuvasındaki en sevdiği öğretmenine benzet ve gülmeye başla. Bununla da yetinme ve el salla. Kız da çok doğal olarak karşılık vermesin mi? Camın iki tarafındakiler birbirlerine bakıp, gülüp hatta el sallıyorlar. Ufak çocuk ya da köpek sayesinde kız tavlamaya çalışan ezik adam rolü üstüme kalmak üzereydi. Koltuğa iyice gömülüp hatta mümkünse içinde kaybolup aman diyimmm bu olayın benimle hiç bir alakası yok, tamamıyla oğlum kaynaklı bir sosyalleşme girişimi düşüncemi vücut diliyle ifade etmeye çalışıp duruyordum. Böylesi durumlarda el sallayan yetişkin bayan babaya genelde bakıp çok şeker çocuğunuz var tadında selam verir. Bu selamlaşma hiç olmasın istiyordum ki bir anda kendimi selamına karşılık verirken buldum. Artık üçümüz gülüşüyorduk. Eşimin gelişi ile birlikte benim kısa süreli sosyalleşmem bir son buldu. Oğlum ise ısrarla Fatoş’a çok benziyor değip el sallıyordu. Bir süre sonra bayan da kendi işine dönünce oğlum kurabiyesine bizlerde kahvelerimize yöneldik.

Oğlumun uzun bir süre bir yerde oturduğu görülmüş şey değildir. Ne zaman biraz oturması yönünde zorlayıcı olsak lütfen konu hakkında anlayış gösterin bir ifade tarzıyla bakıcı ablasından öğrendiği ben de kurt var, oturamam açıklamasında bulunur. Bir süre sonra yerinden kalktı ve etrafı dolaşmaya başladı. Biz de bir yandan onu seyrediyor bir yandan da kahvemizi içiyorduk. Bir süre sonra yeniden yanımızdaydı. Kahvelere atılan şekerleri karıştırmak için kullanılan plastik bir kaşık ile bir süre oynadı. Onu elinden düşürünce de tekrar yenisini istedi. Biz de gidip kendisinin istemesini ve yenisini almasını söyledik. Kendi başına bir şey yapacak olması hoşuna gitmişti. Tamam dedi ve görevlilere doğru ilerledi. Çok da güzel kendini ifade edip yenisini istedi. Bu arada tüm masalar onu seyrediyordu. Yeni kaşığı alışı, bize gösterişi ve zaferle masamıza dönüşü görülmeye değerdi. Tüm masalarda zaferini paylaşıp kendisine gülüyorlardı.

Bir süre sonra görevli ağabeyler bu sefer onu çağırdılar. Teftişte bulunur gibi bir eli cebinde, kasım kasım kasılarak, tezgah arkasına geçip etrafı incelemeye ve görevlilerle konuşmaya başladı. Bir tanesi önlüğünü çıkarıp oğlumuza taktı ve orada çalışmak isteyip istemediğini sordu. Oğlum da daha uzun olmadığını söyleterek teklifi reddetmek zorunda kaldı. Uzun olmadığını söylemesi bütün Starbucks’ta neden bilmem komik bulundu. Bence gayet de yerinde bir açıklama idi. Oğlumla her daim gurur duyuyorum.

Yerine tekrar geldiğinde bu kez karşı tarafta kalemi ağzına sokarak gazetesini okuyan bir kadını gördü ve bakınnnnn diye bağırdı: Kadın sanki flüt çalıyor. Uzun olmadığını söylediğinde kendisine gülen kadın şimdi zor durumdaydı. Etme bulma dünyası. Demincek gülüyordun ne oldu şimdi diye çemkirmek istedim ama oğluma kötü örmek olmak istemediğimden sessizliğimi korudum. Kadın hemen ağzından kalemi çıkardı ve zoraki bir gülümseme takılarak bak çıkardım jestinde bulundu. Bu arada görevlilerden biri adını sordu, bizimkisi de adını söyledi Nazik çocuk olduğundan o da görevliye adını sordu. Görevlinin adı Korhan’mış. Bizimkisi kokan anladı ve teyit için yüksek sesle tekrarladı. Artık tüm Starbucks flüt çalan kadın dahil gülüyordu. Bir de kokan ismini garip bulup, fonetiği hoşuna gidip sürekli tekrarlamasın mı? Her tekrarlayışında insanlar gülüyordu. Tek gülmeyen kişi görevliydi ama en azından anlayışlıydı, hiç ses etmedi garibim.

Bir süre sonra oğlum masaları geziyor ve ayrı ayrı herkesle konuşuyordu. Hani sanki ev sahipliği yapıyor gibiydi. Belki istek komiklikler var mı diye soruyordu. Bir süre sonra dışarıdaki kadın gitmeye karar verdi ama öncesinde içeri girip oğlumuzla vedalaştı. Kahveler çoktan bitmişti. Bizim de gitme vaktimiz gelmişti. Oğlum da görevliler ve masalarla vedalaşıp mekanı terk ettik.

Güzel olan kendini istediği gibi ifade ettiği için kazandığı güven ve kazandığı güven sayesinde kendini çok daha iyi ifade etmesiydi. Güzel, eğitici ve keyifli bir döngüydü.



Malum taş sektirmelerden sonra eve dönüp yemeklerimizi yedik. Kısa bir süre sonra yeniden sokaklardaydık. Bu sefer ki istikamet Türkiye İş Bankası'nın kültür sanat merkeziydi. Memet Ali Alabora’nın anlatıcı ve Emir Gamsızoğlu’nun piyanoda olduğu çocuklara yönelik bir gösteriydi: Çocuklar için notada yazmayanlar

Klasik müzik deyince aklınıza ilk ne geliyor? Gösteriyi gerçekleştirenlerin muhabbet geliyor, güzel zaman geçirmek geliyor, eğlence geliyor. Hep beraber müzik dinledik, sohbet ettik, müzisyenlerle tanıştık. Bildiğiniz melodileri duyduk, bilmediklerimizden de keyif aldık ve dahası müzikli hikâyeler dinleme fırsatı bulduk. Bu yıl gösteride şansımıza sürpriz konuklar da vardı: Üflemeli çalgılar ve müzisyenleri. Hem onları dinledik, hem farklılıklarını öğrendik. Çalan enstrümanın ne dediğini ya da hangi renge benzediğini keşfetmeye interaktif bir şekilde çalıştık. Asıl amaç ise belliydi oğlumuzun güzel ve değişik zaman geçirmesini sağlamak. Ben klasik müzik çok sever ve çok da dinlerim. Oğlumun da sevmesini isterim ama zorlayacak da değilim. Ben onu tanıştırırım, karar onundur. Bu bir nevi (ilk konserini saymazsak) klasik müzikle ilk tanışmasıydı. Umarım sevmiştir.

Bizim Hürrem Sultan ise aktivitenin daha hareketli ve heyecanlı geçmesi için elinden geleni yaptı tabii. Olası oğlumuzun sevmemesi durumu ve kimseye rahatsızlık vermeden çıkabilmek için aldığımız bilet arka sıralarda yer almaktaydı. Şansızlık yerimiz geç gelenlerin giriş yaptığı kapı tarafındaydı. Gösterinin başlaması sonrasında girişler tüm hızıyla devam etti. Kendisini Viyana’da Musikverein’de ya da New York’da Metropolitan’da Berlin Filarmoni ya da Moskova Senfoni orkestrasını dinleyeceği sanan eşim bu sonradan girişlere bir hayli sinirlendi. Önce kem küm dedi. Tanıyanlar bilirler hiç bir zaman kem kümle kalmaz kalmadı da. Önce dönüp sert bir uyarıda bulundu baktı işe yaramıyor kalkıp kapılar arkasında, görevlilerin şaşkın bakışları karşısında gereken aktarımları gerçekleştirdi. Daha iyi bir gösteri için neler yapılması gerektiğini bir biri açıkladı. Sert uyarılarını anlamalarının onların yararına olacağını tatlı tatlı anlattı her birine. Döndüğü zaman rahatlamıştı. Huzurlu ve güleç bir ifadeyle gösteriye kaldığı yerden devam etti. Girişler çok kısa bir süre sonra bir son buldu. Muhtemelen bu çocuk gösterisine kimse eşimden daha büyük saygı göstermemiştir ve kolay kolay bundan sonra da göstermez. Ama görevliler eşimi unutmayacaklardır.

Oğlum gösteriyi sevdiğini söyledi. En azından büyük bir bölümünü dikkatle izleyip, katılım ve katkılarda bulundu. Mesela Chopin’in Polonya’da doğduğunu haykıran kişi oğlumdu. Tamam, yardım aldı ama herkes almıyor mu? :-)

Oğlumla diğer tüm aktivitelerde olduğu gibi yine büyük gurur duydum. Nerede olursa olsun sanki yıllardır oranın müdavimiymiş gibi sakin ve “cool” bir tavır takınıyor olması sonrasındaki hissettiklerim ise en hafif bir ifadeyle hayranlık. Her bir anımda ve her yerde, onun babası olmanın tarifsiz mutluluk, gurur ve şansını yaşıyorum. Yine yanındaydım. Umarım ki daha nice böylesi ilklerde yine yanında olacağım. Hayatı güzel ve yaşanabilir kılan nice böylesi gurur ve mutluluk anlarından daha nice güzel anıları hep beraber toplamaya devam edeceğiz.